Ana içeriğe atla

Her şeyde bir hayır vardır

Bir şeyi normalinden daha fazla büyütmemizde üstümüze yoktur. Yeri geldi mi deveyi pire, pireyi de deve yaparız. Şimdi gündemimizde hepinizin malumu anayasa referandumu var. Cepheler belli. Kılıçlar çekildi. 'Evet diyeceğim' diye görüş bildireni bir kesim göklere çıkarırken diğer cephe onu anasından doğduğuna pişman etmek için uğraşıyor. Biri de 'hayır diyeceğim' şeklinde bir görüş bildirirse bu sefer diğer cephe harekete geçiyor, adamı yerin dibine batırmaya çalışıyor. Aslında yok birbirimizden farkımız…Tencere-kapak gibiyiz.

Demokrasiyi bir türlü özümseyemedik. Bir şölen havası içerisinde sandığa gitmeyi beceremiyoruz. Mutlaka kıracağız, dökeceğiz. Demokrasilerde bir seçimi kazanmak da var, kaybetmek de. Referandumda 'evet' ve 'hayır' çıkması bir seçenektir, bir tercihtir. Gücü elinde bulunduranlar, gücü eline geçirmeye çalışanlar halkın tercihine saygı duymayı öğrenmeliler her şeyden önce. Ne 'evet' dünyanın yeniden kuruluşudur, ne de 'hayır' dünyanın sonudur. Halkın sağduyusu isabet de eder, yanılır da. Sonunda hayatta kazandığımız ve kaybettiklerimiz hep kendimizin tercihleri sonucunda oluşmuyor mu? Edep dairesinde evet/hayır çıkması için çaba sarf edenlere, çalışanlara, gerekçelerini anlatanlara hiç sözüm olmaz. Görüş bildirenlere de saygım var. Fakat her iki tarafta kraldan daha kralcı olan fanatik militanlar var. İşte bu fanatiklerdir ortamı geren, sandığın içine edenler. Aşırı fanatikliğin kimseye faydası olmaz. Tek faydası görüşünü değiştirmeyecek şekilde rakibini motive eder. Evet çıksa da hayır çıksa da kazanan bu ülke olacaktır. Ama kaybedenlerin evet/hayır fanatikleri olacağını düşünüyorum. Mutlaka evet çıkacak diye fanatiklik yapanlar 'evet' çıkmazsa, mutlaka 'hayır' çıkacak diye militanlık yapanlar 'hayır' çıkmazsa kahrolacaklar, bunu biliyorum. 'Evet'i savunanlar 'hayır'ın çıkabileceğini, 'hayır'ı savunanlar 'evet'in çıkabileceğini hesaba katsalar daha iyi olur. Aslında her iki taraf da "Allah'tan hayırlısı" diyebilse mesele bitecek.

Bizim kültürümüzde olmasını istediğimiz iş için çaba sarf eder, sonunda "Benim için hayırlı ise olsun, hayırlı değilse olmasın" denir. Bunu demek sonucuna katlanmak demektir. İstediğimizin, gönlümüzden geçenin olması değildir. İş, istediğimiz şekilde olmazsa içimizden buruk bir üzüntü duysak da "Demek ki hayırlı olan bu imiş, bunda da vardır bir hayır" deriz. Allah her zaman istediğimizi vermez. Eğer bizim her istediğimiz gerçekleşmiş olsa ele avuca sığmaz, nereye basacağımız belli olmaz, kırmadık yumurta bırakmayız. Şımarır da şımarırız. Bazen "Hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde de hayır" olabileceğini hesaba katmamız lazımdır. Yazımı, her şeyde bir hayır vardır hikayesiyle bitirmek istiyorum: 

Zamanın birinde bir padişah yaşarmış. Padişah avlanmayı çok sever, sık sık avlanırmış. Padişahın aklı-selim: “Her şeyin hayırlısı, her şeyde bir hayır vardır.” cümlesini dilinden düşürmeyen bir de veziri varmış. Padişahın başına bir şey gelse vezir hep; “Padişahım üzülmeyin her şeyde bir hayır vardır.” dermiş. Padişah da vezire bu yüzden çok kızarmış.

Yine bir gün padişah vezirine “Bugün ava nereye gidelim” diye sormuş, vezir bir yer tarif etmiş. Oraya gitmişler fakat avlanırken padişah elinden yaralanmış, eli kanamış ve elinin yarasını sarmışlar. Padişah vezirine kızmış, “Senin yüzünden oldu” demiş. Vezir yine aynı cevabı vermiş ; “Her işte bir hayır vardır padişahım, üzülmeyin.” demiş.

Bunun üzerine padişah vezire çok kızıp, ben elimi kesiyorum, sen bana “Her işte bir hayır vardır” diyorsun deyip veziri zindana attırmış. Vezir zindana giderken yine “Her işte bir hayır vardır” deyip gitmiş. Padişah yine öfkelenmiş, “Adamı zindana attırıyorum adam yine aynı şeyi söylüyor” demiş.

Padişah avlanmak için az bir adamla başka insan ayağı değmemiş bir yere gitmiş, avlanırken oranın yerlileri bunları faka bastırıp, esir etmişler. Yerliler her gün bir esiri kendi inançları gereği kurban ediyorlarmış, sıra padişaha gelmiş ama onu serbest bırakmışlar. Çünkü yerlilerin inancına göre sakat veya  bir yeri yaralı adamdan kurban olmazmış.

Padişah vezirini düşünüp ona hak vermiş. Hemen ülkesine dönüp vezirini serbest bıraktırmış. Ama yine soruyu sormuş; “Hadi benim elimin kesilmesini anladık, peki senin zindana girmendeki 'hayır' nedir demiş.

Vezir de; “Ben zindana girmeyip sizinle gelseydim, yerliler şimdi diğerleri gibi beni de kurban etmiş olacaklardı demiş.”

Var mı bundan ötesi? Ders alıp, öğüt çıkaranlara ne mutlu! 20/02/2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim derdi. Borcun günü geldiğinde gerekirse b

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder