21 Şubat 2017 Salı

Erkekler konferans salonlarında niçin yoklar?

21.02.2017 günü Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim Fakültesi bünyesinde bulunan Erol Güngör Konferans Salonunda "Yakın Tarih Okumaları" adı verilen  2.5 saatlik bir konuşma etkinliğine katıldım.

Konuşmacılardan Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil "II. Abdülhamid ve Dönemini," Doç.Dr. Ömer Akdağ "Cumhuriyetin Kuruluşu ve Lozanı," Abdurrahman Dilipak ise, " Adnan Menderes ve Turgut Özal Dönemlerini" konu alan birer sunum yaptılar. "Biz katılamadık, neden bahsetti, biraz bahseder misiniz" derseniz "Tekkeyi bekleyen içer çorbayı" derim.

Öğrenciliğimde gittiğim bu salonu çok büyük olarak görmüştüm. Şimdi gittiğimde ise salonun çok da büyük olmadığını anladım. Salon hıncahınç dolu idi. Salon; geçiş basamaklarından, koltukların arka taraflarına varıncaya kadar konuşmacıları ayakta dinleyenlerle doluydu. Ayakta yer bulabilen şanslı kişilerden biri idim. İki saate yakın ayakta dinledikten sonra işi dolayısıyla kalkan az sayıdaki kişilerin boşalttığı koltuklardan birinde kendime yer bulabildim. Son yarım saat oturarak dinleme şerefine mail oldum.

Dinleyici kitlesinin üniversite öğrencilerinden olduğunu söylememe gerek yok. Kitlenin cinsiyetini ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim. Salon % 90 oranında kız öğrencilerden oluşmuştu. Kızlarımız yerlerini kapmış, ellerine ajandasını ve kalemini almış, notlar alırken bizim erkekler neredeydi gerçekten? Şaşırmamak elde değil. Sanırım erkeklerin çoğu kafe vb. yerlere giderek laklak yapmakla meşguldü. Kızlar "Yakın Tarihi Okumaya" çalışırken... Sonra kalkıp kızlar erkeklerden niçin başarılı, diye sorarız zaman zaman. Görünen köy kılavuz istemez... Erkekler niçin başarılı olsun ki? Kızların başarılı olmaması için bir neden mi var? Allah kızlarımızın ve az sayıdaki bu sorumlu erkeklerin yolunu açık etsin. Erkekler de duvar kenarlarında, kafe köşelerinde memleketi düzeltme muhabbeti yapmaya devam etsinler.

Konuşmacıları dinledikçe 90’lı yıllara gittim. Aynı atmosferi yaşadım. TV’lerin yaygınlaşması ile birlikte konuşmacıların ekranda boy göstermeye başlamasıyla salonları ben de boşaltmıştım. Biz öğrenci iken gittiğimiz konferanslara daha önce bilet alır da girerdik. Yazar Mehmet Doğan’ın konuşmacı olarak geleceği bir konferansa Devran Ajanstan bilet alarak katılmıştım. Fakat yazarın gelememesi dolayısıyla bilet paralarımız geri verilmişti. Konuşmacıyı dinleyemediğime üzülmüştüm.

Abdülhamid’i anlatırken Şimşirgil: “Abdülaziz Döneminde Osmanlı’nın 12 milyon km2 vardı. Devlet borç batağı içerisindeydi, neredeyse iflas etmişti. Abdülaziz’i çıldırtıp Abdülhamid’i Meşrutiyet’i ilan etmesi şartıyla başa getirdiler. Hüseyin Avni ve Mithat Paşa gibileri “Kinim dinimdir” mantığından hareketle Abdülhamid’i Rusya ile savaş yapmaya zorladılar. İstememesine rağmen 93 harbini yapmak zorunda kaldı. 33 yıllık padişahlığının 3 yılı Meşrutiyet Dönemine saymak lazım. Osmanlı’nın yıkım fermanı idi. Çünkü toprağımız 7 milyon km2’ ye inecekti. Abdülhamid’den sonra toprağımız yedi milyondan bir milyona indi, o da düşman ayağına düştü…Abdülhamid’in eğitim seferberliği başlattığını, Osmanlı’nın borçlarını ödemek için çaba sarf ettiğini, karayolları ve tren yollarına önem verdiğine işaret etti. Kendisini düşmanları anlamadığı gibi bizden olan Mehmet Akif, Said Nursi ve Elmalı’nın da anlamadığına değindi. Osmanlı’yı yıkma fermanının Tanzimat Fermanı ile birlikte verildiğini, 15 Temmuz’un başlangıcının 12 Eylül olduğunu, 28 Şubatın ise ülkeyi FETÖ’ye otoban yaptığını, Abdülhamid'in 1909'da indirildiği zaman Osmanlı Devletinin yıkıldığını, indirilirken 'Bu devleti 20 yıl idare etsinler, 100 yıl idare ettiklerini sansınlar' dediğini ekledi.

Ömer AKDAĞ ise Lozan’a gitmek için işin uzmanı olarak belirlenen Rauf ORBAY’ın, Kazım KARABEKİR’in ve Yusuf Kemal’in değiştirilip İsmet İNÖNÜ’nün, Rıza Tevfik’in gönderildiğini bunların da işten anlamadığını, Lozan’ın, köpürtüldüğü kadar olmadığını, çünkü milli mücadeleyi kazanan bir ülke gibi davranmadıklarını, diğerleriyle eşit bir şekilde oturmayı kabul ettiklerini, Misakı Milli’nin ilk maddesi: “30 Kasım 1918 itibariyle ordunun fiilen veya hukuken olduğu yerler misakı millidir” denmesine rağmen Trablusgarp, Kıbrıs, ve Adaların maalesef verildiğini ifade etti. DİLİPAK ise, “Tarih övgü ve sövgü değildir. Bir milletin tecrübesidir” dedi. Menderes ve  Celal BAYAR ikilisinin “Türkiye’yi  ABD tarafından küçük Amerika yapmak amacıyla getirildiğini, dini alanda biraz rahatlama yapılarak halkın teveccühünün kazanılmasının hedeflendiğini, arkasında halk desteği olan Menderes’in raydan çıkmaya başlamasıyla birlikte 60 ihtilalinin yapıldığını ve ardından darbeler döneminin başladığını, ABD’nin Menderes ile yapamadığını 1960’larda FETÖ’nün temellerini atarak 15 Temmuz’da harekete geçirdiğini, darbe başarılı olamayınca ABD ve tüm Avrupa’nın bir ay kendine gelemediğini” ifade etti.

“Yakın tarih Okumaları” isimli konuşma etkinliğinden bu kadar bilgi vermekle yetineyim. İnşallah konuşmacıların hilafına bir şey söylememişimdir. Güzel bir programdı, faydalandığımı söyleyebilirim. Programı düzenleyen Genç Girişimciler Derneğine teşekkür ederken çoğu misafirin yer yokluğundan geri döndüğü göz önüne alınarak bundan sonra yapılacak bu tür programlar için daha geniş salonları tertiplemelerini canı gönülden arzu ediyorum. Salon büyük olursa erkek dinleyicilerde belki  biraz daha katılım olur. 21/02/2017





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder