7 Mart 2024 Perşembe

Namaz Üzerinden Firmalara İtibar Suikastı mı Yapılıyor?

Uzun yol seferleri hem şoför hem yolcular için zorluktur, meşakkattir. Aynı zamanda gidilecek yere kazasız, belasız ve başa herhangi bir sıkıntı gelmeden zamanında ulaşmak ve zamanla yarışmaktır. Varılacak yere ne önce ne de sonra varmak değil, zamanında ulaşmaktır. 

Yolcular her zaman aynı uzun yolu tepmez ama şoförler aynı yolların sürekli müdavimidir.

Yol uzun olduğu için sürekli oturulduğundan, ayaklar karıncalanmaya başlar. Yolcu yeri geldiği zaman ayağa kalkar, sağa-sola döner, ayaklarını oynatır, oturak müsait ise ayağını uzatır, gerekirse bacak bacak üstüne atar. Uykusu gelince yatak kadar rahat olmasa da vurur kafayı, derin bir uyku çeker. Yolu uykuya tutturduğundan yolun ne zaman bittiğini bile bilemez.

Aynı uzun yolu şoför de çeker. Üstelik arkasındaki 45 yolcunun da sorumluluğu var. Ayağı karıncalansa da beli ağrısa da şoför oturuşunu değiştiremez. Uzun ince yolu gittikçe uykusu gelse de gözlerini yumamaz. İstediği yerde istediği kadar durup soluklanamaz. Çünkü firması tarafından ne zaman, nerede, ne kadar mola vereceği ve hangi otogara ne zaman gireceği de bellidir. O yüzden yolcunun emniyeti kadar dakik olma gibi sorumluluğu var şoförün. Belki de zamanında giremediği otogardan yediği cezayı da kendisi ödeyecektir.

Şoför ve muavin zaman zaman yolcuların istek, dert ve sıkıntılarına da muhatap olurlar. Yavaş gitmesine, hızlı sürmesine karışan yolcu çıkar. Hiç olmadık yerde mola isteyen yolcular da çıkar.

Burada uzun yolu ve sıkıntılarını anlatacak değilim. Zaman zaman şoför ve bazı yolcular arasında ortaya çıkan bir meseleye değineceğim. Bu da namaz molası. Karşılıklı anlayış içerisinde çözülmesi gereken bu konu, zaman zaman sosyal medyaya düşüyor. Bir şoförün yaptığı fevri bir hareket tüm firmaya mal edilerek bazı paylaşımcılar tarafından firmalar hedef gösteriliyor. Bir ara da işçilerine cuma molası vermeyen bir halı firması hedef gösterilmişti. İşin iç yüzünü bilmiyoruz. Çünkü iki tarafı da dinleme imkanımız yok. Bir paylaşımcının yönlendirmesiyle firmayı asıp kesiyoruz. Adeta firmayı batırmaya ant içiyor ve itibar suikastı yapıyoruz.

Meseleyi fazla uzatmadan uzun yol seyahatlerinde zaman zaman ortaya çıkan namaz gerilimine geleyim. En son güncel namaz olayı İzmir-Eskişehir arası seyahat eden bir firmaya ait. Sosyal medyada paylaşılan kısa videoya göre molada namaza gittikleri için şoför tarafından otobüsten indirilen bir yolcunun videosu paylaşılıyor. Firmanın ve şoförün herhangi bir beyanı var mı diye sanal alemde arama yaptım. Firmanın Web sitesine baktım. Herhangi bir açıklamaya rastlamadım. Öncesinde ne oldu bilmiyorum ama molada namaz kıldığı veya namaza gittiği için hiçbir şoförün yolcuyu otobüsten indireceğine asla ihtimal vermiyorum. Belli ki videodan önce namaza giden yolcunun, diğer yolcuları beklettiği için bir gerilim yaşanmış. Sonrasında kızgınlıkla söylenen sözler videoya alınmış. Garibime giden, bu hengamede çözüme katkı olmayacağı biline biline bu tartışmanın videoya alınması. Belli ki birileri firmaya itibar suikastı yapmaya karar vermiş olmalı ki o tartışma esnasında videoya alma aklına gelmiş. 

Geçmişte değişik firmalarla o kadar yolculuk yaptım. Her yolculukta namazlarımı kıldım. Yolculuk esnasında hiç namaz gerilimi yaşamadım. Mola yerine kadar namaz özellikle sabah namazı vakti geçecekse şoförden talepte bulunduğumuzda mola yeri olmayan bir petrol istasyonunda veya bir cami önünde duran şoförlere şahit oldum. 20 veya 30 dakika yeme, içme ve ihtiyaç molası verildiği zaman öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birlikte eda ettim. Yani cem yaptım. Her vakit için ayrı ayrı talepte bulunmadım. Bazen ikindiyi öğle vaktinde bazen öğleyi ikindi vaktinde bazen akşamı yatsı bazen de yatsıyı akşam vaktinde birleştirdim.

Kaç dakika mola verilmişse ihtiyaçlarımı ona göre ayarladım. Bugüne kadar da kimseyi hiç bekletmedim. Eğer bir molada yeme ve içmeye vakit ayırınca namaza vakit kalmazsa önceliğim namaz olmuştur. Gerekirse yiyip içmedim.

İzmir-Eskişehir seferi esnasında mola yerindeki namaz gerilimine gelirsek, paylaşımlarda gerilimi tırmandıran detaya yer verilmemiş. Detaya yer verilmediği için ancak yorum yapabiliriz. Belli ki namaza giden yolcular mola süresine riayet etmemiş. Yemişler, içmişler, vakit dolduktan sonra namaza gitmişler. Yolcular beklesin demişler. Bunları bekleyen şoför de menziline yetişmek için dokuz doğurmuş.

Bizim bazı yolcuların hesaba katmadığı bir şey var. Yolculuklarda namaz molası diye bir mola çeşidi yok. Adı moladır. Bu molanın içine yiyip, içme, tuvalet, alışveriş ve namaz girer. Yolculara düşen bu ihtiyaçlarını mola süresine göre ayarlamaktır. Hepsini yerine getirmeye vakit yetmezse ya anadan ya yardan vazgeçecekler. Yeme içmeden vakit kalmazsa abdestini alıp gerekirse oturağında namazını eda edecektir. Gerekirse sabah namazı dışındaki namazları usulüne uygun cem yapacaktır. Ben namazımı sünnetleriyle birlikte ağır ağır ve muntazam kılacağım diyen olursa o zaman bu kişiler özel otosuyla yolculuk yapacak, istediği yerde namaz molası verip gerekirse kaza namazı ve nafile namaz da kılabilir. Bu durumda bunlara kim, ne diyebilir? Unutmayalım ki yolcuyu bekletmek, molayı uzatmak vebaldir, kul hakkıdır. Canımızı emanet ettiğimiz şoförü germemek gibi bir görevimiz var. Çünkü şoförün gerilmesi demek kazaya davetiye çıkarmak demektir. Buna da hakkımız yoktur.

Ne olur kılacağımız namazı memleket meselesi haline getirmeyelim. Kişiye ve şoföre özel problemleri namaz üzerinden firmalara itibar suikastı yapmayalım. 

Ne de Olsa Bizden Biri

Yanıma hış-mış geldi tanımadığım biri. Ne olacak bu memleketin hali dedi. 

Ne varmış memleketin halinde dedim. 

Herkes geçim derdine düştü. Kimse yarınını göremiyor. Fiyatların yanına zaten varılmıyor. Enflasyon zaten malum. TL ise hiç olmadığı kadar değer kaybetti. Seçim sonrası daha ne kadar kaybedeceğini kimse kestiremiyor. Biz böyle bir ülke değildik. Ne oldu bize dedi. Tepkisizlik zoruma gidiyor. Sahi insan niçin tepki göstermez? 

Gördüğüm kadarıyla dertlisin. Fakat alacağın yok. Hoş olsa da yapılacak bir şey yok. Battı balık yan gider. Bu ülkeyi düştüğü bu durumdan da kimse kurtaramaz. Sonra sen dert ediniyorsun bu ülkeyi ama çoğunluk halinden memnun. Dertlenenler de bu çözümsüz durumdan ve vurdumduymaz halden dolayı dertlenmez oldu. Herkes kabuğuna çekildi. Belki de içinden konuşuyor ama konuş konuş nafile olunca onu da bıraktı. Herkesin duası, yarının bu kötü günden daha kötü olmaması. Kazara konuşmak isteyen olunca karşında koca bir ordu sana karşı çıkıyor. 

Biz niçin böyle olduk?

Alternatifsizlik, tek kişiye sonsuz kredinin ve açık çekin verilmesi. Yapan da bizden olunca ortaya koca bir sessizlik ve tepkisizlik çıkıyor. 

Yapan bizden olunca ne demek? 

Bunu şöyle anlatayım. Türk filmlerinde köyden şehre gelmiş güzel mi güzel kız oyuncu olur. Şehirde yol bilmez yolak bilmez. Gideceği ve kalacağı yer yoktur. Ne yapacağını bilemez bir şekilde dolaşırken şehrin serserileri etrafını sarar. Kızı yakalayıp tecavüz edeceklerken kız imdat çığlığını basar. İmdada bizim iyilik meleği, kötülerin korkulu rüyası başrol oyuncumuz yetişir. Kötülerin elinden kızı kurtarır. 

Namusuna halel gelmeyen kızımız iyilik meleğine teşekkür ede ede bitiremez. Bizim oğlan tevazuu elden bırakmaz. Kim olsa aynısını yapar der. Ardından buralar tekin yerler değil. Bu vakitte burada ne aradığını sorar. Kız durumunu anlatır. Anlaşılır ki kızın gideceği yeri yoktur. 

Oyuncumuz kızı evine getirir. Karnını doyurur. Kıza odasını verir. Kendisi başka odaya geçer. Kız oğlanın yatağında mışıl mışıl uyur. 

Nereye varmak istiyorsun? 

Sabırlı ol biraz. 

Tamam. 

Bir gün böyle, iki gün böyle. Bazen ilk gün kız kendini oğlanın yatağında bulur. Belki de nikah kıyılmadan namus elden gider. 

Kötülerin tecavüze kalkışmasından farkı ne bunun? 

Çok fark var. Kötülerin tecavüze kalkışması gönülsüz, başrol oyuncusuna ise gönüllü. İlkine tepki gösterilir, ikinci ise rızaya dayalı. İlkine filmi izleyen seyirciler de tepki gösterir. O anda o kötüler seyircinin eline geçse bir kaşık suda boğarlar. Oğlanın yaptığını ise tüm seyirci alkışlar. 

Yani? 

Sözün özü, ülkeyi bu hale getiren bizim sonsuz kredi verdiğimiz kişidir. Gösterdiğimiz sevginin karşılığıdır bu. Böyle birine kendi ellerimizle kendimizi teslim etmişiz. Bizden biri ne de olsa. Tepkisizliğimiz bundan. Ekmeğimizi elimizden alsa ne olur, başka şeyler yapsa ne olur... Bizi kötülerden kurtardı ya. Yetmez mi bu? 

Kötülerin eline geçseydi ne olurdu? 

Filmden hareketle teşbihte hata olmasın, maazallah ırzımıza geçerlerdi ırzımıza. O yüzden halimize şükredelim. 

2 Mart 2024 Cumartesi

Evin Ergeni Nereden Nereye?

Gazetecilik önemli mesleklerden. Bir zamanlar yasama, yürütme ve yargı erklerinin ardından dördüncü kuvvet kabul edilirdi medya. Şimdilerde ise ilk onda yer bulamıyor.

Basının dördüncü kuvvet olması doğru muydu? Çok doğru değildi. Çünkü medya, hükümet indiren dördüncü kuvvet olmamalıydı ama şimdiki gibi de etkisiz eleman olmamalı.

Evet, basın, medya, gazeteci adına ne dersek diyelim, basın yerlerde sürünüyor.

Bir sektör veya meslek grubunun bu derece yerlerde sürünmesinin temelinde, medya patronlarının ve patronların gazete ve televizyonlarında çalışanların siyasetin emrine girmesi yatmaktadır. Adeta siyasi aktörlerin tetikçiliğini yapma görevini üstlendiklerine dair kamuoyunda yaygın bir kanaat var.

Günümüzde medya sektöründe farklı kişiler yer alsa da medya adeta tek elden yönetiliyor. O kadar çeşitli gazete ve televizyona rağmen farklı haber görmek mümkün değil. Hiç böylesini görmemiştim. Eskiden sektörde birden farklı patron olur, gazete ve televizyonlar farklı haber vermede yarışırlardı.

Araştırmacı gazetecilik diye bir şey vardı. Gazeteci iz sürer, yaptığı haberle gündem olurdu. Başta siyaset olmak üzere tüm sektörler gazetecilerden çekinirdi. Şimdi ise masa başı ve bir elden servis edilen haberlerle yetiniliyor. Kimse gazeteciden çekinmediği gibi gazeteciler ekmeğimden olurum korkusu yaşıyor.

Siyasilere soru soran, onları terleten gazeteci kalmadı. Gazetecilere soracağı sorular önceden verilir oldu.

Eskilerin eleştiren, araştıran, farklılığa imza atan, kamuoyunu bilgilendiren ve doğru haber veren gazetecilik tarihe karıştı. Adeta gazeteciler uslu çocuk oldu. Çoğu birer devlet memuru gibi görev yapıyor.

Eskiden de yalan yanlış ve yanlı haber olurdu ama küçük bir araştırmayla gerçek su yüzüne çıkardı. Gazeteciler arasında çıkar kavgası yaşanır, birbirlerini kıyasıya eleştirirlerdi. Bu atışmadan gerçekler su yüzüne çıkardı. Birçok yolsuzluklardan bu yol ile haberdar olunurdu.

Bazı siyasi partiler televizyonlara parti temsilcisi bile göndermiyor. Partisini anlatma görevini bazı gazeteciler yerine getiriyor. Gazeteci değil, partinin basın işlerinden sorumlu kişisi. Partiyi ve şcraatlarını onlar anlatıyor. Eleştirilere onlar cevap veriyor. Adeta trol. Partili gazeteci görmüştüm de parti adına çalışan gazeteci hiç görmemiştim.

Hasılı günümüzde gazeteciden değil, gazetecinin çekindiği bir durum söz konusu. Eskiden basının diline düşmeyelim endişesi yaşanırdı. Şimdi ise siyasetin, ülke gündeminin gerçekleri gazeteciler eliyle üstü örtülür oldu.

Eskiden çalıştığı gazetenin çıkarına aykırı olan gazetecinin görevine son verilir. Gazeteciye bir başka patron iş verir. Gazeteci işsiz kalmazdı. Şimdi ise dışlanan gazeteci neredeyse hiçbir yerde yazıp çizemez oldu.

Gazetecilik ve medya eskiden de yüz güldürmezdi ama bir güç idi. Şimdi ise gazeteler bir güce yaslanarak ayakta duruyor.

Hasılı gazetecilik ve medya hiç olmadığı kadar etkisiz ve itibar kaybına uğradı.

Halbuki benim bildiğim gazeteci aykırı olur, eleştiren, haksızlığa karşı çıkan olur. Tıpkı evin ergeni gibi. Evin ergeni, ailenin isyanlara oynayan çocuğu olur. Aile ondan çekinir, o ise kimseden ve hiçbir şeyden korkmazdı. Şimdinin gazeteciliği ise bırakın ergenlik dönemini, ergenliğini bile yaşayamıyor.