Ana içeriğe atla

Ne de Olsa Bizden Biri

Yanıma hış-mış geldi tanımadığım biri. Ne olacak bu memleketin hali dedi. 

Ne varmış memleketin halinde dedim. 

Herkes geçim derdine düştü. Kimse yarınını göremiyor. Fiyatların yanına zaten varılmıyor. Enflasyon zaten malum. TL ise hiç olmadığı kadar değer kaybetti. Seçim sonrası daha ne kadar kaybedeceğini kimse kestiremiyor. Biz böyle bir ülke değildik. Ne oldu bize dedi. Tepkisizlik zoruma gidiyor. Sahi insan niçin tepki göstermez? 

Gördüğüm kadarıyla dertlisin. Fakat alacağın yok. Hoş olsa da yapılacak bir şey yok. Battı balık yan gider. Bu ülkeyi düştüğü bu durumdan da kimse kurtaramaz. Sonra sen dert ediniyorsun bu ülkeyi ama çoğunluk halinden memnun. Dertlenenler de bu çözümsüz durumdan ve vurdumduymaz halden dolayı dertlenmez oldu. Herkes kabuğuna çekildi. Belki de içinden konuşuyor ama konuş konuş nafile olunca onu da bıraktı. Herkesin duası, yarının bu kötü günden daha kötü olmaması. Kazara konuşmak isteyen olunca karşında koca bir ordu sana karşı çıkıyor. 

Biz niçin böyle olduk?

Alternatifsizlik, tek kişiye sonsuz kredinin ve açık çekin verilmesi. Yapan da bizden olunca ortaya koca bir sessizlik ve tepkisizlik çıkıyor. 

Yapan bizden olunca ne demek? 

Bunu şöyle anlatayım. Türk filmlerinde köyden şehre gelmiş güzel mi güzel kız oyuncu olur. Şehirde yol bilmez yolak bilmez. Gideceği ve kalacağı yer yoktur. Ne yapacağını bilemez bir şekilde dolaşırken şehrin serserileri etrafını sarar. Kızı yakalayıp tecavüz edeceklerken kız imdat çığlığını basar. İmdada bizim iyilik meleği, kötülerin korkulu rüyası başrol oyuncumuz yetişir. Kötülerin elinden kızı kurtarır. 

Namusuna halel gelmeyen kızımız iyilik meleğine teşekkür ede ede bitiremez. Bizim oğlan tevazuu elden bırakmaz. Kim olsa aynısını yapar der. Ardından buralar tekin yerler değil. Bu vakitte burada ne aradığını sorar. Kız durumunu anlatır. Anlaşılır ki kızın gideceği yeri yoktur. 

Oyuncumuz kızı evine getirir. Karnını doyurur. Kıza odasını verir. Kendisi başka odaya geçer. Kız oğlanın yatağında mışıl mışıl uyur. 

Nereye varmak istiyorsun? 

Sabırlı ol biraz. 

Tamam. 

Bir gün böyle, iki gün böyle. Bazen ilk gün kız kendini oğlanın yatağında bulur. Belki de nikah kıyılmadan namus elden gider. 

Kötülerin tecavüze kalkışmasından farkı ne bunun? 

Çok fark var. Kötülerin tecavüze kalkışması gönülsüz, başrol oyuncusuna ise gönüllü. İlkine tepki gösterilir, ikinci ise rızaya dayalı. İlkine filmi izleyen seyirciler de tepki gösterir. O anda o kötüler seyircinin eline geçse bir kaşık suda boğarlar. Oğlanın yaptığını ise tüm seyirci alkışlar. 

Yani? 

Sözün özü, ülkeyi bu hale getiren bizim sonsuz kredi verdiğimiz kişidir. Gösterdiğimiz sevginin karşılığıdır bu. Böyle birine kendi ellerimizle kendimizi teslim etmişiz. Bizden biri ne de olsa. Tepkisizliğimiz bundan. Ekmeğimizi elimizden alsa ne olur, başka şeyler yapsa ne olur... Bizi kötülerden kurtardı ya. Yetmez mi bu? 

Kötülerin eline geçseydi ne olurdu? 

Filmden hareketle teşbihte hata olmasın, maazallah ırzımıza geçerlerdi ırzımıza. O yüzden halimize şükredelim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde