Ana içeriğe atla

Evin Ergeni Nereden Nereye?

Gazetecilik önemli mesleklerden. Bir zamanlar yasama, yürütme ve yargı erklerinin ardından dördüncü kuvvet kabul edilirdi medya. Şimdilerde ise ilk onda yer bulamıyor.

Basının dördüncü kuvvet olması doğru muydu? Çok doğru değildi. Çünkü medya, hükümet indiren dördüncü kuvvet olmamalıydı ama şimdiki gibi de etkisiz eleman olmamalı.

Evet, basın, medya, gazeteci adına ne dersek diyelim, basın yerlerde sürünüyor.

Bir sektör veya meslek grubunun bu derece yerlerde sürünmesinin temelinde, medya patronlarının ve patronların gazete ve televizyonlarında çalışanların siyasetin emrine girmesi yatmaktadır. Adeta siyasi aktörlerin tetikçiliğini yapma görevini üstlendiklerine dair kamuoyunda yaygın bir kanaat var.

Günümüzde medya sektöründe farklı kişiler yer alsa da medya adeta tek elden yönetiliyor. O kadar çeşitli gazete ve televizyona rağmen farklı haber görmek mümkün değil. Hiç böylesini görmemiştim. Eskiden sektörde birden farklı patron olur, gazete ve televizyonlar farklı haber vermede yarışırlardı.

Araştırmacı gazetecilik diye bir şey vardı. Gazeteci iz sürer, yaptığı haberle gündem olurdu. Başta siyaset olmak üzere tüm sektörler gazetecilerden çekinirdi. Şimdi ise masa başı ve bir elden servis edilen haberlerle yetiniliyor. Kimse gazeteciden çekinmediği gibi gazeteciler ekmeğimden olurum korkusu yaşıyor.

Siyasilere soru soran, onları terleten gazeteci kalmadı. Gazetecilere soracağı sorular önceden verilir oldu.

Eskilerin eleştiren, araştıran, farklılığa imza atan, kamuoyunu bilgilendiren ve doğru haber veren gazetecilik tarihe karıştı. Adeta gazeteciler uslu çocuk oldu. Çoğu birer devlet memuru gibi görev yapıyor.

Eskiden de yalan yanlış ve yanlı haber olurdu ama küçük bir araştırmayla gerçek su yüzüne çıkardı. Gazeteciler arasında çıkar kavgası yaşanır, birbirlerini kıyasıya eleştirirlerdi. Bu atışmadan gerçekler su yüzüne çıkardı. Birçok yolsuzluklardan bu yol ile haberdar olunurdu.

Bazı siyasi partiler televizyonlara parti temsilcisi bile göndermiyor. Partisini anlatma görevini bazı gazeteciler yerine getiriyor. Gazeteci değil, partinin basın işlerinden sorumlu kişisi. Partiyi ve şcraatlarını onlar anlatıyor. Eleştirilere onlar cevap veriyor. Adeta trol. Partili gazeteci görmüştüm de parti adına çalışan gazeteci hiç görmemiştim.

Hasılı günümüzde gazeteciden değil, gazetecinin çekindiği bir durum söz konusu. Eskiden basının diline düşmeyelim endişesi yaşanırdı. Şimdi ise siyasetin, ülke gündeminin gerçekleri gazeteciler eliyle üstü örtülür oldu.

Eskiden çalıştığı gazetenin çıkarına aykırı olan gazetecinin görevine son verilir. Gazeteciye bir başka patron iş verir. Gazeteci işsiz kalmazdı. Şimdi ise dışlanan gazeteci neredeyse hiçbir yerde yazıp çizemez oldu.

Gazetecilik ve medya eskiden de yüz güldürmezdi ama bir güç idi. Şimdi ise gazeteler bir güce yaslanarak ayakta duruyor.

Hasılı gazetecilik ve medya hiç olmadığı kadar etkisiz ve itibar kaybına uğradı.

Halbuki benim bildiğim gazeteci aykırı olur, eleştiren, haksızlığa karşı çıkan olur. Tıpkı evin ergeni gibi. Evin ergeni, ailenin isyanlara oynayan çocuğu olur. Aile ondan çekinir, o ise kimseden ve hiçbir şeyden korkmazdı. Şimdinin gazeteciliği ise bırakın ergenlik dönemini, ergenliğini bile yaşayamıyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde