25 Ocak 2020 Cumartesi

Çok Ders Almadığımız Görülüyor *


Cuma akşamı 20.55'de merkez üssü Elazığ Sivrice olan 6.8 şiddetindeki depremde, şu ana kadar vefat edenlerin sayısı 35, yaralıların sayısı 1607, enkaz altından sağ kurtarılanların sayısı 45 kişi olarak açıklandı. Yazıyı kaleme aldığımda AFAD yetkililerinin enkaz altından canlı arama ve kurtarma çalışmalarında sona yaklaşılmıştı. 

Deprem ülkesi olan ülkemizde, geçmişten günümüze bazı dersler çıkardığımız anlaşılmaktadır:
1.Önceki depremlere göre devlet daha bir organize ve daha hızlı. Devletin kurum ve kuruluşları arasında bir koordinasyon söz konusu. Bakan seviyesinde devlet yetkilileri kısa zamanda deprem bölgesine ulaştı. Devlet, vatandaşını yerinde ve zamanında bilgilendirmekte. Deprem bölgesine yapılacak her türlü yardımın AFAD eliyle yürütülmesi sağlandı.
2.TV'lerimiz tam puan aldı. Yetkili ve uzmanları kanallarına misafir ederek vatandaşı bilgilendirdi. Felaket tellallığı yapılmadı. Vatandaşın ne yapması gerektiği konusunda anlık bilgilendirme ve uyarılar yapıldı.
3.Önceki depremlerde çöken GSM operatörleri çökmedi. Bunda yetkililerin zorunlu olmadıkça telefon görüşmesi yapılmaması, bunun yerine internet alt yapısının kullanılması uyarıları etkili oldu. Vatandaş, internet aracılığıyla haberleşti.

Depremin sevindirici ve bizi teselli eden yönü;
1.Depremin kırsalda meydana gelmesi,
2.Depremin akşam saatlerinde olması ve bizi uykuda yakalamaması,
3.Enkaz altında kalan ve ölenlerin sayısının fazla olmaması.

Tüm bunlara rağmen depremlerden çok ders çıkarmadığımız görülmektedir. Çünkü deprem yönetmeliğine rağmen hala yıkılan binalarımız (75) var ve enkaz altında kalan insanlarımız çıkıyor. Hala binalarımız yıkılıyorsa bu bizim ayıbımızdır. Enkaz altında kalmış insanlarımızın olmasının masum ve makul bir tarafı olamaz. Fakat gel gör ki bizim binalarımız çürük. Bırakalım 6.8 şiddetindeki bir depremi, 5-6 şiddetindeki depremlerde bile binalarımız yerle bir oluyor. Çünkü deprem yönetmeliğinden önce yapılan binalarımız, depreme dayanıklı hale getirilmedi. Halen depreme dayanıklı olmayan binalarımız depreme dayanıklı olan binalara oranla daha fazladır. Bu da bizi öldürmeye devam ediyor. Bu kafayla gidersek organize, iletişim, bilgilendirme ve yardımlaşmada  yine sınıfı geçeriz ama sağlam olmayan mevcut binalarımızla sınıfta kalmaya devam ederiz. 

Aslında binalarımızı sağlamlaştırsak depremlerde organizasyona, koşuşturmaya ve yardımlaşmaya ihtiyaç kalmayacak. İnsanlar depremle beraber  beşik gibi sallanmaya devam edecek, ama evlerine ve işyerlerine güvendikleri için evlerini terk etmek zorunda kalmayacaklar. Böyle günleri görebilecek miyiz? Bizden daha yıkıcı depremlere maruz kalan ama sallanırken dahi işine devam eden ve soğukkanlılığını koruyan Japonya vb. ülkeler gibi olabilecek miyiz? Bu hantallığımız ve aymazlığımızla zor görünüyor. Çünkü biz hala kaçak binaların sağlamlığına bakmadan, imar barışından para kazanma yoluna gidiyoruz ve depremlerde ölmemeyi  istemek ve beklemek İslam dünyasına lüks görünüyor.

Bu vesileyle depremde vefat edenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Allah beterinden saklasın.

*27/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Şimdi Yaraları Sarma Zamanı

Cuma akşamı Türkiye, şiddeti birçok ilden hissedilen Elazığ-Sivrice merkezli 6.8 şiddetinde bir depreme maruz kaldı. Yapılan ilk açıklamalara göre Elazığ ve Malatya’da vefat edenlerin sayısı 35 olarak açıklandı. Hastanelere intikal eden yaralı sayısı 1607, enkaz altından sağ çıkarılan sayısı ise 45 olduğu bildirildi. Depremin ikinci (Pazar) günü öğle saatlerine kadar enkaz altında kalanları kurtarma çalışmaları devam etti. Bundan sonra yıkılan binaların enkazını taşıma işine ağırlık verilecek.

Devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla deprem bölgesine ilk saatlerde seferber oldu. Temennimiz odur ki ölü sayısında bir artış olmaz. Bu yıkıcı depremin ardından tesiri büyük başka deprem olmaz. Kışın etkisini fazlasıyla hissettirdiği bugünlerde evine giremeyen, evi yıkılan insanlarımıza büyük geçmiş olsun derken onlara sabırlar diliyorum. Yaralılara acil şifalar, vefat edenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Allah yardımcıları olsun. Bu kışta imtihanları daha büyük olacak. Allah, üstesinden kalkamayacakları yük vermesin. Bölgenin acısı milletçe bizim acımızdır ve acımız büyüktür. 

Büyük depremin verdiği zayiatı, ilerleyen gün ve saatlerde daha net öğrenmiş olacağız. Bu doğal afette bizi teselli eden, devlet ve STK'ların dimdik ayakta olmasıdır. Türkiye'nin her bir köşesinden bölgenin imdadına koşulmuş ve yardımlar ulaştırılmıştır. TV'lerimiz, vatandaşı an be an doğru bir şekilde bilgilendirmiştir. Devletiyle, milletiyle yaralar sarılıyor. İnşallah milletimizin birlik, beraberliği ve dayanışmasıyla bu yıkıcı afeti de atlatacağız. Depremin insanımızı uykuda yakalamaması ölü sayısının artmasının önüne geçtiğini düşünüyorum.

Etkisi 7 kuvvetinde hissedilen 6.8 şiddetindeki depremin sıcaklığını iliklerimize kadar hissettiğimiz bu zaman aralığında, belki zamanı değil ama bizden bir parça olan depremlerimiz üzerine birkaç kelam etmek istiyorum. Bizden bir parça dedim. Çünkü ülkemiz bir deprem bölgesi. Az bedel ödemedik bugüne kadar. Nice insanımızı enkazların altında kaybettik. Bu kadar bedel ödememize rağmen enkaza dönen koca koca binaları görünce çok ibret ve tedbir almadığımız görülüyor. 1999 Marmara depreminden bu yana 20 yıl geçmiş olmasına rağmen hala musibetlerden ders çıkarmadığımız anlaşılıyor. 99 depreminden sonra yeni yapılan binaların depreme dayanıklı olması için gerekli mevzuat çıkarıldı. Yeni binalar buna göre yapıldı ama 99 öncesi yapılan binalar, her depremde yeni canlar almaya devam ediyor.

Deprem sadece bizim ülkemizde değil, başka ülkelerde de oluyor. Çünkü bizim gibi birçok ülke de deprem ülkesi ama o ülkelerde -özellikle İslam dünyası dışındaki ülkelerde- daha şiddetli depremler olmasına rağmen onlarda kimse ölmüyor. Çünkü binaları yıkılmıyor. Haliyle ölen de olmuyor. Deprem öldürmez, binalar öldürür sözünü bir kez daha yaşayarak öğrenmiş olduk.

Kıyametin küçük bir provası olan büyük ve yıkıcı depremlerden Allah milletimizi korusun. Şimdi yaralarımızı sarma zamanı. Hepimize geçmiş olsun.

24 Ocak 2020 Cuma

Terör Örgütünün Siyasi Ayağı *


Terör örgütünün siyasi ayağı var mı, yok mu bilmiyorum. Ama bu konu siyasi parti mensupları tarafından rakiplerini köşeye sıkıştırmak için zaman zaman ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur. Ben bu yazımda siyasi ayak üzerinde durmayacağım. Meramımı anlatmak için aşağıda iki hikayeye yer vereceğim. Niyetim bu kıssalardan hisse alınsın.

“Çin’de açlık ve susuzluktan bitkin düşmüş bir ihtiyar, dayanamayıp bir armut çalar. Yakalanıp imparatorun karşısına çıkarılır. Hırsız, ‘Çok aç olduğum için dayanamayıp çaldım ve yedim. Beni affederseniz, size paha biçilmez bir armağanım olacak’ der ve avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatır. ‘Bu çekirdeği ekerseniz, bir gün içinde altın meyve veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz,’ der. İmparator, ‘Ek o zaman. Şayet altın meyve verdiğini görünce seni affederim’ deyince suçlu, ‘Efendim! Bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım. Bu tohumu sadece ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler, tarif edilemez acılarla öldürür. Bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz.’ cevabına imparator, irkilir ve suratını asar. ‘Bunu başbakan eksin’ emrini verir. Başbakan da tohumu ekmekten kaçınır, bin bir bahane ile ‘şu eksin’ deyip tohumu hazinedar başına uzatır, hazinedar başı da başka gerekçelerle yardımcısına, yardımcısı diğer devlet erkanına uzatır. Ama her biri tohumu ekmekten kaçınırlar. Bütün bu olup bitenleri izleyen imparator, ‘Hadi bakalım, bu hırsıza tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim." diyerek cebinden çıkardığı altını suçluya uzatır. Yanındakilerden de birer altın vermelerini emir verir ve hırsıza dönerek ‘Çek git buradan be adam! Bugünlük bu ders hepimize yeter,’ der.”
***
“İsa mabede girince, Yazıcılar ve Ferisiler kendisine zina suçu işlemiş bir kadın getirdiler. Aralarında dediler: ‘Eğer onu kurtarırsa, bu Musa’nın kanununa aykırıdır ve böylece onu suçlarız; eğer mahkûm ederse, bu kendi akidesine aykırıdır, çünkü o merhameti tebliğ etmektedir. Bu şekilde İsa’ya varıp dediler: ‘Muallim! Bu kadını zina ederken bulduk. Musa, böylesinin recmedilmesini emretmişti. Buna sen ne dersin?’
Bunun üzerine İsa eğilip parmağıyla yerde bir ayna yaptı ve içinde herkes kendi kötülüklerini gördü. Cevap için sıkıştırırlarken İsa, doğrulup parmağıyla aynayı gösterdi ve dedi: ‘Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın.’ Yeniden eğilip aynayı çizdi.
Bunu gören insanlar, en yaşlısından başlayarak bir bir çıktılar, çünkü kirli işlerini görünce utanıyorlardı.
İsa yeniden doğrulup, kadından başka kimseyi göremeyince ‘Kadın! Seni ayıplayanlar nerede?’ dedi.
Kadın ağlayarak ‘Rab! Gittiler. Eğer beni bağışlarsan, Allah sağ ve diridir ki bir daha günah işlemeyeceğim.’ dedi.
O zaman İsa: ‘Allah’ı tespih ederim. Huzurla yoluna git ve bir daha günah işleme. Çünkü Allah beni, seni mahkûm etmek için göndermedi.” (Barnabas, 201)

Bence imparator ve üst düzey adamları masum olmasalar da dürüst imişler. En azından günü kurtarmak için tohumu ekmeye ve adamı suçlamaya kalkmamışlar. İkinci hikayede kadını zina ile suçlayan Yazıcılar ve Ferisiler de çok dürüstlermiş. Çünkü İsa peygamber, en masumunuz taşı atsın deyince hepsi başını öne eğip taşı atmadan çekip gitmişler.

Gerek terör örgütü konusunda gerek diğer alanlarda olsun, kendisini çok masum görüp diğerlerini karalamaya ve sıkıştırmaya çalışanlar! Bir samimiyet sınavına var mısınız? Alın elinize tohumu veya taşı. Hanginiz masumsa meyvenizi görmek için ister tohumu ekin, ister taşı atın. Aranızdaki anlaşmazlıklar ve ithamlar böylece nihayete ersin. Bu işleri yaparken bu konuda sizden tek istenen, dürüst davranmanızdır.

*01/02/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.