22 Eylül 2019 Pazar

"Kur'an Okumak İstemiyorum"

—Azizim, dinimi daha iyi ve doğru öğrenmem için bir kitap tavsiye eder misin?
—Kur'an kitabını oku.
—Çok isterdim ama onu okumak istemiyorum.
—Sebep?
—Ne olur ne olmaz, ağrımaz başımı ağrıtmayayım.
—Niye ağrısın ki?
—Bugünlerde Kur'an okuyanların başı dertte. Neme lazım.
—Niye başın derde girsin. Herhangi bir kitap değil, yazarı tartışılır biri değil, içerisinde şüphe yok. Sen dinini öğrenmek istemiyor muydun? Müslümanların asli yemek kaynağı bu. Bundan iyi kitap mı olur? Hem sonra kim ne desin?
—Anlıyor ve biliyorum ama farz et ki ben dediğin gibi Kur'an okumaya başladım. Birileri beni Kur'an okurken görse ne der?
—Ne diyecek? Allah kabul etsin der.
—Öyle diyen çıkar. Ya Kur'an okuduğumu gören biri bu adam "Hadis düşmanı, sünneti inkar ediyor" derse o zaman ben ne yaparım?
—Niye desin ki? Sen hadis düşmanı mısın?
—Değilim elbet!
—Eee o zaman?
—Biliyorsun bugünlerde "sünnetsiz, hadisleri kabul etmiyor, işine geleni kabul ediyor, işine geleni kabul etmiyor" ithamları moda. Hele böyle bir adım çıksın, ehli sünnet düşmanı da derler. Ondan sonra uğraş dur. Yeter ki biri desin ve seni hedef göstersin. Yemin billah etsem, ekmek-mushaf çarpsın ben hadis düşmanı değilim desem de kimseyi ikna edemem. 
—Biraz abartmıyor musun?
—Hiç bile...Sanırım gündemi pek takip etmiyorsun? Şayet gündemi takip etseydin bana hak verirdin. Çünkü "sünneti kabul etmiyor, hadisleri reddediyor" denilenlerin sayısı az değil. O yüzden "hadis inkarcısı" damgası yemek istemiyorum. 
—Bu durumda ne yapacağız?
—En iyisi Kur'an okumamak bana göre. 
—Yanlış düşünüyorsun? Birilerine kızarak Kur'an okumamak olur mu? Birilerinin kınamasına aldırmamak lazım.
—Aldırdığım yok. Ama algılarla yaşadığımız günümüzde kimseyi çekemem bu durumda. Kimse kimseyi dinlemiyor ve anlamak istemiyor. Birbirimize hep belden aşağı vuruyoruz. Niyet okuyuculuğu yapıyoruz hep. Didişiyoruz birbirimizle. Midemiz götürse birbirimizi yiyeceğiz.  Bir de hedef gösteriyoruz. İşin garibi kafir ve İslam düşmanları bizim ortak hedefimiz değil. Tüm derdimiz birbirimizi alt etmek üzerine kurulu. Faydası olmayan bu tartışmada biz bize yeteriz, düşmana ihtiyacımız yok.

21 Eylül 2019 Cumartesi

Günümüzün Geçer Akçesi: FETÖ ***

2000'li yıllarda Adana'da çalışırken bilgisayar laboratuarında bilgisayar ile iştigal ettiğimi gören bazı meslektaşlarım bana "Senden nasıl kurtulacağız" derlerdi gülerek. Ben de bunun kolayı var. Bugünlerin geçer akçesi Hizbullah'tır. Beni Hizbullahçı diye şikayet edersiniz. Polis sorgusuz, sualsiz götürür. İçeride ben kendimin Hizbullahçı olmadığımı anlatıncaya kadar aylar, yıllar geçer. Siz de böylece kurtulmuş olursunuz derdim. Onlar da bana "Aman hocam, ağzını hayır aç, bunun şakası bile kötü" derlerdi.

Hizbullah davaları bitti. Kimi ceza aldı; yattı çıktı, kimi aldığı ceza ile hala yatıyor; kimi girdi, uzun süre tutuklu kaldıktan sonra yargılanıp çıktı. Yazılı ve görsel medya günün ilk flaş haberlerini Hizbullah ile açtı, yapılan operasyonları verdi. Şimdilerde Hizbullah operasyonları  yapılmaz oldu. Ne devlet hatırlıyor ne de halk.

2013 yılından itibaren gündemimizde güncelliğini hiç kaybetmeyen FETÖ var. Önceleri Paralel Yapı diye bilinen bu örgüte birkaç yıldır FETÖ diyoruz. Altı yıldır gündemden düşmeyen bu örgüt, böyle giderse uzun süre güncelliğini sürdüreceğe benziyor. Hizbullah lokal bir bölgede yapılanmış, operasyonlar o bölge ile sınırlı tutulurken FETÖ yurdun her bir köşesinde örgütlenmiş görünüyor. FETÖ adına yapılan operasyonlardan etkilenmeyen kesim yok gibi. Kimi KHK ile ihraç edilirken kimi hala açıkta bekliyor, kimi tutuklu, kimi ceza almış, kiminin cezası daha verilmemiş. Gün geçmiyor ki FETÖ adına operasyon yapılmamış olsun.  Hiç alakası olmayanlar bile FETÖ ile ilgili yapılan operasyonlardan veya ithamlardan nasibini alıyor. En hafif geçiştiren "Bu, FETÖ'cü ağzı... Bu FETÖ'cülerin yöntemi" ithamına maruz kalıyor. FETÖ'cü damgası yiyen ya bulunduğu makamdan ediliyor ya da geçeceği makamdan oluyor. Çünkü iftira, itham ve şüphenin sınırı yok. Kişi de hiç FETÖ bulaşığı olmasa bile atılan çamurun izi kalsa mantığı güdülüyor. İşin garibi FETÖ ile mücadele edenler de bundan nasibini alıyor. Birilerini FETÖ'cülükle itham edenler de FETÖ'cü damgası yemekten kendisini kurtaramıyor. Günümüzün geçer akçesi ne de olsa.

Toplum olarak öyle bir cendereden geçiyoruz ki kendisini bundan kurtarabilene aşk olsun. Masum olduğuna inandığın birine bile referans olamıyorsun. FETÖ'cülükle suçlanmış isen suçsuz olduğuna inananları bile yanında bulamıyorsun. FETÖ'cülükle itham edilen birinin FETÖ'cü olmadığına şehadet etsen "Sen böyle diyorsun ama bunlar kendini belli etmez, kripto olabilir, ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Niçin bana ithamda bulunmuyorlar" cevabı alıyorsun. Bu kişi kendi halinde bir memur. Nasıl FETÖ yöneticisi olur diyorsun. "Efendim, bu yapı çok sinsi. Değişik bir yapılanma şekli var. Pekala rektörlere, komutanlara emir veren bir yönetici olabilir" deniyor. Bir tanıdığım var, çok iyi biri. FETÖ'cülükle itham edilmiş diyorsun. "Bunların hepsi iyi zaten" cevabı alıyorsun.

Kamuya eleman alımında veya yönetici seçiminde ilk yapılan, FETÖ'cü mü araştırmasıdır. Kazara biri sana FETÖ'cü demişse isminin üstü çizilmen için yeter de artar bile.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Ama örnekleri çoğaltmanın pek de bir anlamı yok. Kim ne kadar FETÖ'cü, kim suçlu, kim masum bilmiyorum. Bildiğim bir şey FETÖ konusunda toplum olarak bir paranoya durumu yaşadığımızdır. Bir diğer husus da FETÖ konusunda bu gidişat, bu mücadele tarzının sonunun hiç hayır olmayacağıdır.

***24/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.



20 Eylül 2019 Cuma

Devletin Kendisi Olan Partiler ***

Milletimizin çoğunluğu Cumhuriyet Halk Partisine mesafelidir. Tek parti döneminde yaptıklarından dolayı halk, çok partili sisteme geçtiğimiz andan itibaren bu partiyi tek başına iktidara bir daha getirmemiştir. Bu parti zaman zaman koalisyon ortağı olarak iktidara gelse de bu iktidarları uzun ömürlü olmamıştır.

Halkımızın ekserisi CHP'ye niçin mesafelidir? Değişik sebepler söylenebilir. Bence en önemli sebebi, CHP'nin devletin kendisi olmasıdır. CHP uzun yıllar devlet ile özdeşleşmiştir. Uzun süre iktidar olan partilerde bu risk daima vardır.

2002'de AK Parti iktidara geldi. Devletin kendisiyle, kendisinin de devletle barışık olmadığı AK Parti, uzun yıllar devlet ve devletin kurumlarıyla mücadele etti. Her mücadelesi bu partiye artı puan kazandırdı ve arka arkasına iktidara geldi. Bugün AK Parti ile mücadele eden ya da AK Partinin mücadele edeceği bir devlet kurumu kalmadı. Bu durumu bazıları iyi görebilir ama bu durum AK Parti için hiç iyi değildir. Çünkü devletin kendisi olma yolunda hızla ilerliyor.

Neden derseniz? AK Parti halkın, olmasını istediği birçok konuyu iktidar olduktan sonra yerine getirmek istedi. Ama karşısına YÖK çıktı, Anayasa Mahkemesi çıktı, bazen Yargıtay-Danıştay çıktı, kimi vakit askeriye çıktı. Böylesi durumlarda halk, sorunu çözemediğinden dolayı AK Partiyi suçlamadı, engel olan kurumlara tavır aldı. AK parti yapmak istediklerini zamana yayarak daha sonra yaptı. Kendisiyle uğraşan ne kadar kurum varsa zamanla pes etti.

Şimdi AK Partinin önünde devletin içinde kendisine engel çıkartacak, sorun olacak hiçbir kurum kalmadı. Sorunlar bitti mi? Hayır. Ülkenin sorunları biter mi? Yığınla sorunu var bu ülkenin. Halk, hükümetten bu sorunları çözmesini bekliyor. Sorunlar çözülemeyince halk eskisi gibi kurumları suçlamıyor, hükümeti suçluyor. Çünkü sorunu çözmesi veya bir isteğin yerine gelmesi için hükümetin önünde, kendisinden başka bir mânia yok. Partinin kurumlarla barışık olmadığı zamanlar olsaydı “Ne yapalım, Anayasa mahkemesi çıkardığımız kanunu iptal etti, Cumhurbaşkanı kanunu geri çevirdi, asker bu işe sıcak bakmıyor…” derdi. Şimdi ne diyecek? Çünkü AK Parti bütün kurumlarla uyumlu ve tüm kurumlar emrinde. Eskiden iktidardı ama muktedir değildi. Şimdi hem iktidar hem de muktedir. Bu sefer beklentilere cevap verilemeyince halk tüm okları AK Partiye çeviriyor.

Burada halkımızın devletle meselesi var anlaşılmasın. Halkımız devletini sever ve devleti için gerekirse canını verir. Çünkü devleti ebed müddet görür. Yine halk için devlet babadır aynı zamanda. Hepsi bu kadar…

Hasılı her parti için iktidar olmak iyidir ama uzun süre iktidar olanları bekleyen en büyük tehlike, iktidarın devletin kendisi olmasıdır. Çünkü devlet olmak demek halka yabancılaşmak demektir, yozlaşmak demektir. Her ne kadar AK Parti halkın değerlerine yabancı değilse de hep zirvede olması, halk ile arasına mesafe koydurur, halkı okuyamaz hale getirir. Parti kendisini yenileyemez ve kendisini tekrarlamaya başlar. Bu da ülkede memnuniyetsizlerin sayısını her geçen gün artırır. Bugün AK Partinin yaşadığı bu olsa gerek. Demek istediğimden “İktidar olan yıpranır” anlamı çıkarılmasın. Bu durum yıpranmışlıktan öte başka bir şey. Aman dikkat!

***16/06/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.