8 Ekim 2018 Pazartesi

Suç İşleyenleri Suudi Arabistan Konsolosluğuna Gönderelim *


Suudi Arabistan Veliahdı Prens Muhammed b.Selman’a muhalifliğiyle bilinen Suudlu gazeteci Cemal Kaşıkçı Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna girdikten sonra bir daha çıkışı olmadı. Suudi yetkililere göre Kaşıkçı Büyükelçiliğe geldikten sonra çıkıp gitti. Ama çıktığını ne gören var ne de kameralarda görüntüsünü. Günlerdir gizemini koruyan bu esrarengiz olay hala aydınlanmış değil. Kayıp gazetecinin öldürüldüğü söyleniyor.

Kaşıkçı’nın konsolosluğa gitmeden bir gün önce Suudi Arabistan’dan 15 kişilik bir timin geldiği, gazetecinin kaybolduğu haberleri ortaya çıkınca da bu timin tekrar Suudi Arabistan’a döndüğü yazılıp çiziliyor gazetelerde. Anlaşılan kayıp gazeteci söylendiğine göre hunharca öldürüldü. Ama orta yerde ceset yok.

Cinayeti Suud’dan uçakla gelen timin öldürdüğü ve cesedi de parçalayarak yanlarında götürdüğü gelen rivayetler arasında. Hem Suudlu hem de Türk yetkilileri tarafından resmi bir açıklama yapılmayınca kayıp gazeteci ile ilgili rivayetler orta yerde dolaşıyor.

Anladığım bu cinayet Suudi-Amerika yapımı bir organizasyona benziyor. Demek ki kalemi kırılan gazeteci konsoloslukta öldürülecek ve cesedi kim vurduya gidecek veya öldürülmeyecek; gelen 15 kişilik heyet onu canlı olarak ülke dışına kaçıracak. İyi de bunun için niçin Türkiye seçildi? Bu adam Amerikan Post gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor. ABD’de oturma izni varmış. Belki ülkesi Suudi Arabistan’a da gidip geliyordur. Bu esrarengiz olaya niçin Suudi Arabistan’da veya ABD’de başvurulmadı?

Konu Suudi Arabistan olunca her şey beklenir bunlardan. Kaç tane prensleri kaçırıldı, günlerce otellere kapatıldı. Lübnan Başbakanı Hariri Suudi Arabistan’da başbakanlıktan istifa ettiriliyor ve ülkesine 17 gün sonra dönebiliyor. Adamlar çöl iklimine uygun bir şekilde bu asırda bedevice yaşamaya devam ediyorlar. Ne kanun işler bunlar için, ne kural ne de nizam. Aynen çöl kanunu hakim.

Cinayet veya kaçırma işinde olay yeri olarak İstanbul seçilmesi manidar olmaya manidar. Bu iş için İstanbul seçildiğine göre altından ne Çapanoğlu çıkacak, belki de bu iş üzerimize ihale edilecek. Bunu da zaman gösterecek. Umarım gazeteci öldürülmemiş, kaçırılmıştır. İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılır.

Şimdi gelelim bu şerden bir hayır çıkarmaya. Kaşıkçı olayını Türkiye’de suçluları terbiye etmek için kullanabiliriz. Sık sık suç işleyen veya suç işlediği halde kanun gereği “Adli Kontrol Şartı” ile serbest bırakılan kişilere “Bak bir daha uslu durmaz, suç işlemeye devam edersen bundan sonra seni Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna göndeririz” diyerek aba altından sopa gösterebiliriz. Bu tehdidin sürekli suç işleyenler nezdinde caydırıcı olacağını düşünüyorum. Çünkü kim ister Kaşıkçı’nın başına gelenin kendi başına gelmesini!

Bence bu yöntem denenmeye değer. Bakın bakalım ülkemizde suçlar azalır mı çoğalır mı? Kanaatimce ortalık süt liman olur. Biz de böylece rahat ederiz.



* 10/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



7 Ekim 2018 Pazar

10 Günde 10 Kıyafet

Kursun son gününde iki haftalık çalışmalarımızı bir dosyanın içine koyarak kurs hocamıza teslim etmek için çabalarken yanımdaki arkadaş, "Şu giydiğin pantolonu kaç gündür giyiyorsun. Bak hocamıza! Bir giydiğini bir daha giymedi. 10 günde 10 farklı kıyafet giydi geldi" dedi. 

Bir kendi pantolonuma baktım bir de hocamızın kıyafetine. Doğru söylüyordu kursiyer arkadaşım. Düşündüm hocamız her gün yeni bir kıyafetle gelmişti. Ben ise bulduğunu giyen ve kirlenmediği müddetçe de kolay kolay değiştirmeyen biriyim. İç çamaşır, çorap ve gömlek/penyeyi bir veya iki günde bir değiştiririm de iş pantolona gelince ortalama bir hafta giyerim. Giyerim ama giydiğime bakarım, ulu orta her yere oturmam. Bir banka veya sandalyeye oturacağımda temiz mi diye ilk önce elimde kontrol ederim. Tozlu ise ayakta durur, oturmam. Yere, taşa, betona, çime mümkün değil oturmam. Ayaklarıma kara sular iner, yine oturmam. Pantolonum kirleneceğine ayaklarım çeksin çileyi. Hocamızın maşallahı var! Sahneye inip çıkılırken herkesin ayağını bastığı yere hiç yabancılık çekmedi oturdu. Niye oturmasın ki nasılsa her gün elbisesini değiştiriyor. Benim gibi özen göstermesine gerek yok yani. 

Giydiğim pantolonu özene-bezene temiz giymeme rağmen eşim çoğu zaman pantolonunu yıkayayım der, çoğu zaman da benden habersiz makineye atar. Yeni bir pantolon giymek benim için bir işkence. Gardıroptan yeni bir pantolon bulacaksın, ardından kemeri takacaksın, diğer pantolondan çıkarılan para-pul, anahtar, cüzdan vs'i yeniden yerli yerince yerleştireceksin. Uzun iş yani. Üşengecim bu konuda anlayacağınız. Haydi pantolonu değiştirdik diyelim. İşin içinde bir de pantolona uygun gömlek veya penye giymem gerekiyormuş. Renkten, desenden, uyumdan anlamam ki! Ne bulursam giyerim. Giydikten sonra da iş bitmiyor ki! Az sonra hanım gelir, bu gömlek bu pantolona uymamış, şunu giy der. Aldım mı başına belayı! O tek tek iliklediğin düğmeleri yeniden çözeceksin, sonra uyan gömleği giyeceksin ve tekrar düğme ilikleyeceksin, ardından gömleğin uçlarını pantolona girdireceksin.  Uzun iş yani! Gördüğünüz gibi pantolon değişimi başlı başına bir dert benim için. 

Konumuz 10 günde 10 kıyafet değiştiren hocamızdı. Nedense kendimi anlatmaya döndü iş. Severim ne de olsa kendimden bahsetmeyi.

Gelelim hocamıza! Maşallah gardıropu epey zengin olmalı. Altlı üstlü birbirine uyumlu bir giydiğini bir daha giymediğine göre öyle zannediyorum tüm giyeceklerini  koymak için bir gardırop yetmez. Evinde birden fazla elbise dolabı olmalı. Bu demektir ki evi elbise mağazası. Biz kendisini 10 gün gördük. Durum aynen böyleydi. İyice kanaat getirdim ki bize  gün be gün gelse her güne yeni bir kıyafetle gelecek. Parası elbise almaya yeterli demek ki. Belki de yemiyor, içmiyor; durmadan elbiseye para veriyor. Keşke iş sadece elbiseyle kalsa! Bu işin bir de makyajı var. Her gün boyanacaksın.  Herhalde bu makyaj malzemeleri bedava değildir. Bitmedi, saçını yaptıracaksın. Modayı takip eden elbise, makyaj, saç yaptırma herhalde bunlar sudan ucuz değildir. Ayakkabısına bakmadım. Zira hep başına baktım. Kuvvetle muhtemel her gün giydiği kıyafete uygun olarak ayakkabısını da değiştirmiştir. 

Bir ona baktım bir de kendime. Dedim: Ramazan! Sen bedava yaşıyorsun. Herhalde sen o kadar elbise alsan evinin yolunu bulamazsın. 07.10.2018

"Öze Dönüş Hareketi" mi Dediniz?


Bir memur sendikasının önceki seçim sürecine "Öze Dönüş Hareketi" sloganıyla yola çıkanlar vardı. Delege ve yönetime gelmek istemelerini "Mevcut yönetimin sendikanın ilk kuruluş felsefesinden uzaklaştığını, bundan dolayı sendikayı yeniden fabrika ayarlarına döndürmek gerekir" diyerek kimi delege, kimi de ilçe ve il yönetiminde görev almak için üyelerinden kendilerine oy vermelerini istemişlerdi. Özellikle sosyal medyayı çok güzel kullanmışlardı. 

Taraf olmamakla beraber seçim sürecinin  bir fazilet mücadelesi olmasını temenni ettim ve sosyal medyada taraflara "Aynı davaya gönül vermiş neferlerisiniz. İşin içinde kazanmak da var, kaybetmek de. Bu süreçte kazanmak amacıyla birbirinin yüzüne bakamayacak söz ve fiillerden kaçının. Kazanan, 'Ezip geçtik' demesin. Kaybeden de küsüp gitmesin. Kazananı tebrik etsin" şeklinde yazıp çizdim. Maalesef süreçte iftiralar, birbirine çalım atmalar oldu. Seçime girdiler ve "Öze Dönüş Hareketi" seçimi kaybetti. Olabilir. Çünkü  seçimlerin bir kazananı bir de kaybedeni olur. Bu da doğaldır.

Seçim sonrasında kırgınlık ve kızgınlıklar oldu. Kimi dışlandı. Maalesef bir erdem yarışı olsun temennim gerçekleşmedi.

Yine bir seçim dönemi geldi çattı. "Öze Dönüş" sözü yok kimsenin ağzında. Özellikle sendikayı asli amacına döndüreceğiz diye yola çıkanlardan tık yok. Üstelik çoğu mevcut yönetimin şemsiyesi altına girdi, ya delege olmak ya da yönetimde görev almak için. 

Merak ettiğim "Öze Dönüş Hareketi" bu işin neresinde? Öze Dönüş dedikleri geçici bir heves miydi ya da hata mıydı? Ya da öyle bir şey yok da göz boyamaca mıydı? Mevcut yönetim kendisini hiç yenilemeden, tavır ve üslubunu değiştirmeden eskisi gibi görevlerine devam etti. Bugün eleştirdikleri yönetimin listesinde görev almaya hazır olduklarına göre o zaman bu arkadaşların "Öze dönme" gibi bir niyetleri yokmuş. Sanırım mevcut yönetim görevini layıkıyla yapmış olmalı ki bu arkadaşlar aynı listeden seçime birlikte giriyorlar. 

Kimsenin niyetini bilmiyorum ama burada bir çelişki var. Ya kendileri daha önce yanlış yoldaydı, şimdi doğru yolu buldular ya mevcut yönetimi yanlış bulmalarına rağmen yönetime göz kırpıyorlar ya da mevcut yönetim doğru yoldaydı. Demek ki "Öze Dönüş" bir hevesmiş, aslı-astarı yokmuş. Tüm mesele bir yorgan kavgasıymış. Madem böyle yapacaklardı ne diye bu güzel kelimeyi kendi emellerine alet ettiler ve kendilerine güvenenleri yüz üstü bıraktılar? 

Bari hiç olmazsa "Biz eski yönetimi tanıyamamışız, onları yanlış tanımışız, sonradan onların doğru olduğunu anladık. Bu konuda yanlış yerde olan ve yoldan çıkan bizmişiz. Önceki seçim döneminde üyelerimizi yanlış yönlendirdiğimizden dolayı özür dileriz" şeklinde biz özeleştiri yapsalar bence erdemlice bir duruş sergilemiş olurlar. Çünkü hatadan dolayı özür dilemek bir erdemliliktir. Yok biz hata yapmadık, o zaman öyleydi; öyle gerekiyordu. Şimdi de böyle gerekiyor. Biz zamanın ruhuna uygun hareket ederiz diye düşünüyorlarsa bir daha hiç öze dönmeye falan kalkmasınlar, kendilerini kaybetmesinler yeter. Bir daha kimseyi heveslerine kurban etmesinler.
Acaba tüm kavga ağızlara bir parmak bal çalmak mı idi! Öze Dönüş hareketini ağızlarına almadan yola devam etmek isteyenlerin iç hallerini, bu süreçte neler çektiğini bilmem. Benim dıştan gördüğüm maalesef iyi bir sınav vermedikleridir. İşin doğrusunu en iyi onlar bilir.

Not: 1.Bu yazıyı sendika seçim sürecinden önce kaleme almıştım. Bu süreçte eski yönetimin listesinden seçime giren bir arkadaşım aradı. Yazımla ilgili serzenişini söyledi. “Neler çektiğimizi bir bilseniz…” dedi. Kimsenin önüne taş koyma gibi bir niyetim olmadığından yazımı seçim öncesi taslağa aldım.
2.Yazımı taslağa aldıktan sonra “Öze Dönüş Hareketi”nden bir başka arkadaş aradı: “Yazınızdan bir arkadaş vasıtasıyla haberdar olmuştum. Hastanede olduğumdan yazınıza üstünkörü bakmıştım ve yazınızı çok beğenmiştim. Müsait olduğum zaman yazıyı tekrar okumak istediğimde sayfanın açılmadığını gördüm” dedi. Kendisiyle telefonda uzun uzadıya konuşma fırsatı buldum. Niçin kaldırdığımı izah etmeye çalıştım. Kendisini çok dertli gördüm. Eğer yanlış anlamadıysam “Öze Dönüş Hareketi” isminin fikir babası kendisinin olduğunu, o süreçte kendisine karşı her türlü baskının yapıldığını, deruhte ettiği görevden istifa etmek zorunda kaldığını, düzenlenen ‘Vefa Gecesi’ne davet edilmediğini, yapılanlardan dolayı gönülden bağlı olduğu sendikasından ayrılmak zorunda kaldığını, birlikte yola çıktıklarının bu süreçte çoğunun dağıldığını” anlatmaya çalıştı.  Sanırım bu arkadaşımız her iki taraftan darbe yemiş birine benziyor. Herhalde insanı üzen de beklemediklerinden gördüğü darbe olsa gerek! Yıllar geçse de insan içinden atamıyor ve derdiyle yaşıyor maalesef.
3. Seçim bittiğine göre kısmi bir düzenleme yazımı tekrar yayımlıyorum.