Ana içeriğe atla

Suç İşleyenleri Suudi Arabistan Konsolosluğuna Gönderelim *


Suudi Arabistan Veliahdı Prens Muhammed b.Selman’a muhalifliğiyle bilinen Suudlu gazeteci Cemal Kaşıkçı Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna girdikten sonra bir daha çıkışı olmadı. Suudi yetkililere göre Kaşıkçı Büyükelçiliğe geldikten sonra çıkıp gitti. Ama çıktığını ne gören var ne de kameralarda görüntüsünü. Günlerdir gizemini koruyan bu esrarengiz olay hala aydınlanmış değil. Kayıp gazetecinin öldürüldüğü söyleniyor.

Kaşıkçı’nın konsolosluğa gitmeden bir gün önce Suudi Arabistan’dan 15 kişilik bir timin geldiği, gazetecinin kaybolduğu haberleri ortaya çıkınca da bu timin tekrar Suudi Arabistan’a döndüğü yazılıp çiziliyor gazetelerde. Anlaşılan kayıp gazeteci söylendiğine göre hunharca öldürüldü. Ama orta yerde ceset yok.

Cinayeti Suud’dan uçakla gelen timin öldürdüğü ve cesedi de parçalayarak yanlarında götürdüğü gelen rivayetler arasında. Hem Suudlu hem de Türk yetkilileri tarafından resmi bir açıklama yapılmayınca kayıp gazeteci ile ilgili rivayetler orta yerde dolaşıyor.

Anladığım bu cinayet Suudi-Amerika yapımı bir organizasyona benziyor. Demek ki kalemi kırılan gazeteci konsoloslukta öldürülecek ve cesedi kim vurduya gidecek veya öldürülmeyecek; gelen 15 kişilik heyet onu canlı olarak ülke dışına kaçıracak. İyi de bunun için niçin Türkiye seçildi? Bu adam Amerikan Post gazetesinde köşe yazarlığı yapıyor. ABD’de oturma izni varmış. Belki ülkesi Suudi Arabistan’a da gidip geliyordur. Bu esrarengiz olaya niçin Suudi Arabistan’da veya ABD’de başvurulmadı?

Konu Suudi Arabistan olunca her şey beklenir bunlardan. Kaç tane prensleri kaçırıldı, günlerce otellere kapatıldı. Lübnan Başbakanı Hariri Suudi Arabistan’da başbakanlıktan istifa ettiriliyor ve ülkesine 17 gün sonra dönebiliyor. Adamlar çöl iklimine uygun bir şekilde bu asırda bedevice yaşamaya devam ediyorlar. Ne kanun işler bunlar için, ne kural ne de nizam. Aynen çöl kanunu hakim.

Cinayet veya kaçırma işinde olay yeri olarak İstanbul seçilmesi manidar olmaya manidar. Bu iş için İstanbul seçildiğine göre altından ne Çapanoğlu çıkacak, belki de bu iş üzerimize ihale edilecek. Bunu da zaman gösterecek. Umarım gazeteci öldürülmemiş, kaçırılmıştır. İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılır.

Şimdi gelelim bu şerden bir hayır çıkarmaya. Kaşıkçı olayını Türkiye’de suçluları terbiye etmek için kullanabiliriz. Sık sık suç işleyen veya suç işlediği halde kanun gereği “Adli Kontrol Şartı” ile serbest bırakılan kişilere “Bak bir daha uslu durmaz, suç işlemeye devam edersen bundan sonra seni Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğuna göndeririz” diyerek aba altından sopa gösterebiliriz. Bu tehdidin sürekli suç işleyenler nezdinde caydırıcı olacağını düşünüyorum. Çünkü kim ister Kaşıkçı’nın başına gelenin kendi başına gelmesini!

Bence bu yöntem denenmeye değer. Bakın bakalım ülkemizde suçlar azalır mı çoğalır mı? Kanaatimce ortalık süt liman olur. Biz de böylece rahat ederiz.



* 10/10/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde