2 Ekim 2018 Salı

Onurundan Hiç Ödün Vermeyen Bir Fakir

-Şaban Hen-
2005-2006 öğretim yılında Sarayönü Anadolu Lisesinde görev yaparken Van'ın Özalp ilçesinden okulumuzu kazanan Şaban isimli bir öğrenci de vardı. Kayıt yaptırmak için geleceğini telefonla söyledi. Ta Van'dan buraya gelip okuyacaksınız. Sizin için zor bir durum. Bence kayıt yaptırmasanız iyi olur. Tatillerde memlekete gidip gelme ve burada kalma sorunu yaşarsınız dedim.

Süresi içerisinde kayıt yaptırmaya geldi Şaban. Telefonda söylediğim durumu, yüzüne de söyledim. Buna rağmen yine kayıt yaptırdı.

Kalacak yer için legal olan bir cemaat yurdu ile görüştüm. "Bu çocuğun kimi, kimsesi yok, azimli bir çocuğa benziyor, maddi durumu iyi değil. Sizin yurdunuzda ücretsiz kalsın, dedim. Kabul ettiler. Ardından bu çocuk buraya ta Van’dan okumaya geldi. Okul dersleri zaten ağır, bu çocuğa cemaate ait iş yüklemeyin, eline teneke verip yardım toplamaya falan götürmeyin dedim. Tamam dediler.

Okullar açıldı. Akranlarına göre boyu uzundu. Vücutça biraz irice olan Şaban olgun tavrı, sorumluluğu ve çalışkanlığıyla kısa zamanda sınıfın en sevilen öğrencisi oldu. Sınıf onu sınıf başkanı seçti.

Sınıf defterini getirip götürdükçe halini hatırını, derslerini, yurt durumunu, ihtiyacı olup olmadığını sordum. Hiç talepte bulunmadı ve sızlanmadı. Saygıda kusur etmediği gibi hep memnuniyetini ifade etti.

Giyim-kuşamı ve giydiği ayakkabısı Serap adında Müzik öğretmenimizin dikkatini çekmiş, gelip bana söyledi, ne yapabiliriz dedi. Hoca hanım, bildiğim kadarıyla Şaban örnek bir öğrenci. Arkadaşları ve öğretmenlerimiz kendisini çok seviyor. Siz gönüllülük esasına dayalı olarak öğretmen arkadaşlardan bir yardım talep etseniz, ilk katkıyı da ben yapayım dedim. Çıkarıp cebimden bir miktar para verdim. Sağ olsun öğretmen arkadaşlar da  katkıda bulunmuşlar. Öğretmene, öğretmenim! Siz çocuğu yanınıza alarak birlikte alışveriş yapın, dedim.

Az sonra öğretmen yanıma tekrar geldi ve "Hocam! Şaban ihtiyacı olmadığını ve gidemeyeceğini söyledi” dedi. Bir gün sonra Şaban'ı yanıma çağırdım. Kendisine "Şaban, Serap Hanım'ın isteğini geri çevirmişsin. Biz bunu senin ihtiyacın olduğu için yapmadık. Öğretmenler hem ders, hem de hal ve hareketleriyle örnek bir öğrenciyi ödüllendirelim istedi. Oy birliğiyle senin ismin zikredildi. Aramızda para toplayarak senin beyefendi kişiliğini ödüllendireceğiz" dedim. Şaban biraz yumuşasa da yine kabul etmedi.

Birinci dönem sona erdi. Sınıfının en yüksek puanı Şaban'ındı. Takdir aldı. 

Tatil dönüşü Şaban iştahlı bir şekilde okula devam ederken bir gün odama geldi. "Müdürüm! Benim için bugüne kadar çok şey yaptın. Ama ben okulu bırakıyorum,  okumayacağım. Amcaoğlumla beraber Adana'da iş bulup çalışacağım, hakkını helal et, sizinle vedalaşmaya geldim, diplomamı da verir misin" dedi, elimi öpmeye yeltendi. Oturttum odama. Niçin bırakmak istediğini öğrenmeye çalıştım. Para sıkıntın mı var dedim, hayır dedi. Kaldığın yurtta bir baskı mı var dedim, hayır dedi. Biriyle bir sorun mu yaşadın dedim, ona da hayır dedi. Olması muhtemel aklıma ne geldiyse sordum. Hepsine hayır dedi. Sen şimdi git, biraz daha düşün. Üstelik ben bir şey yapmadım. Sende hakkım falan yok” dedim. Ertesi günü tekrar odama geldi: “Müdürüm! Düşündüm taşındım, okulu bırakıyorum, hakkını helal et” dedi” tekrar. Şaban! Git öğretmenlerle vedalaş gel, onların sende emeği var” dedim. Odamdan çıktı.

Şaban’ın ardından kaldığı yurdu telefonla arayarak yurt görevlilerini okula çağırdım. “Şaban bizim başarılı bir öğrencimiz, gelecek vadeden bir çocuk. Her gün bir hevesle okula gelen bu çocuk birden okulu bırakmaya karar verdi. Acaba yurdu kaldıramadı mı? Fazla yük mü yüklüyor veya baskı mı yapıyorsunuz” dedim. “Bize bir şey söylemedi, üstelik biz baskı falan yapmıyoruz” dediler.

Bir hafta boyunca her gün odama gelip benden helallik dileyen Şaban’ı ikna etmek için “Bak Şaban! Sende hakkım falan yok. Ama eğer varsa helal etmiyorum. Asla okulu bırakıp gitmeyeceksin, diplomanı da sana veremem. Çünkü 18 yaşından küçüksün, ancak veline verebilirim, dedim. Helallik konusunda benden umduğunu bulamayınca Şaban çekti gitti. Bir daha okula gelmedi.

Kayıt olurken okula verdiği adres bilgilerinden Van-Özalp ilçesindeki evlerinin telefonunu bularak ailesini aradım. Çocuğunuz okulu bıraktı, lütfen okula gelsin, dedim. “Okumak istemiyor Şaban” cevabını aldım. Kayıt esnasında bir vesileyle Özalp’ta kendisiyle ilgilenen bir öğretmenine ulaştım. Öğretmeni, “Bizde şaşırdık okulu bırakmasını” dedi.

Başlangıçta uzak olduğu için kayıt yaptırmasına pek sıcak bakmadığım Şaban’ı efendiliği ve çalışkanlığından dolayı çok sevmiştim. Ama okulunu bitirmesini sağlayamadık. Çok üzüldüm. Kendisine ulaşmaya çalıştım. Nasıl ulaşacaksın ki? Kendisine ulaşabileceğim memleketinin sabit numarası dışında başka bir telefon numarası yoktu.

Yarım dönem bizde okuyan Şaban’ı zaman zaman hatırlarım. Bana onu hatırlatan yönü Şaban’ın efendiliği, yaşından büyük olgunluğu, çalışkanlığı değildi. Fakirdi ama onurlu biri idi. Öyle zannediyorum paraya ihtiyaç duydu. Paraya ihtiyacı olduğu halde kimseye el avuç açmadı, kimseden bir şey istemedi. Ayakkabısı eski olmasına rağmen öğretmenlerinin yaptığı yardımı elinin tersiyle itti. Birden okulu bırakmak istemesinde amcaoğlunun etkisi olduğunu düşünüyorum.

Zaman zaman hatırladığım, kendisini gururla andığım Şaban’ı bana bugün tekrar hatırlatan “Göç, terör vb nedenlerle etkilenen çocuklara yönelik eğitim ve öğretimde yapacaklarımız” ile ilgili bir kursta işlediklerimizdi. Terörden etkilenen bir ailenin durumuyla ilgili bir grup çalışması yaparken nedense aklıma Şaban geldi. Kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordu o zaman Şaban'ın Şimdi ne yapıyor, ne ediyor bilmiyorum. Ama hiç aklımdan çıkmadı Şaban. Okuyamadı ama inşallah iş-güç sahibi olmuştur. Sonradan da olsa okumuştur. Kulakları çınlasın. 

Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra acaba bu öğrencimi sosyal medyadan bulabilir miyim deyip aradım. Kendisine ulaştım. Yazdığım bu yazıyı gönderdim bu yazıdaki Şaban mısın diye. Kendisi beni Messenger'den aradı. 2004 yılında babasının vefatıyla birlikte ailesine bakmak için lise 1'de okulu bırakmak zorunda kaldığını, Adana'da bir ev yaptıklarını, ailesini Van'dan yanlarına getirttiğini, nice sonra Sarayönü'ne geldiğini, tasdikname aldığını, onunla açık liseye başvurduğunu, açık liseyi 2 yılda bitirerek üniversite sınavına girdiğini, sağlık alanıyla ilgili bir bölümde okuduğunu, ikinci sınıf olduğunu, evlendiğini, iki çocuğu olduğunu, inşaat işiyle uğraştığını, mermer işi yaptıklarını anlattı. Kendisiyle telefonla da olsa görüşmekten mutlu oldum. Hem kardeşlerinin elinden tutmuş, hem okumaya devam ediyor, hem de çalışmaya devam ediyor. Allah yolunu açık etsin. 


1 Ekim 2018 Pazartesi

"Nesnel Bulgu İhtiyacı"


Almanya ile Türkiye cumhurbaşkanları ikili görüşme yaptıktan sonra düzenledikleri basın toplantısında toplantı ikili diyaloga sahne oluyor. Erdoğan "Aramızda suçluların iadesi anlaşması olmasına rağmen PKK ve FETÖ terör örgütlerine mensup suçluların Almanya tarafından iade edilmediğini" gündeme getiriyor. Merkel ise "Türkiye'nin savlarını ciddiye aldıklarını, PKK'yı terör örgütü kapsamında gördüklerini ama Gülen Hareketinin terör örgütü sayılabilmesi için daha çok bilgiye ihtiyaçlarının olduğunu, bunun için nesnel bulgular gerektiğini" söylüyor.

İkili diyalogda Merkel'in ağzından çıkan "nesnel bulgu" dikkatimi çekti. Kadıncağız Gülen Hareketini terör örgütü olarak görmüyormuş, nesnel bulgu istiyormuş., yani astar istiyor. Merak ediyorum Gülen'i ve ardından gidenleri terör örgütü olarak görmeleri için Gülen ve yandaşlarının daha ne yapması lazım? Merkel'e göre 250 kişiyi öldürmek terör örgütü olmak için yeterli değil mi? Daha kaç kişiyi öldürmesi gerekiyordu bu sinsi örgütün? En iyisi bize terörün ve terör örgütünün bir tanımlamasını yaparlarsa bizi de aydınlatmış olur Merkel ve onun gibi düşünen diğer ülkeler.

Terör örgütünden anladıkları "Dağda yaşar, vur-kaç taktiğiyle öldürür..." şeklinde ise doğrudur FETÖ bir terör örgütü değildir. Çünkü FETÖ dağda yaşamaz, şehir içinde yaşar, okumuş kesimlerden oluşur, devletin her kademesinde görev almıştır. Elinde silahı yoktur. Eğitim, basın, din ve ticaret alanlarında yaptıklarıyla tanınır. 

15 Temmuz darbe teşebbüsünde bu derviş görünümlü örgüt; eline silahı, tankı, uçağı almasa Merkel'in ve dünyanın bu örgütü anlaması zor diyeceğim. Ama canlı yayında atılan bombaları tüm dünya gördü. Darbe başarılı olmayınca bu örgütün beyin takımı bu ülkeyi terki diyar etti. Hepsi ya ABD'ye ya da Avrupa ülkelerine sığındı. Kendilerine sığınanlar terörist olmasa ülkelerini bırakıp niçin kaçsınlar? 15 Temmuz'dan beri bu örgüte mensup suç üstü yakalananların mahkeme tutanaklarında ifadeleri ve itirafları var. Tüm bunlar yeterli bilgi ve nesnel bulgu yerine geçmiyorsa ya Merkel'in ve onun gibi düşünenlerin anlayışında sıkıntı var, ya bu cani örgütün arkasında kendileri var, ya Gülen Hareketinin terör örgütü olduğunu dünyaya  anlatmada ülkemin yetkililerinin anlatma ve onları ikna etme sorunu var, ya da bu örgütün nabza göre şerbet veren, kendini olduğundan farklı gösteren ve herkesi ikna eden bir yönü var.

Gülen ve ardından giden, bugün kaçak durumunda olan, darbeye bilfiil katılmış olan beyin takımının 15 Temmuz itibariyle terör örgütü olduğunu anlayamıyorlarsa bu, anlamak istemedikleri içindir. Bunu da ancak hinliğinden yaparlar. Anlama problemi dışında yukarıda saydığım üç seçeneğin gerçeklik payı yüksektir. Çünkü bu örgütün arkasında tıpkı PKK'da olduğu gibi ABD ve Avrupa ülkeleri var, bu durumu yetkilerimizin doğru dürüst anlatabildiklerini düşünmüyorum. Yine bu örgüt, hin oğlu hindir. Rol yapmayı, sureti haktan görünmeyi iyi beceriyor. Maalesef biz bu örgütün ne menem bir şey olduğunu dışarıya anlatamadığımız gibi kendi içimizdeki birçok insanımıza da yeterince anlatabilmiş değiliz. Gerçi söz anlamak isteyene anlatılır. Adam anlamak istemiyorsa sivrisinek saz, anlamak istemeyene davul zurna az gelir. Ağzınla kuş tutsan da anlatamazsın.

Hasılı ABD ve Avrupa ülkeleri bu örgütü terör örgütü kapsamına alamazlar. Çünkü suç üstü yakalanmış ve kendilerini ele vermiş olurlar. Zira bu örgüt ABD'nin ve Avrupa'nın ta kendisidir. Garip olan bu örgütü bu ülkenin yargısı üç yıldır yargılıyor, cezalar veriyor, ama hala tam çözebilmiş değil. Allah beterinden saklasın. Bizi bir daha böyle belalarla imtihan etmesin.

30 Eylül 2018 Pazar

Ekonomiye Yabancı Danışman ***


Ekonomik darboğazdan kurtulmak amacıyla açıklanan Yeni Ekonomik Program(YEP) gereği kurulan Maliyet ve Dönüşüm Ofisi 20 Eylül itibariyle görevine başladı. Ofis’in görevi “önümüzdeki dönemde atılacak adımları ve tasarrufları takip etmek” şeklinde açıklandı. Bünyesinde 16 bakanlığın temsilcisinin olacağı Ofis, kurumlarda plan doğrultusunda atılacak adımları denetleme görevini yapacak. Ofis sayesinde 76 milyar liralık bir tasarrufun sağlanması hedeflenmektedir.


Tasarruf yapmak için bir ofise ihtiyaç var mıydı bilmiyorum. Bu Ofis tasarruf yaptırabilecek mi bundan da emin değilim. Çünkü çiçeği burnunda yeni kurulmuş bir yapı. İşlevini gördükçe faydalı olup olmayacağını göreceğiz. Devletin malını deniz gören öyle kurumlarımız vardır ki bunların kemerlerini sıkabilecek mi? Çünkü bu kurumlar bir babanın hayırsız evladı gibi kamu malını har vurup harman savurdu bugüne kadar. Kitabına uydurarak gerekli gereksiz icraat, faaliyet yapmaya alışmış bu kurumlarımız ayaklarını yorganlarına göre uzatıp bir hesap kitap yapabilecek mi? Ki bunlar israf etmeyi bugüne kadar bir alışkanlık haline getirdiler. Hepiniz biliyorsunuz ki alışmış kudurmuştan beterdir. Hasılı bu Ofis kimin, nereye, ne için harcayacağını denetleyecekse, ya da bu yaptığın gerekli mi diye bir hesap soracaksa savurgan kurumlarımızın işi yaş. Çünkü bu Ofis savurganların elini-kolunu bağlayacak. Temenni ederim ki bu Ofis başarılı olsun. Şayet başarılı olamazsa denetleme amacıyla bu Ofis’in bünyesinde istihdam edilecek kişilerin maaşları hazineye artı bir yük getirmiş olur.


Bence tasarruf yapmak için bir Ofis’e gerek yoktu. Sadece kamu adına iş yapanlara “Bu para benim param olsaydı bu parayı buraya yatırır mıydım” bilinci verilse yeterdi. Kendi parasını harcarken yoğurdu üfleyerek yiyenlerin iş devletin kasasına gelince yatırımlarda bonkör davranmaya devam ederse Ofis’in başarılı olması zor.


Diyelim ki kurumlarımızı hizaya getirmek, kurumlarımıza tasarruf bilincini yerleştirmek amacıyla bu Ofis’e ihtiyaç duyuldu. Eyvallah! Denemekte fayda var. Burada garip olan bu Ofis’in ABD’nin “Uluslararası Yönetim Şirketi” olan McKinsey ile birlikte işbirliği yapacak olması. Yani bu şirket Türkiye ekonomisine danışmanlık yapacak. Hazine ve Maliye Bakanının açıklamasına göre bize danışmanlık yapacak bu şirketin hiçbir icra fonksiyonu olmayacakmış.


ABD’li şirketle danışmanlık anlaşması yapan yetkililerimizin en azından benim bilmediğim bir bildiği olmalı. Belki yapılması gereken budur, bilmiyorum. Ekonomiden anlamadığım gibi maalesef bu danışmanlık işinden de benim kalın kafam bir şey anlamadı. Hem diyoruz ki ekonomimizin bu hale getirilmesinde ABD’nin ekonomimize açtığı savaşın payı büyük, hem de gidip ABD’li bir şirkete “Gel arkadaş, ekonomimizi düze çıkarmak için bize danışmanlık yap diyoruz. Bir çelişki var gibi geldi bana.  Şayet ekonomimizin bir danışman şirketine ihtiyacı varsa bu dünyada kala kala ABD’li bir şirketle mi anlaşacaktık? Bu dünyada bu işi profesyonelce yapan bir başka şirket yok muydu? Keşke tercih konusunda alternatifler düşünülseydi daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Yine benim garibime giden bu ülkede bulunan 206 üniversitenin çoğunda işletme, iktisat ve maliye gibi bölümler var. Her yıl binlerce öğrenci mezun ediyor. Bu fakültelerde kelli-felli akademisyenlerimiz var. Kendi akademisyenlerimizden seçeceğimiz kişiler bu Ofis’e danışmanlık yapamaz mıydı? Yoksa bizdekiler yetersiz mi? Madem bir ülkenin danışmanlığı son aylarda kanlı bıçaklı olduğumuz bir ülkenin şirketine verilecekse, bu şirket bize akıl verip yol gösterecekse o zaman bu kadar iktisatçı, işletmeci ve maliyeci akademisyeni niçin tutuyoruz üniversitelerimizde?


Türkiye üzerinde oynanan oyunlar çok. Bunu milletçe biliyoruz. Umarım ekonomimize danışmanlık yapacak olan bu şirket oyun içinde oyunun bir aktörü olmaz. Şayet öyle olursa bizi bu oyunun figürü oluruz. Umarım ekonomimize danışmanlık yapacak bu şirket vasıtasıyla yetkililer basiret ve ferasetlerini göstermiş olup akıllıca hareket etmiş olurlar. Anlayamadığım için bu danışmanlık hizmetine bir soru işareti bırakıyorum. 30/09/2018

*** 04/10/2018 günü  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.