Ana içeriğe atla

Onurundan Hiç Ödün Vermeyen Bir Fakir

-Şaban Hen-
2005-2006 öğretim yılında Sarayönü Anadolu Lisesinde görev yaparken Van'ın Özalp ilçesinden okulumuzu kazanan Şaban isimli bir öğrenci de vardı. Kayıt yaptırmak için geleceğini telefonla söyledi. Ta Van'dan buraya gelip okuyacaksınız. Sizin için zor bir durum. Bence kayıt yaptırmasanız iyi olur. Tatillerde memlekete gidip gelme ve burada kalma sorunu yaşarsınız dedim.

Süresi içerisinde kayıt yaptırmaya geldi Şaban. Telefonda söylediğim durumu, yüzüne de söyledim. Buna rağmen yine kayıt yaptırdı.

Kalacak yer için legal olan bir cemaat yurdu ile görüştüm. "Bu çocuğun kimi, kimsesi yok, azimli bir çocuğa benziyor, maddi durumu iyi değil. Sizin yurdunuzda ücretsiz kalsın, dedim. Kabul ettiler. Ardından bu çocuk buraya ta Van’dan okumaya geldi. Okul dersleri zaten ağır, bu çocuğa cemaate ait iş yüklemeyin, eline teneke verip yardım toplamaya falan götürmeyin dedim. Tamam dediler.

Okullar açıldı. Akranlarına göre boyu uzundu. Vücutça biraz irice olan Şaban olgun tavrı, sorumluluğu ve çalışkanlığıyla kısa zamanda sınıfın en sevilen öğrencisi oldu. Sınıf onu sınıf başkanı seçti.

Sınıf defterini getirip götürdükçe halini hatırını, derslerini, yurt durumunu, ihtiyacı olup olmadığını sordum. Hiç talepte bulunmadı ve sızlanmadı. Saygıda kusur etmediği gibi hep memnuniyetini ifade etti.

Giyim-kuşamı ve giydiği ayakkabısı Serap adında Müzik öğretmenimizin dikkatini çekmiş, gelip bana söyledi, ne yapabiliriz dedi. Hoca hanım, bildiğim kadarıyla Şaban örnek bir öğrenci. Arkadaşları ve öğretmenlerimiz kendisini çok seviyor. Siz gönüllülük esasına dayalı olarak öğretmen arkadaşlardan bir yardım talep etseniz, ilk katkıyı da ben yapayım dedim. Çıkarıp cebimden bir miktar para verdim. Sağ olsun öğretmen arkadaşlar da  katkıda bulunmuşlar. Öğretmene, öğretmenim! Siz çocuğu yanınıza alarak birlikte alışveriş yapın, dedim.

Az sonra öğretmen yanıma tekrar geldi ve "Hocam! Şaban ihtiyacı olmadığını ve gidemeyeceğini söyledi” dedi. Bir gün sonra Şaban'ı yanıma çağırdım. Kendisine "Şaban, Serap Hanım'ın isteğini geri çevirmişsin. Biz bunu senin ihtiyacın olduğu için yapmadık. Öğretmenler hem ders, hem de hal ve hareketleriyle örnek bir öğrenciyi ödüllendirelim istedi. Oy birliğiyle senin ismin zikredildi. Aramızda para toplayarak senin beyefendi kişiliğini ödüllendireceğiz" dedim. Şaban biraz yumuşasa da yine kabul etmedi.

Birinci dönem sona erdi. Sınıfının en yüksek puanı Şaban'ındı. Takdir aldı. 

Tatil dönüşü Şaban iştahlı bir şekilde okula devam ederken bir gün odama geldi. "Müdürüm! Benim için bugüne kadar çok şey yaptın. Ama ben okulu bırakıyorum,  okumayacağım. Amcaoğlumla beraber Adana'da iş bulup çalışacağım, hakkını helal et, sizinle vedalaşmaya geldim, diplomamı da verir misin" dedi, elimi öpmeye yeltendi. Oturttum odama. Niçin bırakmak istediğini öğrenmeye çalıştım. Para sıkıntın mı var dedim, hayır dedi. Kaldığın yurtta bir baskı mı var dedim, hayır dedi. Biriyle bir sorun mu yaşadın dedim, ona da hayır dedi. Olması muhtemel aklıma ne geldiyse sordum. Hepsine hayır dedi. Sen şimdi git, biraz daha düşün. Üstelik ben bir şey yapmadım. Sende hakkım falan yok” dedim. Ertesi günü tekrar odama geldi: “Müdürüm! Düşündüm taşındım, okulu bırakıyorum, hakkını helal et” dedi” tekrar. Şaban! Git öğretmenlerle vedalaş gel, onların sende emeği var” dedim. Odamdan çıktı.

Şaban’ın ardından kaldığı yurdu telefonla arayarak yurt görevlilerini okula çağırdım. “Şaban bizim başarılı bir öğrencimiz, gelecek vadeden bir çocuk. Her gün bir hevesle okula gelen bu çocuk birden okulu bırakmaya karar verdi. Acaba yurdu kaldıramadı mı? Fazla yük mü yüklüyor veya baskı mı yapıyorsunuz” dedim. “Bize bir şey söylemedi, üstelik biz baskı falan yapmıyoruz” dediler.

Bir hafta boyunca her gün odama gelip benden helallik dileyen Şaban’ı ikna etmek için “Bak Şaban! Sende hakkım falan yok. Ama eğer varsa helal etmiyorum. Asla okulu bırakıp gitmeyeceksin, diplomanı da sana veremem. Çünkü 18 yaşından küçüksün, ancak veline verebilirim, dedim. Helallik konusunda benden umduğunu bulamayınca Şaban çekti gitti. Bir daha okula gelmedi.

Kayıt olurken okula verdiği adres bilgilerinden Van-Özalp ilçesindeki evlerinin telefonunu bularak ailesini aradım. Çocuğunuz okulu bıraktı, lütfen okula gelsin, dedim. “Okumak istemiyor Şaban” cevabını aldım. Kayıt esnasında bir vesileyle Özalp’ta kendisiyle ilgilenen bir öğretmenine ulaştım. Öğretmeni, “Bizde şaşırdık okulu bırakmasını” dedi.

Başlangıçta uzak olduğu için kayıt yaptırmasına pek sıcak bakmadığım Şaban’ı efendiliği ve çalışkanlığından dolayı çok sevmiştim. Ama okulunu bitirmesini sağlayamadık. Çok üzüldüm. Kendisine ulaşmaya çalıştım. Nasıl ulaşacaksın ki? Kendisine ulaşabileceğim memleketinin sabit numarası dışında başka bir telefon numarası yoktu.

Yarım dönem bizde okuyan Şaban’ı zaman zaman hatırlarım. Bana onu hatırlatan yönü Şaban’ın efendiliği, yaşından büyük olgunluğu, çalışkanlığı değildi. Fakirdi ama onurlu biri idi. Öyle zannediyorum paraya ihtiyaç duydu. Paraya ihtiyacı olduğu halde kimseye el avuç açmadı, kimseden bir şey istemedi. Ayakkabısı eski olmasına rağmen öğretmenlerinin yaptığı yardımı elinin tersiyle itti. Birden okulu bırakmak istemesinde amcaoğlunun etkisi olduğunu düşünüyorum.

Zaman zaman hatırladığım, kendisini gururla andığım Şaban’ı bana bugün tekrar hatırlatan “Göç, terör vb nedenlerle etkilenen çocuklara yönelik eğitim ve öğretimde yapacaklarımız” ile ilgili bir kursta işlediklerimizdi. Terörden etkilenen bir ailenin durumuyla ilgili bir grup çalışması yaparken nedense aklıma Şaban geldi. Kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordu o zaman Şaban'ın Şimdi ne yapıyor, ne ediyor bilmiyorum. Ama hiç aklımdan çıkmadı Şaban. Okuyamadı ama inşallah iş-güç sahibi olmuştur. Sonradan da olsa okumuştur. Kulakları çınlasın. 

Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra acaba bu öğrencimi sosyal medyadan bulabilir miyim deyip aradım. Kendisine ulaştım. Yazdığım bu yazıyı gönderdim bu yazıdaki Şaban mısın diye. Kendisi beni Messenger'den aradı. 2004 yılında babasının vefatıyla birlikte ailesine bakmak için lise 1'de okulu bırakmak zorunda kaldığını, Adana'da bir ev yaptıklarını, ailesini Van'dan yanlarına getirttiğini, nice sonra Sarayönü'ne geldiğini, tasdikname aldığını, onunla açık liseye başvurduğunu, açık liseyi 2 yılda bitirerek üniversite sınavına girdiğini, sağlık alanıyla ilgili bir bölümde okuduğunu, ikinci sınıf olduğunu, evlendiğini, iki çocuğu olduğunu, inşaat işiyle uğraştığını, mermer işi yaptıklarını anlattı. Kendisiyle telefonla da olsa görüşmekten mutlu oldum. Hem kardeşlerinin elinden tutmuş, hem okumaya devam ediyor, hem de çalışmaya devam ediyor. Allah yolunu açık etsin. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde