29 Ocak 2018 Pazartesi

"...olmasaydı olmazdık"

Normal şartlarda insanlara nasihat ederken sevgi ve nefrette aşırı gidilmemesi gerektiğini söyleriz. Çünkü her ikisi de gözü kör eder, olaylara daha soğukkanlı bakmanın önüne geçer. İş başa düşünce akıl veren biz de sevgi ve nefrette aşırıya kaçabiliyoruz. Aşırı sevgi, kişiyi vazgeçilmez, onsuz olmaz gördüğümüzdendir. Nefret de ise kişi ya da kişilere ön yargıyla bakmamızın etkisi büyüktür. Bu yazımda nefretten ziyade aşırı sevgi üzerinde durmak istiyorum. Bunun örneklerini dinde, siyasette ve devlet adamlığında görebiliyoruz. 

Hz Muhammed vefat edince onun ölümünü kabullenemeyen Hz Ömer, "Kim onu öldü derse kellesini uçururum" diyerek ortaya atılmıştır. Bunu gören Hz Ebubekir, "Kim Muhammed'e tapıyorsa bilsin ki o; ölmüştür, kim Allah'a ibadet ediyorsa bilsin ki o, diri ve bakidir" diyerek Ömer'i sakinleştirmiştir.

Halkımızın arasında birçok kitaba girmiş, çoğu kimsenin hadis diye rivayet ettiği bir söz çok meşhurdur: "Sen olmasaydın, bu alemi yaratmazdım." Kim için söyleniyor bu? Hz Muhammed ile ilgili. Pekiyi doğru mu bu söz? Asla ve kat'a doğru olamaz. Zira insanın dünyaya gönderiliş ve yaratılış amacına aykırıdır. Çünkü Allah, hiç kimse için alemi yaratıp yok etmez. İşin garibi aslı olmayan bu söz, dini bildiğini sandığımız çoğu kimsenin ağzında doğru söz olarak söylenip duruyor.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal için de bazı kişiler, "O, olmasaydı bugün biz olmazdık, Türkiye diye bir devlet olmazdı, bugün hala bir devletin esareti altında yaşardık. Bugünkü mevcut durumumuzu ona borçluyuz. O; ölmedi, sonsuza kadar gönlümüzde yaşayacaktır..." şeklinde konuşur.

Başka kişilerle ilgili benzeri sözleri de duymuş olabilirsiniz. Yazımda Hz Muhammed ve Mustafa Kemal ile ilgili halkın baktığı bakış açısından iki örnek verdim.  Ben bu tür bakışı uygun görmüyorum. İnsanlara insan üstü bir özellik atfedilmesinin bir sonucudur bu. Allah evreni yaratırken evren yasaları dediğimiz fiziksel, biyolojik ve toplumsal yasaları koymuştur. Hiç kimseye farklı bir muamele yapmaz. O yüzden her insanı abartmadan kabul etsek fena olmaz diye düşünüyorum. 29.01.2018, Ramazan Yüce, Konya


28 Ocak 2018 Pazar

İçimizde 'sorun olan' bu Suriyeli mültecileri ne yapalım?

Ortaokul ve liselerde karne haftası denilen son haftalarda kolay kolay ders işlenmez. Bu durum sanki Allah’ın emri gibi bir şey oldu okullarda. Çünkü sınavlar bitmiş ve notlar verilmiş. Amaç, sınav ve not olunca doğaldır ki dersin de işlenmemesi gerekir. Kazara işlemeye kalkarsan istenmeyen öğretmen ilan edilirsin. “Nerede görülmüştür son hafta dersin işlendiği, siz hiç öğrenci olmadınız mı, hangi okul ders işliyor bu hafta, zaten yorulduk, üstelik sınıfın çoğu da yok, kitap-defter de getirmedik…” serzenişleri gırla gider daha sen selam vermeden önce. Ne olursa olsun, ben bu dersi işleyeceğim diyen öğretmen, dersi işlese de kendi çalar, kendi oynar. ‘istemezük’ güruhunun karşısında ders işlemek, tok insanı ağırlamak gibidir. Düşmanca bakışlar arasında öğretmen ilerleyebildiği kadar ilerlemeye çalışır. İşin garibi sınıfın büyük bir çoğunluğu fire verdiği için gelen öğrenciye işlenen ders, tatil dönüşü tekrar işlenmeye muhtaç. Çünkü çoğu öğrenci bu konuyu görmemiştir.

Karne haftasında okullarda pek ders işlenmese de, işlense de pek hayrı ve verimi olmasa da, öğrenciyi ikna ettikten sonra ağır aksak da olsa ders işlemeye özen gösteririm. Bu dönem karne haftasında sınıflara girdiğimde selam verdikten sonra yine "Öğretmenim! Ders işleyecek miyiz" sorusuna muhatap oldum. İşlemeyelim dedim. Bir sevinç, bir sevinç...görülmeye değerdi. "Akıllı tahtayı açıp film izleyelim mi o zaman" dediler. Hayır, film-milm yok" dedim. "O zaman ne yapacağız, serbest miyiz" dediler. Haydi bugün karşılıklı sohbet yapalım" önerime hep beraber 'tamam yapalım" dediler. "Size göre ülkemizdeki en büyük sorun nedir, önce düşünün, sonra tek tek cevap verin" dedim.  "Kadına şiddet, eğitim ve öğretim, savaşlar, küresel ısınma, şiddet, nezaketsizlik,  ekonomi, Suriyeliler..." gibi farklı farklı cevaplar aldım. Ardından ben aldım sözü. Verdiğiniz cevapların hepsi bu ülkede önemli sorun. Bana göre de en büyük sorun, güven sorunudur. Bugün kimse kimseye güvenmiyor, kim birine güvenmişse güvendiği dağlara karlar yağmıştır. Zira duyulan güven, verilen açık çek, kötüye kullanılmıştır... Bizim kendisini örnek aldığımız Hz Muhammed'in en büyük vasfı, lakabı, özelliği güvenilir olmasıydı. Üstelik bu sıfatı, düşmanları tarafından kendisine verilmişti. Düşmanları ona; sihirbaz dedi,  şair dedi, deli dedi, baba ile oğlun arasını açıyor dedi. Ama kimse ona, yalancı demedi, sonsuz güven duyarak kıymetli eşyalarını ona emanet etti. Kısa zamanda Hz Muhammed'in görevinde başarılı olmasının, ulaşabildiği kitlelerin çoğunun ona inanmasının temelinde iyi bir hatip olması, yakışıklı olması değil, ona duyulan güven duygusu vardı. İşte o yüzden ona Muhammed'ül Emin (güvenilir Muhammed) dediler dedim ve sohbet bu minval üzere devam etti. Arka arkaya iki dersi -zaman zaman öğrenciler de söze karışarak- bu şekilde sohbet ederek bitirdik. Zil ile beraber "Hepinize iyi tatiller" demeden bazı öğrenciler, "Öğretmenim ders işlemeyeceğiz dediniz ama siz dersi yine işlediniz" dedi. Doğru söylemişlerdi çocuklar. Zira konumuz, Hz Muhammed'in güvenilir olmasıydı. Diğer sınıflarda da aynı minval üzere sohbet ettim. "Size göre Türkiye'nin en büyük sorunu nedir" soruma, her sınıfta farklı farklı cevaplar verildi. Girdiğim ve bu konuyu işlediğim her sınıfın, soruma verdiği tek ortak cevabı vardı: Suriyeliler. 
Ortaokul seviyesindeki öğrencilerin belleğine sorun olarak 'Suriyeliler' yerleşmişti.

14-15 yaşındaki yeni ergen olmuş çocuklarımız maalesef içimizde yaşamakta olan mültecilere sanki düşman gibi bakıyor ve onları, en büyük sorun olarak görüyor. Nasıl becerdik bunu diye düşünürken  27/01/2018 günkü Hürriyet gazetesindeki köşesinde Ahmet Hakan Coşkun, Suriyeliler konusunu ele almış. “Suriyeli mültecilerin; halkımız tarafından ensar/muhacir olarak değerlendirilmediğini, hep sorun olarak görüldüğünü, halkımızın ‘Bıktık şu Suriyelilerden, paralar Suriyelilere gidiyor, savaşacaklarına neden buradalar’ dediğini, bazen siyasetçilerin kışkırtmasıyla ırkçılığa ve mülteci düşmanlığına varan bir yaklaşım biçiminin halkın arasında yerleştiğini” ifade etmiş yazısında.

Halkımızın Suriyeli mültecilere bakış açısı Sayın Hakan’ın yazdığı gibi. Eksiği var, fazlası yok. Her konuda olduğu gibi halkımız bu mülteciler konusunda da ikiye bölünmüş durumda. Bir kısmımız, onlara muhacir gözüyle baktı, yapabildiği kadar destek olmaya çalıştı. Büyük bir çoğunluk da kinli bir şekilde baktı onlara. Hatta bazı şehirlerimiz “Suriyelilere hayır yürüyüşü yaptı, linç etmeye çalıştı. Bu Suriyeli düşmanlığı ortaokul seviyesindeki çocuklara kadar sirayet etmiş yukarıda değindiğim gibi. Ordumuzun terörle mücadele kapsamında Afrin'e operasyon başlattığında "Cepheye Suriyelileri sürelim" diyenlerin sayısı da az değildi sosyal medya paylaşımlarında. Gördüğüm kadarıyla halkımızın ekseriyeti, en azından sesi çok çıkanların gözünde ülkenin en büyük sorunu olarak Suriye görülüyor.

Öyle zannediyorum; işini-aşını, evini-barkını, anne-babasını kaybetmiş içimizdeki Suriyeliler de bu ülkede durmaktan zevk alıyor değiller. Kirli savaşın onları getirdiği nokta, memleketlerini terki diyar etmek olmuş. İçlerinde tıpkı bizde olduğu gibi iyileri de vardır, kötüleri de. Her konuda olduğu gibi bu konuda da toptancı olmamak gerekir diye düşünüyorum. Dua edelim ki bu Suriye’deki savaş sona ersin, bu insanlar kendi memleketlerine dönsün, hatta bu konuda elimizden geleni yapalım. Burada sorumlu kişilere düşen Suriyeli mülteciler konusunu sürekli kaşımamaları. Zira bu mesele kaşındıkça yeni nesil Suriyeli mülteci düşmanı olarak yetişiyor. Yarın Allah göstermesin ülkede meydana gelebilecek en ufak bir kargaşada Suriyeli-Türkiyeli iç savaşı çıkartılarak insanlar birbirini kırabilir. Çünkü bu ülke toplumsal ayrışmalardan çok çekti. Zaten bol miktarda pimi çekilmiş, patlamayı bekleyen bombalar var bu ülkede. Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-anti laik gibi.

Bu ülkede kimse kimsenin karnını doyurmuyor. Herkes midesinin aldığı kadar yiyebilir. İsteyen Suriyeli mültecilere yardım eder, dileyen etmez. Yardım edenin yaptığı iyiliği başa kakması hiç doğru değil. Çünkü bu başa kakma tüm iyilikleri yok eder. Yardım etmeyip de sürekli yardım ediyor/yardım ediliyor edebiyatı yapanlar da bunu yapmasınlar. Zira bu edebiyata herkesin karnı tok. Üstelik yakışmıyor. Onların bugün düştüğü duruma bakarak ülkemizin kıymetini bilelim, ayrışmaya değil; kenetlenmeye daha fazla ihtiyaç duyduğumuzu anlayalım. Allah’ın bu ülke ve bu ülke insanını aynı şekilde imtihan etmemesi için elimizden gelen gayreti gösterelim. 28/01/2018, Ramazan Yüce, Konya



27 Ocak 2018 Cumartesi

İnandığımız Din İnsanlara Ne Kadar Hitap Etmektedir? *

Din, "Allah tarafından peygamberler aracılığıyla gönderilen insanların dünyada ve ahirette huzur ve mutluluğunu hedefleyen ilahi kurallar bütünü" diye tarif edilir. İlahi dinlerin tanımı bu şekilde. İlahi olmayan dinlerde de müntesiplerini bir arada tutma disiplini vardır.

İlahi olsun, beşeri olsun dinlerin ortak yönleri vardır. Birçok beşeri din, ilhamını ilahi dinlerden almıştır. Hasılı, dinler bu dünyanın olmazsa olmaz bir olgusudur. Zira ruhun gıdasıdır. Zaten bu yüzden dünyada herhangi bir dine inanmayanların oranı çok yüksek değildir.

Dinlerin, hedefledikleri amaçlarına uygun bir şekilde insanlara huzur ve mutluluk verebilmesi için dinlerdeki gizemi ortadan kaldırmak gerekir. Çünkü ayağı yere basan bir din değil de sürekli uçan ve kaçan bir din anlatımı, dinlerdeki esas amacı geri plana itmektedir. Böyle bir din, amaca hizmet eden bir din olmaktan çıkıp kişilerin kendi menfaatlerini önceleyen bir din anlayışı haline dönüşmektedir. Bugün dinler üzerine oynanan oyun da budur. Biz, dinden nemalanan insanlara dur demediğimiz, onlara prim vermeye devam ettiğimiz, onlara insanüstü özellikler izafe ettiğimiz müddetçe bu din, faydadan ziyade zarar vermeye devam edecektir.

Ruhun gıdası olan dini; esas amacı çerçevesinde dozajında kullanmadığımız, dini asıl kaynaklarından akıl süzgecinden geçirerek alıp anlamadığımız, 'Vardır bir hikmeti' diyerek aklımızı din bezirgânlarına teslim ettiğimiz müddetçe bu din anlayışı, yüzümüzü güldürmeyecek; ne bu dünyada, ne de öbür dünyada yüzümüzü ağartacaktır. Din adına anlatılan menkıbelerden kurtulmadığımız, dini sadece yerine getirilmesi gereken ibadet ve ritüellere indirgediğimiz müddetçe Müslümanların bu evrende insanlara söyleyecekleri, güzel örnek olabilecekleri bir yüzü olmayacaktır. “Allah’a ve ahiret gününe inananlar için Allah’ın resulünde sizin için güzel bir örnek vardır” ayeti kerimesi gereğince ‘En güzel bir ahlak üzere olan’ peygamberimizi, kendimize ahlaki yönden rehber edinip gereğini yerine getirmediğimiz ve insanlara ahlaki yönden bir ahlak timsali olmadığımız müddetçe istediğimiz kadar ayet ve hadis okuyalım, peygamberin örnekliğini insanlara gece gündüz anlatalım, kimse bizim samimiyetimize inanmayacaktır. Çünkü insanlar ne dediğimize değil, ne yaptığımıza bakmaktadırlar. İnsanlara talkın verip salkım yemeyi bırakıp peygamberin ‘emin’ sıfatıyla mücehhez olup insanlara güven vererek işe başlamamız lazım.

Peygamber gibi doğru sözlü, emanete ihanet etmeyen, anlattığımızdan çıkar beklemeden karşılığını Allah’tan bekleyen, akıllı ve feraset sahibi olan, günahlardan olabildiğince kaçınan kişilerden olabiliyor muyuz? İşimizi düzgün yapabiliyor muyuz? İnsanların faydasına bir şey üretebiliyor muyuz? Kendimiz gibi düşünmeyene müsamahalı yaklaşabiliyor muyuz? Helalinden kazanıp hayır yolda harcayabiliyor muyuz? Emaneti ehline verebiliyor muyuz? Bu dünyada çalışırken yaptıklarımızın ne kadarını ahiret için yapabiliyoruz? Sahi biz ahirete hakkıyla inanıyor muyuz? Kıldığımız namaz bizi kötülüklerden arındırıyor mu? Sağımızda ve solumuzda sürekli bizimle beraber olduğuna inandığımız meleklere rağmen kötülük yapmaya devam edebiliyor muyuz? Soruları çoğaltabiliriz.

Gördüğüm ve anladığım kadarıyla iman da ibadetler de insanı mükemmel bir ahlaki olgunluğa ulaştırmak içindir. O halde dinin önceliği ahlaktır. Ne kadar ahlaklıyız? Bence çoğu Müslüman’ın her şeyden önce ahlak sorunu var. Bu sorunu halletmeden ne kendimize ışık veririz, ne de çevremize ışık tutarız. Zira Müslümanlık bir duruştur, bir kişiliktir. Bu da ahlakla kendisini gösterir. İnandığımız iman, yaptığımız ibadetler eşittir; ahlakı vermiyorsa kimse kusura bakmasın, bal yapmaz arı gibiyiz. Tek farkımız bu arı, ortamı kirletmez. Biz ise yaptıklarımızla ortamı da kirletiyoruz maalesef. 27/01/2018, Ramazan Yüce, Konya

*09/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.