23 Ocak 2018 Salı

Biri, ABD’ye bunu çoktan söylemeliydi! *

Türkiye Afrin’e girdi girecek derken hop oturup hop kalkan bir ülke vardı: ABD. Kaç gündür açıklama üstüne açıklama yapıyor: “Türkiye’nin Afrin’e girmesini onaylamıyoruz…Afrin bizim alanımızda değil…Hedef Afrin değil, DEAŞ olmalı…Türkiye’nin sınır güvenliğini önemsiyoruz…Endişelerini anlıyoruz…Biz PYD/YPG ile bir sınır kuvveti oluşturmak istiyoruz…PYD ile bir sınır gücü oluşturmayacağız…Türkiye’nin Afrin’deki operasyonu sınırlı olmalı, süre belli olmalı…” gibi.

“Derdi ne bu ABD’nin bu kadar? Afrin sevdası nereden geliyor?” derseniz, 1980’den beri kurup büyüttükleri, devasa bir güç haline getirdikleri, Türkiye’ye karşı vurucu güç olarak kullandıkları ve Suriye’deki kirli savaşta kendileri adına savaşa sürdükleri bir PKK var orada. İkinci Kandil görevi görüyor. Hazır kıta Afrin’de Amerika’nın emrini bekliyor. Ne zaman “Türkiye’de kan akıtın” dediği zaman “Başüstüne” deyip ülke içinde terör yapıyor nasılsa bu örgüt. Tüm derdi bu örgütün zayıflaması. Bu örgüt zayıflarsa kendisi zayıflayacak, buralarda borusu ötmeyecek. Halbuki bu menfur terör örgütü sayesinde bu bölgede hep top koşturdu. Türkiye’yi 40 yıldır bu örgütle oyaladı. İçeride 40 bin insanımızı bu örgüt eliyle öldürdü. Amaç, terörle boğuşan bir Türkiye’yi oyalamaktı. Çünkü Türkiye, terörle uğraşırsa dışarıya güvenle bakamaz, masalarda oturamazdı. Suriye ve Irak tarafından PKK, FETÖ vasıtasıyla içeriden Türkiye’yi kendi başına karar alamaz ve yerinden divelenemez hale getirmekti niyeti. Hendek savaşı da buydu, 15 Temmuz da buydu. Ayağa kalkmaya çalışan bir Türkiye’yi, beslediği beslemeleri sayesinde ayağa kalkamaz hale getirmekti. Ama hepsi geri tepti şükürler olsun!

Türkiye’nin ABD’yi dinlemeden başlattığı ‘Zeytin Dalı Harekâtı’ ABD’nin aklını başından aldı. Ne yapacağını şaşırdı. Çünkü sınırımızın dibinde bize karşı kullanacağı ve kırk yıldır bize karşı kullandığı PKK’ya operasyon yapılacaktı. Besleyip büyüttüğü, daha birçok yerde kullanacağı çocuğunun bu şekilde heba edilmesini istemiyordu. İşte o yüzden “Türkiye’nin endişesini anlıyoruz, harekat, sınırlı olmalı, süresi belli olmalı…” gibi ardı arkasına açıklama yaptı ABD. Çünkü Türkiye’nin bu harekâtı, bir çuval inciri berbat edecekti. Halbuki yeni silahlar vererek iyice güçlendirmişti.

ABD, Türkiye’yi eski Türkiye sanıyor, Kıbrıs Harekâtında olduğu gibi ‘çekilin’ deyince çekilecek bir Türkiye var sanıyor. Kusura bakmasın, Türkiye o emir almaları, geride bıraktı. ABD’nin bu isteklerine Türkiye, birinci ağızdan “Afganistan'da sizin süreniz belli oldu mu? Irak'ta bitti mi bu süre? Hala Irak'tasınız.” dedi ve kitabın ortasından konuştu. Ne demek istedi Türkiye? “Sen bana Afrin operasyonunu sınırlı tut, süreli olsun, eskisi gibi dağı-taşı bombala, sonra da çek git diyorsun. Bu sınır sende yok mu? Sen hala Afganistan’dasın, hala Irak’tasın, gitmeye de niyetin yok. Senin süren dolmadı mı? Sana bu dünyada süre ve sınır yok mu?..” demek istedi. Helal olsun! Bunu birilerinin ABD’ye söylemesi gerekiyordu. Şükür ki bizim bir numaramıza nasip oldu. Aslında bu sözü yıllardır birileri ABD’ye söylemesi gerekiyordu. Kral çıplak olduğu halde dünyanın sessizliğinden ABD, bu kirli savaşlarını yönetiyordu. Nasılsa kimseden tık yoktu. İşte Anadolu’dan bir yiğit çıkar, kendini büyük ve itibarlı sanan koca ABD’ye böyle cevap vererek, sorular sorarak haddini bildirir ve onurunu ayaklar altına alır.

Adam ne desin daha? “One minute” dedi anlamadınız, “Dünya beşten büyük” dedi anlamadınız. “Doğu Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapamazsınız” dedi, anlamadınız. Hep gücünüze güvendiniz. İşte “Sen ne zaman Afganistan’dan, Irak’tan gideceksin” sözleri sizin birçok şeyleri anlamanız için yeter de artar bile. Çünkü köprülerin altından çok sular aktı sayın kovboy! Kendinizi yenileseniz, dünyaya rağmen iş ve film çevirmeye kalkmasanız, Ortadoğu’dan elinizi çekip kendi yağınızla kavrulsanız iyi olacak. Yoksa siz bu balyoz gibi inen sözleri daha çok duyacaksınız bizimkinden. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.” 23/01/2018 Ramazan Yüce, Konya

* 24/01/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

22 Ocak 2018 Pazartesi

Aynı Mahallede Yalnızlara Oynamak

Bir yerleşim yeri olan mahalle denince aynı muhitte oturan ve birbirine yakın ve uzak komşu akla geldiği gibi aynı fikri savunan ve aynı düşünceden beslenen insanların oluşturduğu mahalle de anlaşılır.

Bir şehrin, bir beldenin en küçük yerleşim yeri olarak bilinen mahalle denince aynı zamanda birbirine komşu insanlar akla gelir. Önceleri yanlamasına oturmuşuz birbirimize. Yayılmışız arzın toprağına. Evimizin her bir köşesinden kırk ev komşu kabul edilirdi ve komşu hukuku önemsenirdi. Bir yere yerleşeceğimiz zaman komşunun önemini göstermek için 'Ev alma, komşu al' zira 'Komşu, komşunun külüne muhtaç' denirdi. Hatta "Cebrail, bana komşu hakkında o kadar bahsetti ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim" der Hz Muhammed.

Nüfusun artması ve şehirleşme mantığının değişmesiyle birlikte müstakil evler, yerini diklemesine çıkan evlere/dairelere bıraktı. Gökdelenler gibi apartmanlarımız var şimdi. Bazı apartmanlarımız bir köy, bir belde bir mahalleyi barındırıyor bünyesinde. İç içe geçmiş apartman hayatında neredeyse kimse kimseyi tanımıyor. Ortak yaşama kültürü de oluşmuyor aralarında. Çünkü kan ve doku uyuşmazlığı olan ne kadar kişi varsa toplanmış bir yerde. Herkes girdiği ve çıktığı daireyi biliyor sadece. Kazara evde ölsen ancak kokundan dolayı haberdar olurlar senden. Hasılı komşuluk ilişkileri kalmadı artık. Kimse "Aynı mahallenin çocuğuyuz" demiyor.
*
Mahalleden anladığımız bir de farklı yerlerde oturmakla beraber aynı fikir ve düşünceyi paylaşan insanlar anlaşılır. Bunlarda yer birlikteliği yoktur ama duygudaşlık vardır. Bu tür mahallelerde eskiden farklı ses, farklı yol gösterenler ilgi ve itibar görürdü. Şimdilerde buralarda farklı düşünmeye geçit verilmiyor. Tek ses hakim. "Efendim, bu işi şöyle yapsak, zira sizin bu yapacağınızda şöyle aksaklıklar olabilir" şeklinde bir görüş öne sürsen dışlanır ve horlanırsın. Aralarına almazlar, yanlarına varsan sana şüpheyle bakarlar. Niye geldi derler. Kendi kabuğuna çekilerek uzaklaşırsın, gelmiyor derler. Uzaktan konuşursun, niçin burada konuşmuyor, başkasına mesaj veriyor, denir. O kadar yabancılaşır veya yabancı görürler ki susman da batar, konuşman da.

Aynı dili konuştuğun, aynı fikir ve düşünceyi savunduğun mahallen seni yük olarak görmeye, varlığından rahatsız olmaya başlayınca kendini mahallende yalnız hisseder, yalnızlara oynarsın. Ne yapacağını şaşırırsın. Anlaşılmadığına kahredersin. Çünkü bu mahallede farklı fikre tahammül yoktur. Bu duruma mahalle baskısı da diyebiliriz.

Unutmayalım ki kendi mahallesinde farklı bir fikir öne sürmeye veya farklı bir fikir görmeye tahammül edemeyenler öbür mahallelere hiç tahammül göstermezler.  Bugün inanç ve fikir hürriyetine önem verdiğini, müsamahalı olduğunu söyleyenler yarın ellerine tüm imkanlar geçse farklı fikri mahallesinin yanından bile geçirmez. Hatta yaşatmaz. Fikir hürriyetinden bahsedenler eğer samimilerse önce kendi mahallesindeki farklı fikirlere, metotlara tolerans göstermeyi bilmeleri gerekir. 22.01.2018 Ramazan Yüce, Konya

Konya semt pazarları ve Muhacir Pazarı *

Konya'da sebze ve meyve alışverişini yapmak için belediyelerin tahsis ettiği semt pazarları var. Bu pazarların kiminin üstü kapalı, kimininki açık.  Haftanın hemen hemen her günü bazı bölgelerde kurulan bu pazarlarda arz ve talep var ki, market ve manavlara rağmen buralarda pazarlar kurulmaya devam ediyor. Ki buralarda satışı yapılan sebze ve meyveler, market ve manavlara göre daha hesaplı olarak satılıyor. Bir diğer farkı da, market ve manavlarda kendin seçiyorsun, pazarlarda ise pazarcı seçiyor. Seni yormuyor yani. Getirdiği çürük-çarık, ezik ne varsa hepsini değerlendiriyor. Ekonomiye katkısı büyük anlayacağınız.

Sabahında tertemiz bir şekilde belediye tarafından satıcıya teslim edilen bu pazar yerleri, akşamında yerini çer-çöpe, sebze ve meyve artıklarına bırakıyor. Belediyenin temizlik ekibi, gecenin geç vaktine kadar savaş sonrası bir hali andıran bu pazar yerlerini temizlemekle meşgul oluyor. Bu durum, ben kendimi bildim bileli böyle devam ediyor. Satıcı kirletiyor, belediye temizliyor. Nedense kullandığımız yeri temiz bırakmayı öğrenemedik gitti. Bu konuda herkes durumundan memnun ve kaderine razı olmalı ki bu pis ortam nesilden nesile devam ediyor. Tezgahların önüne çöp kutusu veya çöp poşeti koymak kimsenin aklına gelmiyor. Böyle bir şey akla gelse de pazarcı, “Belediye benden işgaliye parası alıyor, kirletmek en doğal hakkım” diye düşünüyor olmalı. Belediye de, “Ben de bu vesileyle pazarları temizleyen bir temizlik ekibi oluştururum, en azından birkaç gariban faydalanır bu işten” diye düşünüyor olmalı. Pazar yerlerinin bu şekilde pis bırakılmasından gördüğüm kadarıyla pazarcı şikayetçi değil, belediye ise “Temizlik benim görevim” diyerek görevini yapmaya devam ediyor. Bu ortamdan benim gibi birkaç cins şikayetçi o kadar. Milyonların yaşadığı bir yerde böyle birkaç cins de müsaade ederseniz çıksın.

Semt pazarlarında dikkati çeken bir başka husus da pazarın kurulduğu mahalde trafiğin felç olması. Birçok pazar yeri, mahalle aralarında olduğu için genel trafiğe pek sıkıntısı olmayabilir.

Pazar günleri kurulan, hemen hemen Konya’nın çoğuna hitap eden bir pazar yerimiz var ki, genel trafiği felç ediyor. Zira bu pazar, şehrin merkezinde kalmış. Üstelik diğer semt pazarlarına göre alavere yapanların sayısı oldukça fazla. Muhacir pazarından bahsediyorum. Halk arasındaki namı diğer, Macur Pazarı. Pazarın içi insan kaynıyor, dışı, yol, cadde ise park edilmiş arabalarla dolu. Trafik tek şerit olarak işlerse şükreder trafikte seyreden insan.

Dün Pazar günü Karatay Terminali civarında bir hasta ziyaretinden dönerken bugünün Pazar olduğunu unutarak yolum Yeni Larende’ye düştü.  Yoğun ve işlemeyen trafiği görünce ‘Annah, bugün buranın pazarı! Nereden geldim buraya’ dedim ama iş işten geçti. Girdikten sonra çıkış yok. Mecburen çekeceksin. Yaklaştıkça Balıkçı Halinin önündeki kavşağın etrafına park edilmiş araçları gördüm. Kavşağa kadar araç park ediliyorsa varın o civardaki park edilmiş araç sayısını siz düşünün. Yer-gök araç dense yeridir. İşin garibi Anıt’tan Karatay Terminaline, Eski Stadyumun arkasındaki yoldan Karatay Terminaline giden başka alternatif yol yok. Bu pazar dolayısıyla Muhacir Pazarı'na komşu olan Meram Ticaret Lisesinde Pazar günleri sınav yapılmıyor. Zira pazarcının sesinden okulda sessiz bir ortamda sınav yapılamaz. Üstelik park sorunu başlı başına bir sorun. Güya pazar yerlerinde bağırarak alışveriş yasaklanmıştı. Kim dinler yasağı? Adam avazı çıktığı kadar bağırıyor. Bizde yasaklar uygulanmamak üzere konuyor genelde.

Şimdi gelelim sadede. Tarihi özelliğe sahip Muhacir Pazarı'nın yeri bir başka yere değiştirilmeli diye düşünüyorum. Zira oradaki caddeler çekmiyor bu trafiği. Yok, çok büyük bir işlevi yerine getiriyor bu Pazar. Üstelik tarihi özelliği de var denirse, o zaman yetkililerin; araçların park edileceği uygun bir park yeri ayarlamalarında fayda var. Böyle bir yer yok denirse pazar yerinin altına otopark yapılabilir. Bir de Pazar yerindeki bağırış-çağırışa, pazarcının bağırarak satış yapmasına da engel olunsun. Bu konuda yeni bir mevzuata gerek yok. Zabıtanın yapacağı, mevcut mevzuatı uygulamak. Belediyeden bir isteğim daha var. “Başka şehirlerde kurulan semt pazarları nasılmış, oranın esnafı pazar yerlerini nasıl kullanıyor, ne şekilde bırakıyor, bu konuda Konya pazarcı esnafının alacağı bir şeyler var mı” diye pazarcı esnafını diğer şehirlerdeki pazar yerlerini bir ziyarete götürsün, özellikle Bodrum Turgutreis’de kurulan Turgutreis Pazarı’na. İnanın belediyenin yaptığı en güzel hizmet olur bu organizasyon. Buralardan belediyenin de, pazarcının da alacağı çok şey var. (Bakınız: https://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/04/turgut-reis-pazar.html)  22/01/2018 Ramazan YÜCE, Konya

* 21/02/2018 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.