15 Ekim 2017 Pazar

Tükettikçe Tükeniyoruz

İsraf denince hepimizin aklına gelen ilk örnek ekmek israfıdır. Doğrudur, çöpe atılan ekmeğin haddi hesabı yoktur. Fakat gündelik hayatta ekmeğin dışında öyle israflarımız var ki ekmek israfına rahmet okutur.

Elbise, eşya, araba vb. israflarımız had safhaya ulaştı. Çılgınlar gibi harcıyoruz. Bazen ihtiyaçtan, bazen modayı takip etmek suretiyle ömrümüzü almaya adıyoruz. Nedense bir türlü doyuma da ulaşmadık. Çoğu zaman da ihtiyaç olmadan alım yapıyoruz. Evlerimiz elbise dolu. Giyinmeyi bekliyor. Bazen bir giyimlik aldığımız elbiseler var. İndirim varsa koşuyoruz almaya. Alırken de giyeriz diye almıyoruz. Çoğu zaman moda rüzgârına kapılıyoruz. Birkaç giyimden sonra giymemek üzere gardıroptaki yerini alıyor.

İhtiyaçtan öte olan bu harcama bir tutku halini aldı. Harcamanın esiri olduk. Yarışıyoruz  adeta. Birbirimizin tüketimine bakarak tetikliyoruz kendi kendimizi. O almış ben de alırım. O arabasını yenilemiş ben de yenilerim. O yeni ve geniş bir eve çıkmış, ben de çıkarım. O yeni elbise almış, ben de alırım. O, ev eşyasını yenilemiş, ben de yenilerim. O, karnını lüks lokantalarda doyuruyor, ben de doyururum. O, çocuğuna şunu almış, ben de alırım. O, tam porsiyon bir otele gidiyor, ben de giderim... İşin garibi parası olan da harcıyor, olmayan da. Mevcutla yetinmiyoruz. Geleceğimizi tüketiyoruz. Bir bütçe disiplinimiz yok. Devlet bütçesi gibi bir bütçemiz var. Sürekli borçlu yaşıyoruz. Dayanıyoruz kredi kartına. Ceplerimiz birden fazla kredi kartıyla dolu. Cüzdanda paramız olmasa da kredi kartımız sayesinde bir kredimiz var. Yekûn borcumuzu ödeyemesek de bankamızın bize sağladığı asgari ödeme tutarı var, firmaların verdiği taksit seçeneği var. Eksik olmasınlar bizde olanı tüketmek ve ardından kanımızı emmek için her seçeneği sunuyorlar bize. Sen yeter ki harcamak iste. Büyük alımlarda en büyük dostumuz bankalar. Dilediğin kadar kredi açıyorlar bize. Atın ölümü arpadan olsun diyerek yaşıyoruz. Bir müddet bey gibi yaşadıktan sonra sıfırı tüketip iflas bayrağını çekiyoruz. Bu aşamadan sonra sıfırı da bulamayız, eksilerde yaşamaya devam ederiz. Borcu kapatmak için eşin-dostun kapısını çalarız. Kimseden yeterli desteği göremeyince dostum yokmuş demeye başlıyoruz.

Çılgınlık derecesinde olan bu tüketim hastalığımız, içimizdeki mutsuzluğu gidermek için. Aldıkça mutlu oluruz diyoruz ama olmuyor bir türlü. Hepsi geçici bir heves çünkü! Eskiden para saadet getirmez denirdi. Şimdi her şeye sahip olmayı istemek de mutluluk getirmiyor. Azla yetinme, aza kanaat getirme, ayağını yorganına göre uzatma devri geride kaldı. Eskiden yuvayı kuran dişi kurt denen kadındır denilirdi. Şimdi alma, harcamada kadınlar en önde. Aza kanaat getirmiyor, olanla yetinmiyor.

İşin özü, tükettikçe tükeniyoruz, geleceğimizi yok ediyoruz. Bir daha geri gelmeyecek şekilde huzur ve mutluluğumuzu buzdolabına kaldırıyoruz. Aslında ne zaman olanla yetinir, birbirimizle yarışmaz isek işte o zaman mutluluğumuz geri gelir. İnanmayan deneyebilir bu yolu. Üstelik denemesi bedava ve akla en uygun olanıdır. 15.10.2017


Belediyeler Yağma Hasan'ın Böreği mi? *

Hafta sonu tatilinde ajanslara bir göz attım. En borçlu belediyelerin isimlerini ve ne kadar borçlu oldukları haberleri verildi. Borçlu belediyelerin başında terör örgütüyle özdeşlemiş belediyeler başı çekiyor. İşin garibi büyük bir kısmı da büyükşehir statüsünde olan ilçe belediyeleri.

Devletin belini büken, devleti borç batağına sürükleyen kurumların başında maalesef belediyelerimiz geliyor. Nasıl beceriyorlar bilmiyorum. Görüntü 'Yağma Hasan'ın Böreği'ni andırıyor. Bu kurumlar özel sektöre ait bir firma olsa çoktan iflas bayrağını çekerlerdi. Ne edersin ki kamu kuruluşu bunlar. Bütçe nedir, nasıl yönetilir, nasıl tasarruf edilir hesabı yapılmıyor anlaşılan buralarda. Görünen o ki hesap soran bir merci de yok. Kimseye neyi, nereye, niçin harcadın hesabı sorulmadığına göre harcanmış da harcanmış. Orta yerde bir eser varsa helâli hoş olsun borçlar. Birçok belediye enine-boyuna incelense yüzünün akıyla sınıfı geçen kaç belediye çıkar? Öyle zannediyorum hepsi sınıfta kalır; ister iktidara ait bir belediye olsun, ister muhalefete ait. Merak ediyorum bu belediye başkanlarına yönetsin diye aile şirketi verilse böyle harcamayla şirket en kısa zamanda iflas bayrağını çeker. Zaten aile büyükleri kendi şirketlerinden uzak tutuyor anlaşılan bu başkanların çoğunu. Babaları, 'Oğlum sen şirketten uzak dur, git devleti batır' demiş olmalı.

Belediye başkanlarının çoğu belki de hayatında üç-beş koyunu gütmemiştir, orta ölçekli bir bütçe yönetmemiştir. Çoğu dişinden, tırnağından artırarak bir gelir elde etmemiştir. Partilerine yaslanarak başkan seçilen bu tipler devasa bütçeyi görünce mirasyedi evlat gibi davranıyor, har vurup harman savuruyor; vur patlasın, çal oynasın misali. Nasılsa ne doğru dürüst hesap soran var, ne de arkasını arayan.

Belediyelerin çoğu siyasi partilerin arpalığı mesabesindedir. Bu yüzden siyasi partiler mahalli idarelere çok büyük önem atfeder, kazanmak için ölümüne mücadele ederler. Başkan seçilen partisinin menfaatlerini gözettikçe en gözde, bir numaralı belediye başkanı olur.

Başkan ve belediye encümenlerinin ipi, kazan kazan ilişkisi üzerine kuruludur. Birbirlerini besledikleri müddetçe hiç sorun olmaz. Denetlemeye gelenler ise dostlar alışverişte görsün türünden denetler. Gördüğünüz gibi birbiriyle menfaat ilişkisi içerisinde olanlar hallerinden memnundur. Belediyelerdeki olumsuz durumu haber yapması gereken yerel basın görmez ve duymaza oynar. Zira belediyeler reklam ve ilanlarıyla da onları besleyip ayakta tutar. Halk belediye başkanından memnunmuş değilmiş, belediye borç takmış kimsenin umurunda değil.

5 yıl boyunca kimse hesap sormaz onlara. Yeniden kazanırsa saadet zinciri kaldığı yerden devam eder. Belediye el değiştirirse yerine gelen 'Borç devraldım' diyerek işe başlar. O da bir müddet sonra bu işin yolunu, yordamını öğrenir. Hızlı bir şekilde borçlanma yoluna gider. İşin aslı, suyun başını tutanlara hiçbir şey olmuyor. Zira borç devletin borcudur. Minareyi çalan kılıfını da uydurmuştur zaten. Olan vergisiyle bu borçları ödenek zorunda kalan halka oluyor.

Belediyeler temizliğin ve şeffafın yeri olmazlarsa ve tedbir alınmazsa sırtımızda kambur olmaya devam eder. Bu gidiş bize daha fazla vergi olarak döner. Zira bu giden paralar milletin parasıdır. Bu işler borçlu belediyeleri televizyonlarda ifşa etmekle olmaz. Devletin görevi bu işin üzerine gitmesidir, kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalıdır.

Belediyelerin borçlanması böyle gelmiş, böyle gider diye düşünülmemeli. Mutlaka bir neşter vurulmalı, bütçe disiplini getirilmeli, belediye başkanı ve meclis üyeleri mercek altına alınmalı. Dürüst belediyecilik  yapacağım diye yönetime gelen dürüst kişiler belediye rantı içinde boğulmamalı. İşin içinde olanlar bu belediye bütçesini yetim malı olarak görmeli, deniz misali görmemeli. Devlet, denetim görevini ciddi yapmalı. Başkan ve üyeler savurganlıkta, harcamada kılı kırk yarmalı. Başına buyruk hareket etmemeli. Bütçe disiplinine riayet etmeyen başkan ve üyeler cezalandırılmalıdır. 15.10.2017

* 18/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bereketiyle Geldiler Hep

Sosyal güvencesi olmayan yedi çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak tek odalı bir evde dünyaya geldim. İlkokula geç başlamışım. İlkokulu bitirdikten sonra üç yıl hafızlık eğitimi aldım. Ardından gurbet yolculuğu başladı benim için. İHO’ya kayıt oldum Konya’da. Tek odalı evden, çok odalı ve çok katlı yurtlar meskenim oldu.

Harçlığımı kazanmak ve aile bütçesine katkıda bulunmak üzere orta birin yaz tatilinde inşaatlarda çalışmaya başladım. Her yaz bazıları için bir tatil ifade ederken benim için bir ayını hıfzımı sağlama, diğer geri kalanı ise inşaatlarda çalışmak idi. İlk maaşımı Lise 3 ve 4.sınıf yaz döneminde Uluırmak Nuraniye Kuran Kursunda belletmenlik ve yaz dönemi gelen çocukları okutarak aldım. Aylığım 20 lira idi. İki ay çalışarak  40 lira kazanmıştım.

Lise son sınıfta iken ileride “girmedim” demeyeyim diye girmiş olmak için üniversite sınavına müracaat ettim. Zira yükseğini okuma gibi bir niyetim yoktu. Bir an evvel imamlık alıp muhtaç durumdaki aileme yardımcı olmaktı. Çünkü ne okuyacak param vardı, ne de imkanım. Üstelik çoğu kimse dershaneye giderken ben dershaneye de gitmemiştim.

İki aşamalı olarak girdiğim ÖSS ve ÖSYS sınavları sonucunda Erciyes İlahiyatı kazandım. Babam, “Aman imam olma, oku oğlum!” dedi. Bu, hiç beklemediğim bir tavırdı. En azından gidip bir deneyeyim diyerek Kayseri İlahiyat’a kayıt yaptırıp okula başladım. Yaz döneminde inşaatta çalışarak elde ettiğim para suyunu çekinceye kadar okudum. Önce Kayseri amele pazarına, oradan bir iş çıkmayınca Talas ilçesinde bulduğum inşaatlarda çalışmaya başladım. Hafta içi veya hafta sonu fark etmiyordu benim için. Zaten vasıfsız bir eleman olarak yapacağım başka da bir iş yoktu.

Hazırlık ve 1.sınıfı okuduktan sonra Selçuk İlahiyat’a yatay geçiş yaptım. Bu arada babam, “Oğlum zamanın geçiyor, seni evlendirelim, yaşın 26 oldu” dedi. (Çoğu kimse 22 yaşında göreve başlıyorken nedense ben 26 yaşında hala öğrenci idim.) Olmaz, evi nasıl beslerim, zira ben öğrenciyim” dedimse de cahil cesareti diyelim fakülte ikide iken evlendim. Fakülte bitinceye kadar yine her yaz döneminde inşaatlarda çalışmaya devam ettim. 89 yılında 3.sınıfı okurken biri, 91 yılında okulu bitirme finallerinde ise ikizlerim dünyaya geldi.

Hasılı 3 çocukla mezun oldum fakülteden. İlk çocuğun ardından gelen ikizleri gören, "Bunlara nasıl bakacaksın, karınlarını nasıl doyuracaksın, nasıl okutacaksın, nasıl evereceksin" dedi. Acıyarak baktı çoğu kimse bana. Rızkı verenin Allah olduğuna inandığım ve hiç rızık endişesi taşımadığım halde yeni gittiğim yerlerde çocuk sayımı söylemekten kaçındım çoğu zaman, söylerken de utana-sıkıla ifade ettim. Güneydoğu'da tanıştığım insanlar üç çocuğu az görürken bizim Batı tarafı ise hep fazla gördü, bu kadar çocuk olur mu diye. (Erdoğan’ın en az üç çocuk döneminden çok önceydi benimkisi.)

91 yılında 4 ay kadar vekil öğretmenlik yaptıktan sonra Gaziantep’de ilk görevime başladım. 7 yıl kadar da Adıyaman’da çalıştıktan sonra tayinimin çıktığı Adana’da herkesin bu kadar çocuk fazla dediği bir ortamda 4.çocuğum dünyaya geldi. Allah bağışlasın dört tane çocuğum var. Çocuk diyorum biri 28, ikisi 26, küçükleri ise 15 yaşında. İlk üç çocuğun boyu aynı boydaydı. Gören çoğu kimse bunlar ikiz, yok üçüz tartışması yapardı biz yanlarından geçerken.

İlk üçü iş-güç sahibi oldu, işini-aşını buldu. İlkini 2014 yılında evlendirip 2015 yılında dede oldum. Dedelik bana yabancı değildi. Zira en son doğan çocuğumu torun gibi sevdim, alışkındım buna. Şimdi sırada ikizlerin evliliği vardı. Biri 21 Ekim 2017’de, diğeri 03 Aralık’ta dünya evine girdi. Uçup kendi yuvalarına gittiler. Geriye ikiz ağabeylerinden 12 yıl sonra dünyaya gelen benim Hoşçocuk dediğim en küçüğüm kaldı.

Hikaye anlatmıyorum, hayatımı anlatıyorum. Nereden nereye? Rabbü’l alemine sonsuz şükürlerim olsun! Nasıl şükretmeyeyim? Çoğu kimsenin “nasıl okutacaksın, nasıl büyüteceksin, nasıl evlendireceksin” diyerek saldıkları korku ve vehmin hiçbiri olmadı. Çünkü ne büyürken, ne okurken ne de evlenirken hiç yükleri olmadı bana. Sosyal güvencesi olmayan bir babanın üçüncü evladı olarak az veya çok maaşım vardı. Maaşımı hiç az görmedim. Durumumu benden iyi bilen çocuklarım benden uçuk-kaçık talep ve isteklerde de bulunmadı. Hiç para sıkıntısı da çekmedim. Ayağımı yorganıma göre uzattım. İhtiyaçlarımı elimdeki imkanlarla sınırlandırdım. Olanla yetindim. Okumak isteyen çocuklarımın önünü açtım. Azla yetinmeyi, kendi ayakları üzerinde durmayı öğretmeye çalıştım onlara. Şükür ki becerdiler. Her zaman göğsümü kabarttılar. Yüzümü kara çıkartmadılar. Cenab-ı Hakk’a hep şükrettim.

Elbise aldım büyüğünden. Çünkü önümüzdeki yıl da giysinler dedim. Harçlıklarını en az seviyede tuttum, çoğu zaman beslenmelerini evden götürdüler. Hazır bez yüzü görmediler, Amerikan bezi onların yatağıydı. Bisiklet aldım üçü bindi, çocuk arabası aldım ikisi bir oturdu, yatak aldım aynı yatağı iki kişi paylaştı. Yetmeyen anne sütüne karşılık mama ilavesi yerine pirinç unu onların en büyük katığıydı. Her şeylerini paylaştılar birbirleriyle. En son doğan hazır bezi, mamayı, tek bisiklete sahip olma avantajına sahip oldu.

Hiç kızım olmadı ama Allah bana 3 Aralık itibariyle üç gelin nasip etti. Şimdilik dört oğul, üç gelin ve bir torun olmak üzere büyük bir aile oldum. Allah’ıma sonsuz şükürler olsun! İlk üç çocuğum okurken bana külfet olmadıkları gibi evlenirken de masraf olmadılar. Kendi düğünlerine varıncaya kadar ev-bark sahibi oldular. Ben de düğünlerine başka misafirler gibi eşlik ettim. Kiminin iyi niyetli, kiminin de felaket tellalı olarak “Nasıl bakacaksın, nasıl evlendireceksin, nasıl okutacaksın” olumsuz senaryolarının hiçbiri gerçekleşmedi. Hepsi bereketiyle geldi. Bereket bırakarak hanemden kendi hanelerine uçup gittiler. (İlk üç çocuğumu Kahta’da sünnet ettirmek için bir sünnet memurunun yanına vardım. Sünneti 2500 liraya yapıyorum dedi. Toptan olursa kaç olur dedim. Nasıl dedi. Üç çocuk dedim. O zaman 2’er binden yaparım dedi. Sünnetlerinde bile bereket vardı anlayacağınız.)

Evet, ilk üç evladım böyle. Sonuncu nasıl olur bilmem. Bana felaket senaryosu çizenler gibi düşünmüyorum ama bu uzun hikayeme biraz espri katayım isterseniz. Ocağıma incir ağacı dikerse evde kalan diker  sanki. Ne de olsa torun gibi büyüttük onu. Torunlar biraz nazlı olur.

Ben çocuklarımdan razıyım. İnşallah Rabbim de onlardan razı olur. Sıcak bir yuvaları olur. Rabbim onlara geçim, dirlik ve huzur verir. Allah kimseyi altından kalkamayacağı bir imtihanla imtihan etmesin. Hepimizin evladına iş, aş, sıcak yuva ve huzur nasip etsin.

Güle güle evlatlar! Yolunuz açık olsun, yüzünüz gülsün, dünya sınavınız kolay olduğu gibi ahiret sınavınız da kolay olsun. Ben sizinle nasıl gurur duymuşsam umarım sizler de çocuklarınızla gurur duyar ve mutlu olursunuz. Allah işinizde düzgün ve en iyisi olmanızı, aşınıza haram karıştırmamayı nasip etsin. Bravo size! Unutmayın ki varlığınız hep bereketti benim için. Ben sizlere iyi bir imkan sunamadım. Buna rağmen siz ayaklarınız üzere durmayı becerdiniz. Şımarmadınız. İyi bir insan, iyi bir kul oldunuz. Dilerim ki Mevlam’dan hep iyilerle karşılaşırsınız. Eşlerinizle muhteşem ikili olursunuz. Huzurlu bir ailenin temelini atarsınız. Sizler de çocuklarınızla gülersiniz, hanenize bereket getirirler inşallah. Allah hepinizin yolunu açık etsin! 03/12/2017