12 Ekim 2017 Perşembe

Üniversiteye Giriş Sistemi Sil Baştan*

Cumhurbaşkanının kaldırılmalıdır sözünün ardından TEOG adı verilen sınav sistemi kaldırıldı. Yerine ne konacağı konusunda MEB’de hummalı bir çalışma var. Zaman zaman kısa açıklamalarla kamuoyu bilgilendirilse de liseye geçişte ne uygulanacağı netleşmiş değil. MEB hala yerine bir kriter koy-a-madığına göre sanırım MEB’in kafası karışık. MEB düşünedursun, YÖK atağa geçti bile.

12/10/2017 günü YÖK Başkanı basının karşısına çıkarak 2018 yılında uygulanacak olan yüksek öğretime geçiş sisteminin yenisini açıkladı. Yeni sınav sisteminin adı tam telaffuz edilmese de kamuoyu şimdiden YKS adını verdi bile. Artık mart ayında yapılan YGS ve haziran ayında yapılan YGS sınavları tarih oldu. Sayın başkanın açıkladığına göre yüksek öğretimde okumak isteyen gençlerimiz aynı günde iki ayrı oturuma girerek ter dökecek. Sabah ki oturumda Türkçe ve Matematik yetenekleri, iki saat aranın ardından Türk Dili ve Edebiyatı, Coğrafya/Sosyal Bilimler/Matematik ve Fen Bilimleri dersleri olmak üzere dört bölümden oluşacak. Soruların lise müfredatından sorulacağını ve yeni sistemle öğrencilerin üzerindeki stresi azaltmayı düşündüklerini açıkladı YÖK Başkanı. Bu yeni sistem ne getirir, ne götürür? Şimdiden bir şey söylemek mümkün değil. İyi ve aksayan yönleri uygulamada ortaya çıkar. Umarım başkanın dediği gibi bu sistem çocuklarımızın yetenek ve kapasitelerini ölçen objektif bir sistem olur. Yine bu sistem değişen sınav sistemlerinin sonuncusu olur. Bir daha yeni sistem ve sınav sistemi ile karşı karşıya kalmayız.

Yeni sınav sistemi için olumlu-olumsuz konuşmanın erken olduğunu düşünüyorum. Her yürürlüğe konan değişiklik yeni bir heyecan demektir, hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Bu arada kısa bir zaman diliminde YÖK’ün yeni bir sınav türü ortaya koymasını da alkışlamak lazım. Çünkü her türlü sınav türüne hazırlıklı olduklarını ortaya koymuş oldular. Sınava hazırlanan öğrencilerin beklentilerine, kafalarındaki sorulara cevap verebildiler. ÖSYM ve YÖK bu işi profesyonel yaptığını gösterdi. Aynı hızı MEB’den de bekliyoruz. MEB, herkesi memnun edecek bir sistem ortaya koymayı düşünmekten ziyade getireceği sistemin çocuklarımızı objektif kriterlere göre liseye hazırlayacak olmalıdır. Önceki yıllara baktığımız zaman ÖSYM’nin yaptığı sınavlar ile MEB’in yaptığı sınavlar arasında dağlar kadar farkın olduğu hepimizin malumudur. Öyle bir sınav veya seçme kriteri ortaya konmalı ki çocuklarımız, liseyi bitirince gerçekle yüz yüze kalacağına ortaokulu bitirir bitirmez  gerçek durumlarını görmeliler ve  velisiyle birlikte yeni bir yol haritası belirlemelidir. Yeni sınav sisteminin (YKS) ayrıntılarını görünce hakkında bir şeyler mutlaka söylenir ama dikkatimi çeken birkaç hususa değinmek istiyorum. Sınav sistemimizde süre ayarlamasına özen göstermekte fayda var. Bir dakikada bir soru çözme aceleciliğinden kaçınılmalıdır. Özellikle Türkçe ve Edebiyat paragraf sorularını çözmek için gençlere makul süre verilmelidir. Sabah ki oturumda sorulacak soru sayısı makul görünürken öğleden sonra 160 sorunun sorulması öğrencileri yoracağa benziyor. 18 puan türünün 5’e indirilmesi de olumlu görünen yönlerinden birisidir. İlk oturum ile ikinci oturum arasında verilecek iki saatlik dinlenme süresi olumlu gibi görünse de evinden uzak bir okulda sınava girecek öğrenci hangi ortamda ne şekilde dinlenir, bu da düşündürücüdür. Bu kadar uzun süreden ziyade TEOG’daki gibi her sınavdan sonra ara verilmesi düşünülebilirdi. YTS ve YKS sınavları için ön-lisans ve lisan tercihinde 150 ve 180 puan barajının konması yerinde bir karar. Aynı barajın ortaöğretimi örgün okumak için tercih edecek ortaokul öğrencileri için de düşünmek gerekir. Yine sınavın yeniliklerinden biri de YTS sınavından alınan 200 ve üzeri puan iki yıl geçerli olacak. Bu, güzel bir yenilik gibi görünse de her sene soruların kolay ve zorluğuna göre puanlarda düşme ve yükselme durumu söz konusu olduğundan bu puan, bazı yıllar öğrencinin avantajına olabileceği gibi bazı yıllarda da dezavantajına olabilir. Yine bu sisteme göre her sorunun puan değeri birbirine eşit. Soru ve dersler arasındaki ayırım da bu şekilde kaldırılmış ve her derse gereken önem verilmiş görünüyor.

Yeni sistem uygulandıkça mutlaka aksayan yönleri ortaya çıkacaktır. Umarım YÖK ve ÖSYM, aksayan yönleri görünce yeni bir sistem ortaya koymaktan ziyade sistemi işler hale getirecek iyileştirmeler yaparak ortaya gördüğü sistem evladiyelik olur. Her sınava hazırlanan da önünü görerek çalışır. Yine bu yeni sistemin öğrencileri okullara bağlamasını, öğrenci ve veliyi etüt merkezlerine, özel derse mecbur bırakmamasını temenni ediyorum. Ortaöğretime gidecek çocuklarımız için konacak sistemin de YKS ile uyumlu olmasını ve birbirini tamamlamasını canı gönülden arzu ediyorum. 12/10/2017

* 14/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Ekim 2017 Çarşamba

Bu Düğünü Görmediyseniz Çok Şey Kaçırdınız

Yan tarafta gördüğünüz bir düğünde ikram edilen menü. Dokunulmamış hali. Konyalıların deyimiyle çerez. Küçücük kase tam doldurulmamış, on kişinin oturduğu masaya iki tabak bırakıldı biz oturduktan nice sonra. İçinde nohut, leblebi, fıstık var. Kelle başı düşmeyecek şekilde Antep fıstığı var birkaç tane. İkram bu kadar değil, çerezi tıka basa yedikten sonra mide hazmetsin diye yine adam sayısınca olmayacak şekilde birer kişinin içeceği tadımlık sular kondu masalara.

Az sonra gelin ve damat sahnedeki yerini aldı. Canlı müzik kulaklarımızın pasını sildi. Yüksek sesli müzik ve yöresel sanatçının sahne aldığı ortam yanımızdaki dostlarla muhabbeti  engellese de sonunda müzik müziktir, sanatçı da sanatını icra edecektir. Çekecek çilemiz varmış çekeceğiz artık. Kulakları tırmalayan müzik can sıkıntısından elimizi çerez kabına götürdü. Tabii içinde çerez bulabilirsen. Şükür ki dişimizi kırmadan çerez bitti. Öyle zannediyorum, çerez birden bitmesin diye çerezin bayatı tercih edilmiş.

Az sonra oynama anonsu yapıldı. İçimizde oynayan kimse  çıkmadı. Zira ne oynayacak yetenek vardı bizde, ne de heveslisi. Hoş, oynayacak olsak da aç ayı oynamazdı. Öğün vakti atıştırdığımız çerez de midemizin zil çalmasını engellemedi maalesef.

Otururken sağımıza solumuza bakındık bir tanıdık görebilir miyiz diye. Zira damattan başka kimseyi tanımıyorduk. Damadın mesai arkadaşlarının hiçbirini göremedik nedense. Halbuki mesai saatleri içerisinde odası giren, çıkan, ve oturandan geçilmezdi. Hikmetini bir türlü anlayamadık. Gelmeyen arkadaşları ya menüyü biliyorlardı gelmedi, ya da iyi gün dostu idiler sanırım. Arkadaşlarını mutlu gününde yalnız bırakmamayı düşünememişler anlaşılan. Ya da arkadaşları ya mutluluğuna dayanamayız diye gelmediler, ya da umursamadılar. Kurum arkadaşlığıymış onların ki meğersem.  Halbuki davete icabet etmiş olsalardı müziğin gürültüsünü tamamen bize yıkmamış olurlardı. Bizimki at-seyis hikayesine döndü. Ne kadar müzik, ses ve cızırtı varsa üzerimizden geçti dense yeridir. Hikayeyi bilirsiniz ama ben yine de anlatayım. “Bir kilisede inananlarına sürekli vaaz veren bir papaz, vaaz için hazırlığını yapmış, kiliseye geçmiş. Bir de ne görsün. Kilisede cemaat olarak sadece bir kişi var. Kısa bir şaşkınlıktan sonra “Arkadaş, vaaza hazırlanmıştım ama kimse yok, ne yapayım? Anlatayım mı? Zira sadece sen gelmişsin” demiş. Kiliseye vaaz dinlemeye gelen kişi, “Efendim, ben seyisim, bu işlerden anlamam, atlardan anlarım. Ama tüm atlar kaçsa geri kalan bir ata yem vermemezlik yapmazdım” deyince papaz, vaazını vermeye başlamış. Uzatmış da uzatmış. Tek olduğu için seyis de kiliseden çıkamamış. Nihayet papaz vaazını bitirdikten sonra seyise, “Vaazımı nasıl buldun” diye sormuş. Seyis, “Efendim dedim ya ben seyisim, vaazdan anlamam. Ama tüm atlar kaçtı diye geri kalan tüm yemi bir ata yedirmezdim” demiş. Gördüğünüz gibi damadın mesai arkadaşlarından kimse gelmeyince müzik, gürültü, cızırtıyı dinlemek ve sabretmek bize kaldı.

Sabır taşımızın çatlamasına ramak kala giren akşam namazı imdadımıza yetişti. Namaz geçmesin diye düğün sahibinden görebildiğimize hayırlı olsun diyerek salondan çıktık. Zira kimseyi tanımıyorduk, damattan başka. Akşam namazımızı yakın bir camide kıldıktan sonra evimize doğru yollandık. Düğün kaça kadar sürdü, kim oynadı, ne kadar oynadı, sanatçımız hangi müzikleri söyledi bilmiyorum. Çok da merak etmedik doğrusu. Davete icabet ettik, az da olsa atıştırmalık rızkımız kursağımıza girdi o kadar.

Eve varınca ilk işim karnımı doyurmak oldu. İyi de acıkmışım. Ne de olsa sabah kahvaltısı ile duruyordum. Abbas'ın kör kazı gibi ne bulduysam indirdim mideme. Önüme konan çerez de iyice acıktırmış belli ki!

Derdim düğünde karnımı doyurmak falan değil. Düğün sahibinin ikramını da ayıplıyor değilim. Gücü çereze yetmiş o kadar. Zira Konya'da düğünler pahalı mı pahalı! Yemek versen bir türlü, vermesen başka türlü. Burada böylesi bayat ve iyi kavrulmamış leblebi ikramı, salon sahibinin bir ayıbı. Olmayacak ve onmayacak bir firma mı arıyorsunuz? Benim bu gittiğim salondur. Konya'da bu salondan başkasını bulamazsınız. Bir firma intihar eder mi? Firma sahibinin niyeti ömürlük değil, tek vuruş gayri, belli. Bizim damat da aramak için çok uğraşmış anlaşılan.

Burada bir söz de düğün sahibine söyleyelim. Be kardeşim! Öncelikle hayırlı olsun, ömür boyu mutluluklar dilerim. Bu salonu tutmak için epey aradın mı? Salonu senden önce tutan var mı? Sen ikram edilecek çerezi daha önce görmedin mi? Haydi diyelim ki ucuza gelsin diye çerezin böylesi senin tercihin. Çünkü paran yok. Madem paran yok, canlı müziği niçin tercih ettin? Öyle zannediyorum, burada malı götüren sanatçı olsa gerek. İkramı ucuza getirip sanatçıya kösülmek nasıl bir izan, nasıl bir psikoloji, nasıl bir anlayış? 11.10.2017

Kırık Bardakla Çay İçebilmek

Gördüğünüz çay bardağının kırık olduğunu çayı yarıladıktan sonra dudağım marifetiyle farkına varabildim. Demek ki dudağım hala fonksiyonunu kaybetmemiş. Gözlerde sorun var diyebilirsiniz. Doğrudur. Küçüklüğümden beri uzakla, kırkından sonra da yakınla sorunu var gözlerimin. Ama hala bir yazı okumak için yakın gözlüğü kullanmadığımı da ifade etmek isterim.

Ben olayın oluşunu anlatayım da siz hakkımda ne derseniz deyin. Sabah ilk dersin bitiminde öğretmenler odasındaki ters kapatılmış çay bardağının bir tanesini çevirip alelacele çayı döküp bardağı elime aldıktan sonra nöbetimi tutmak üzere görevlendirildiğim katıma çıktım. Bir taraftan öğrencileri gözlemlerken diğer taraftan çayımı yudumladım. Bardağı yarılamıştım ki dudağıma gelen temas sonucu bardağın kırık olduğunu görebildim. Kalorifer peteğinin üzerine bardağı koyduktan sonra fotoğrafını çektim. Ardından bardağın sağlam yerinden geri kalan çayı yudumladım ve bir başkası mağduriyet yaşamasın  diye bardağı çöp kutusuna attım. Tüm olay bundan ibaret. Şimdi gelelim bu olayın analizine.

1. Okul bardak alamayacak kadar fakir, tıpkı benim gibi. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş. Bu yazıyı okuyanlardan okulum ve benim sağlığım için bir koli büyük boy çay bardağı göndermelerini bekliyorum. Olmaz ya bir beklenti benimki. Umut dünyası ne de olsa.
2. Kırık olduğunu görmediğim çay bardağını, bana göre genç olan görevli arkadaş da görememiş. Demek ki bardağın kırık olup olmadığı görüp görmemenin yaşla ve gözle bir alakası yok. Görmeyince görünmüyor. Kınamayın başınıza gelir.
3. Bu kırık bardakla çay içmek benim kulağıma küpe olsun. Bundan sonra "Acele işe şeytan karışır" sözü gereği herhangi bir işte acele etmemem gerektiğini, bardağı elime alıp çay dökmeden önce alıcı gözle bakmam ve yoğurdu üfleyerek yemem gerektiğini anladım.
4. Kırık bardakla çay içmek cahil cesareti olsa da bir cesaret olduğu aşikardır. Sağlam bardakla herkes çay içer. Önemli olan kırığından içmek. Verilmiş sadakam varmış. Ki dudağımı ve elimi yaralamadım.
5. Kırık bardakla kendimi yaralamadan çay içmek ayrıca bir maharettir.
6. Sağlam bir dudak yapısına sahip olduğum ortaya çıktı. Şekil A'da görüldüğü gibi.
7. Kötüye bir şey olmaz sözünün doğruluğu bir kere daha ortaya çıktı. 11.10.2017