28 Ağustos 2017 Pazartesi

Bylock

FETÖ silahlı terör örgütünün haberleşme ağı olan bylock Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre örgüt üyeliği için yeterli delil olarak kabul edildi. Son zamanlarda yapılan açığa alma, tutuklama, kamudan ihraç gibi tasarruflarda hep bylock ön plana çıkmaya başladı. Gün geçmiyor ki Türkiye'nin herhangi bir ilinde bylock operasyonu yapılmış olmasın. Öyle bir hal aldı ki dibi görünmeyen bu operasyonun ucunun kimlere ve  nereye kadar uzanacağı hâlihazırda bir muamma.

İçeriğini bilmemekle beraber bylocktan dolayı hakkında yakalama kararı çıkarılan kimi tutuklanıyor, kimi ifadesi alındıktan sonra salıveriliyor, kimi de ihraç ediliyor. Mahkemelerin bu farklı tasarrufları kamuoyunda farklı algılanıyor. Hele bylock dolayısıyla mahkemeye çıkarılıp salıverilen kişi kamuoyunda tanınan ve arkasında güçlü siyasi bağlantıları olan biri ise vatandaş, ‘Adalet kimsesiz garip ve gurabayı vuruyor, güçlüleri es geçiyor’ kanaatini taşımaya başlıyor. Siyasi baskı olmasa da, mahkemeler etkilenmese de görüntü bu şekil. Yine vatandaşın bir kısmı, bazı tutuklanan kişilerin masum olduğu hakkında beyanlarda bulunuyor, haksız yere tutulduğu şeklinde değerlendirmelerde bulunuyor. Kararı verecek olan mahkemelerdir. Yargının en doğru kararı vereceğine maşeri vicdanın ikna olması gerekiyor. Hakkında masum olduğu basına yansıyan kişilerin dosyalarının ivedilikle görüşülmesinde fayda vardır. Bunun için gerekirse hâkimler mahkeme dışında da bilgilendirme yoluna gidebilmelidir.

Bylock ile ilgili bir başka sorun daha var. O da, adı bylock ile anılan kişinin ilk önce basında yer alması. Adı geçen kişi gözaltına alınıp bazen çıkabiliyor. Niçin çıkar? Ya bir yanlışlık vardır, ya da etkin pişmanlıktan yararlanarak çıkar. Bylock dolayısıyla adı basında çıkıp hakkında gözaltı kararı verilen kişi masumsa o zaman bu kişinin kamuoyu nezdinde itibarı zedelenmeyecek midir? Zaman zaman iş adamlarının ismi de bu suçla anılmaktadır. Sonradan şirketinde çalışan bir elemanının bylocku yüklediği anlaşılabiliyor. Bu durumda bu kişi, atılan çamur temizlense de izini taşıyacaktır. Kamuoyunda bir güven sorunu yaşayacaktır. Çalışanları kendisine ‘acaba’ diyerek bakacaktır. Bu tip hataların önüne geçilebilmesi için operasyonun gizli yürütülmesi, kişinin bilgisine başvurulması, basına hemen bilgi verilmemesi en uygun yol gibi geliyor bana. Adı geçen kişinin bylock kullandığı kuvvetli delillerle ispatlanıyorsa ondan sonra basına açıklama yapma yoluna gidilebilir. 

Bylock adı verilen terör örgütünün haberleşme ağını kullananları istihbarat sanırım tamamen çözdü. Günübirlik bylock operasyonlar yapmaktan ziyade devletin yetkili organları, “Bylock kullananların isimleri elimizde, şu tarihe kadar içinizde bylock kullananlar varsa yetkili mercilere “Ben bylock kullandım, gereğinin yapılması” diye müracaat yapmalarına izin verilmelidir. Belirlenen süre içerisinde beyanda bulunmayan bylock kullanıcıları için devlet operasyon düzenlemelidir. Devlet kendisi beyanda bulunanla, operasyon sonucu bylock kullandığı tespit edilen kişiye aynı muameleyi yapma yoluna gitmemelidir. Bilgi vermeyene daha ağır cezalar uygulamalıdır.

İnsanlar gördüğü her habere, sosyal paylaşım sitelerindeki her paylaşıma balıklama atlama yoluna gitmemelidir. Zira her duyduğunu, hey okuduğunu aktarmak kişiye günah olarak yeter. Önceliğimiz insan onurunun korunması olmalıdır. Zira basın ve yayın organlarında çıkan, sosyal medyada paylaşıma giren bilgi, belge ve dokümanların büyük bir çoğunluğu fasık haber niteliğindedir. Bu tür haberleri yapanların amacı kişi, kurum veya zümrelere suç isnat ederek insanların kafasında bir şüphe oluşturmaktır, algı operasyonuna imza atmaktır. Kişileri, firmaları hedef alan bir haber gördüğümüz zaman pişmanlık duymamak için bir Müslüman’a yakışan “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” ayetine uygun hareket etmektir. Asılsız haber yapanlara mutlaka devletin yetkili organları hesap sormalıdır. 28/08/2017




27 Ağustos 2017 Pazar

En İyisi Kocakarı İmanı *

İslam'da din adamı sınıfı yoktur, ruhbanlığa hiç yer verilmez. Buna rağmen insanımız dinini yaşasa da yaşamasa da din görevlilerine saygıda kusur etmez. Yemediğini yedirmede, içmediğini içirmede yarışır. Düğününde, cenazesinde, mutlu ve üzüntülü anında; nişan, nikah vb durumlarda evinin başköşesinde yer verir. Dini bir konuda kafasına takılan bir husus olursa hocanın kapısını aşındırır. Onun söylediğini de uygulamaya çalışır. Verdiği cevabı sorgulamaz. Herhangi bir anlaşmazlıklarda aracı olarak hocayı devreye koyar. Hocasına gereken saygıda kusur etmez.  Son yıllara gelinceye kadar Anadolu insanının dini bilenlere bakışı bu şekilde idi. Hocanın verdiği cevap dindi. Hocayı eleştirene sen hocadan daha mı iyi bilecen denirdi.

Teknolojinin gelişmesi, iletişimin artması sonucunda din alanında epey bir insanımız yetişti, birbirini nakzedercesine farklı fikir ve görüşler ortaya çıkmaya başladı. Alanında kendini uzman görenlerin farklı fikirlerini birbirini küfür ve sapıklıkla itham edecek şekilde TV ve medyada serdetmeye başlayınca vatandaşın din görevlilerine karşı bakışı değişti, kafası karıştı. Beraberinde güven problemi de ortaya çıktı. Acaba hangisi doğru söylüyordu? Bitmek bilmeyen, çözülmez problemleri ısıtıp ısıtıp herkesin gözü önünde kavga edercesine birbirine saygıyı bırakarak devam etmeleri güven probleminin yanında halkı da kutuplaştırdı. Alanında kendini uzman görenler iyi bir taraftar kitlesine ulaştı. Karşı tarafa saldırdıkça taraftarlarından alkış ve destek aldı. Bizim hocalar yakaladıkları bu havayı devam ettirmeyi yeğlediler maalesef. Çünkü gözle görülür bir taraftar kitlesi oluşmuştu. Zaman pasif kalma zamanı değildi. Kendisini sevenlerin yanında otoritesini sağlamlaştırırken din alanında verdikleri zararı hiç düşünmediler. Çünkü enaniyetleri onlara bu fırsatı vermedi.

Din alanında hiç tartışma olmasın demiyorum. Mutlaka olacak ve olmalı da. Zira bu asır her şeyin sorgulandığı asır olarak tarihe geçecektir. Farklı fikirlerin çarpışmasından hakikatler ortaya çıkar, gelişme meydana gelir. Benim eleştirim fikrini ifade ederken muhatabına ve onun fikirlerine saygı gösterilmemesi, tartışma ortamını münakaşa ortamına döndürmeleridir. Din alanında söz söyleyenlerin fikirlerinden ziyade ben ilk önce onların muhatabına saygı gösterip göstermediğine bakarım. Muhatabına değer veren bir insan edebi öğrenmiştir. Edebini bilen ise neyi, nerede, kiminle, hangi üslupla konuşacağını bilir. Bu şekilde seviyesini koruyan uzman kişilerin sayısı maalesef bir elin parmaklarını geçmez. Saldırgan, karşı tarafı töhmet altında bırakan bir üslup bu mahallede söz sahibi oldu. Kendisini etkili ve yetkili görenler tartışmalarına devam ededursunlar, vatandaş onlardan sıdkını sıyırdı.

Kendi aralarında tartışmalı konuları konuşup çözemeyenlerin bu vatandaşa din alanında rehberlik yapabilmesi mümkün değildir, vatandaşa verebileceği bir şey de yoktur. Keşke bu kişiler bu kadar bilgiyi öğreneceklerine, allameyi cihan olacaklarına ilk önce edep öğrenselerdi de varsın bilgileri eksik olsaydı, başımızın tacı olurlardı.

Birbirini nakzedercesine farklı fikirlerin ortaya çıktığı günümüzde vatandaş bu mürekkep yalamış insanları görünce en iyisi anamdan, babamdan, cami imamından öğrendiğim din diyecek. Dedemin bana öğrettiği güzel şeyler bunların bana verdiği bilgilerden daha iyiymiş diyecek. Konuları tartışacağız derken dini tartışılır hale getiren bu hocaları görünce bunların anlattığı din, iman kendilerinin olsun. Bana nenemin anlattığı kocakarı imanı yeter diyecek. 27/08/2017

*16/04/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

 

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Kimse Layüsel Değildir. STK'lar da Eleştirilir. Ama...

Son günlerde hükümetle zam görüşmesi yapan yetkili sendikanın üyeleri arasında sosyal medyada tartışma seviyesinin ötesine taşan paylaşımlar söz konusu. Birbirini kırmalar, kırılmalar, suçlama ve isnatlar gırla gidiyor.

Baştan söyleyeyim, verilen görüntü hoş değil, öncelikle tarafların bunu bilmesinde fayda vardır. Üstelik sosyal medyadan yapılan atışlar ne sendikaya, ne de üyelerine bir şey kazandırır. Sadece el ovuşturanları sevindirirken birbirinizi yaralamış ve onulmaz yaralar açmış olursunuz. Şu ana kadar içinizi döktünüz, ötesine de imkan vermeyin. Zira yarın karşı karşıya gelecek, birbirinize bakacak yüzünüz olmayabilir.

Sendika yapılan zam görüşmelerinde başarı elde ettik yollu söylemlerden kaçınsın. Zira orta yerde bir başarı söz konusu değildir. Üyeler de satılmaktan falan dem vurmasın. Yazarken de mesele zam falan değil diye cümleler kurmasın. İstisnalar kaideyi bozmaz ama bu tartışmanın, atışmanın arkasında zam oranları var. Çünkü görüntü budur. Şu anda söylenen her sözün arkasında yeterli kazanım olmadı. yaygara da bundan ibaret izlenimi var.

Sendika yöneticileri ve üyeleri şunu bilsin ki hükümet ile memurları temsilen masaya oturan yetkili konfederasyon eşit şartlarda değildir. Her türlü yetki, sorumluluk hükümetin elindedir. Hükümetin bu durumu kredi çekmek isteyen kişinin bankacının tüm isteklerini kabul etmesine benzer. Hatta daha kötüdür. Kişi kredi şartlarını beğenmeyip çekip gidebilir, alternatif bankaya yönelebilir. Burada ise hükümetin teklifini kabul ettin ettin, yoksa Kamu hakem Kurulu devreye girer. Bu Kurul da bugüne kadar hiç bağımsız hareket etmemiştir, hatta anlaşmazlıkla sona eren bir toplu sözleşmeyi karara bağlarken hükümetin de teklifinin altında bir zam oranına imza atmıştır. Zammı beğenmeyenlerin yetkili sendikayı eleştirmesinden ziyade ilk önce eşit şartların olmadığı bu toplu sözleşme ortamını eleştirmesinde fayda vardır. Bu durum bugünkü yetkili sendika için de böyledir. KESK, Kamu-Sen de olsa böyledir.  Durumu bu şekilde tespit edelim, sonra kime kızacaksanız hep birlikte kızalım. Yoksa havanda su dövmüş olursunuz.

Sendikamızı eleştirelim eleştirmesine. Ama bunun yolu sosyal medya değildir. Zira bu tür ortamlardan hakikat güneşi ortaya çıkmaz. Bu işleri bu âleme taşımadan önce sendikanın yetkili kurullarını harekete geçirip toplantı talep edelim. Orada bu mesele enine boyuna konuşulsun, birbirimize acımasız eleştiriler yapalım, gerekirse olağanüstü seçim talep edelim, imza toplanacaksa imza toplayalım. Sendikanız bu tür tekliflere kapıyı kapatırsa o zaman çaresiz bu sosyal medyayı kullanalım, eleştirilerimizi de yapıcı bir şekilde yapalım.

Sendika yetkililerine gelince üyelerinizin eleştirilerini sosyal medyadan yapmasında ne kadar payınız var, lütfen bunu bir düşünün. Üyelerinize ne kadar değer verdiğinizi hissettirdiniz? Üyelerinizde aidiyet duygusu oluşturma adına ne yaptınız? Kaç üyenizi kurumunda ziyaret ettiniz? Kaç üyenizi bir araya getirerek onlarla istişare ettiniz? Kırılan, küsen kaç üyenizin kapısını çaldınız? Üyelerinizle irtibatınızı sadece kan ihtiyacı ve cenaze olaylarıyla sınırladınız. Vefa gecesi düzenlediniz, kaç üyeyi oraya çağırdınız? Kendi elinizle makam ve mevki verdiklerinizi baş tacı yaptınız o gecede. Üyelerin tamamını alacak imkan ve yerden mahrumuz diyebilirsiniz ama size aidiyet duygusu oluşturun diye madem öyle belirli periyotlarla belirli bölgedeki üyelerinizi toplantıya çağırarak bu işe başlayabilirsiniz dendi kaç defa. Ama siz hem sendika hem de görevlendirildiğiniz makamı kolay kolay terk etmediniz, ziyarete gitmişseniz hep makam sahiplerinin kapısını aşındırdınız. Çoğu zaman  sadece kurum temsilcileriyle bir araya gelip adına istişare dediğiniz toplantıları yaptınız. Orada istişare yapıldı mı? Sadece başkan ve birkaç protokolün konuşmasına yer verdiniz, temsilci ve okul müdürleri yemeğini yedi, çayını içti, sizi dinledi ve oradan ayrıldı. Kaç okul müdürü veya temsilciniz görev yerine gittikten sonra üye arkadaşlarını toplayarak “Arkadaşlar mesele bundan bundan ibaret” diyerek bilgilendirme yoluna gitti. Siz sadece müdür ve temsilcilerinizden yeni üye istediniz, kim olursa olsun gelsin, sayımız çok olsun, yetkili sendika olalım hesabı yaptınız ve yeni üyeler de siz makamınızda otururken birer birer düştü. Kırılıp ayrılanın arkasına düşmediniz, giderse gitsin daha şu kadar üyemiz var hesabı yaptınız. Hükümetle aynı paralel de durmayı marifet saydınız, araya mesafe koyamadınız. Etrafınızı makam ve mevki isteyenler doldurdu, onlarla ilgilendiniz, alt tarafı görmediniz, görmek istemediniz. Zira göremezsiniz. Çünkü etrafınız çevrili. Üyeleriniz arasında aidiyet duygusu oluşturmadan büyüdükçe büyüdünüz. Ama gelin görün ki üyeler tek düze değil, her kafadan bir ses çıkıyor. Haydi hakim olun olabilecekseniz. Nitelikli azınlıktan ziyade niteliksiz çoğunluğu idare etmek, onlara hakim olmak zordur, haberiniz olsun.

Siz toplu sözleşmenin nimetlerini anlatmaya çalışmaktan ziyade yönetim ve yetkili kurullar olarak bir araya gelin, nerede hata yaptık, bundan sonra ne yapabiliriz, üyelere nasıl ulaşabiliriz şeklinde bir yol haritası belirleyin. Bundan sonra da üyelerinizle sık sık bir araya gelerek istişare etme yoluna gidin. 26/08/2017