25 Haziran 2025 Çarşamba
Bahtıma Yanayım
Kaldırım Canavarı BinBinler
Millet Bahçesinin önünden Anıt'a doğru kaldırımdan yürüyorum.
Kaldırım geniş ve insan yoğunluğu bakımından seyrek bir yer. Tek tük gelip geçen insanlar oluyor.
Larende Caddesine doğru mu yürüyeyim yoksa Zafer tarafına mı derken Zafer'e doğru yöneleyim dedim.
Ardımdan gelen ses yok. Kimsenin önünü de kesmeyeceğim. Yoldan karşıya geçeyim diye içimden geçirdim.
Daha yönelmeden jet hızıyla solumdan bir Scooter, namı diğer BinBin geçti.Sesten eser yoktu BinBin'de. Adeta sessiz tayyare.
Yanımdan rüzgar gibi geçen de bir çocuk falan değil, basbayağı büyük biri.
Kaldırım tenha, nasılsa arkamda kimse yok diye yöneliverseymişim, o hızla sol ayağımı kırdığı gibi iki seksen uzanıp yüzü koyun yere kapaklanmam hiçten değildi. Yüzüm ve kafamı taşlara çarparak kan ter içinde kalmam garanti idi.
Gencin de bana çarpmamak için altındaki zıkkımı sağa sola kırarak manevra yapması mümkün değildi.
Hiç bozuntuya vermeden yürümeye devam ettim ama gelin onu siz bana sorun. Adeta dizlerimin bağı çözüldü. Koku almayan burnum ölüm kokusunu aldı desem abartmış olmam. Ölmesem de beni süründürmek için epey yatağa mahkum ederdi.
Bu Scooter zıkkımı kaç km hızla gider diye İnternete baktım. Saatte 25 km'ye kadar hız yapabiliyormuş.
Kıl payı kurtulduğum bu kaza riskinin ardından, gideceğim menzile varıncaya kadar kaldırım boyu içimden şunlar geçti:
Bulacak bir şey bulamamışlar gibi bu BinBin'i icat edeni, yapıp piyasaya süreni, satış ve dağıtımına onay vereni, satışını yapanı, inip bineni, kaza riskine rağmen bu BinBinlere bir şey yapmayanı, bizi Scooter sürücüsüyle burun buruna getireni vb. Allah bildiği gibi yapsın.
Şu bir gerçek ki bu Binbin canavarlarından dolayı kaldırımlarda yürüyen yayaların hiçbirinin can emniyeti yok. Canımız Allah'a emanet ve Binbin sürücüsünün insafına kalmış bir şekilde kaldırımlarda arzıendam ediyoruz.
Hiçbir kural tanımayan, yayaların canını tehlikeye atarak yol, kaldırım, sokak, yaya yolu vs. her yerden biten bu Scooter canavarlarına dur diyecek bir merci yok mu şu âlemde? Bu canavarların nereden, nasıl, ne şekilde, kaç süratle çıkacağını bilmeden kelle koltukta kaldırımlarda yürümeye devam mı edeceğiz? Yetkililerin harekete geçmesi için kaldırımlarda kaç insanın Scooter sevdasına kurban gitmesi gerekiyor?
Bu Binbinlerin denetimi var mı? Varsa kim yapıyor? Bugüne kadar kaç Binbinciye ceza kesildi? Bunları bilmiyorum ama herhalde trafik polisini ilgilendirmesi gerek. Trafik polisi de yukarıdan talimat gelmeden Scooter avına çıkmaz.
Bu durumda kelle koltukta yürümeye devam.
Aşağı yukarı her yol ve caddeye belirli aralıklarla radar koyarak hız kontrolü yaptıran ve hız sınırını ihlal ettin diye ceza yazdırmak suretiyle sürücülere göz açtırmayan devlet, bu Scooterler için herhangi bir tedbir ve önlemi niçin düşünmez?
Vatandaş olarak devletten acil önlem ve tedbir almasını bekliyoruz.
21 Haziran 2025 Cumartesi
Kendimi Bir Değersiz Bir Değerli Hissettiğim An
12 Haziran 2025 Perşembe
Reçetede Kota Uygulaması
11 Haziran 2025 Çarşamba
Lastik Tamiri
Bayram ziyaretine gelen çocuklarımla bayramlaştık. Kahvaltımızı yaptık. Başka akrabaları da ziyaret edelim diye çıktılar.
Arabalarına binip gitmediler bir türlü.
Ne hayır diye arkalarından indim. Bir tanesinin arabasının arka sağ tekeri inmiş. Jant yere değmiş. Baktım pompa yardımıyla şişiriyorlar.
Bu teker patlak. Stepneyi takın dedim. "Kim uğraşacak. Nasılsa yaptırılacak. Biraz şişirip bir lastikçiye kadar gidelim" dediler.
Yakındaki bir petrolde bulunan lastikçiye götürüp yama yaptırmışlar.
Cam girmiş tekere.
Bayram bayram, bayrak kazığı yedim dedi oğlan. Kaç verdin dedim. 350 lira imiş. Fazla değil mi diye sordum. Bizim ücretimiz böyle dedi. İşimin görüldüğüne baktım. Yalnız bu ücret fazla dedi.
9 Haziran 2025 Pazartesi
Kafa Ütülemede Bazıları
7 Haziran 2025 Cumartesi
GSM Operatörleri Bildiğiniz Gibi
GSM operatörlerini sormayın. Zira bildiğiniz gibi. Bir istikrar abidesi olarak bir arpa boyu yol almadan gerisin geriye patinaj yapmak suretiyle yerlerinde saymaya devam ediyorlar. Kendilerini geliştirme ve değiştirme gibi bir dertleri yok. Müşteri memnuniyeti ise zaten lügatlerinde olmaz.
Haksızlık yapmayayım. Mevcut müşteriden esirgedikleri memnuniyeti yeni hat alandan ve hattını taşıyandan esirgemiyorlar. Gören de operatörden ziyade yeni hat satma ve hat taşıma görevleri var sanır. Ama öyle. Çünkü GSM operatörlerinin hizmette sınır tanımadığı tek hizmetleri bu. Hepsi tıpkısının, aynısının ta kendisi. İsimleri farklı olsa da yok aslında birbirimizden farkımız modundalar. Yine her depremde alt yapıları çökme yönünden de birbirlerini aratmazlar.
Ne demek istediğimi anladınız ise de yine de kısaca değinmek isterim. Taahhüdü biten eski müşterilerine ne kadar indirim yapıyoruz deseler de yüksek fiyat çekiyorlar. Hattını taşımak isteyenlere de kampanya adı altında düşük ücret veriyorlar. İşleri, güçleri hat taşımak. Nedense "Biz önce mevcut müşterimizi memnun edelim. Onlar vefalı. Onlara normal fiyat verelim. Eski müşteriyi koruyalım. Ardından yeni müşteri gelsin" düşünceleri hiç olmadı.
Hattını taşıyacak yeni müşteriye kolaylık sağlarlarken eski müşteriye sundukları teklifle zorluk üstüne zorluk çıkartıyorlar. Adeta yersen bu. Yemezsen güle güle. Pek de lazım değilsin. Sen bizi beğenmezsin ama elimizi sallasak ellisi" dercesine kapıyı gösteriyorlar.
İstenmediğim yerde durmam. Başka bir GSM'ye geçeyim diyorsun. Taahhüt sürenin bitmesini bekliyorsun. Taahhüdün bitmesine kaç gün kala geçersem, cayma bedeli ödemem diye bir bayiye soruyorsun. "4 gün kala" dedi adı Kadir olan görevli. Delikanlı, emin misin? Beni yakma diyorsun. "Yok amca. İçin rahat olsun" diyerek seni rahatlatıyor. İyi, dört gün kala geçeyim diyorsun. Yeni bir operatör bayiine giderken gördüğün mevcut hat bayii gözüne ilişiyor. Bir de buraya sorayım. Garanti olsun diyorsun. Kızım, taahhüt sürem, 9'unda sona eriyor. Mobil şubede dört gün kaldı bitime yazıyor. Başka bir operatöre geçiş için başvurursam, ceza yer miyim diyorsun. "Amca, bizde sizin faturanız gözükmüyor. Yalnız ceza çıkabilir. En iyisi müşteri hizmetlerini arayarak doğrusunu öğren" diyor.
Haliyle kafan karışıyor. Arayayım bari diyorsun. Aramaya arıyorsun ama müşteri hizmetlerine bağlanmak mesele. Sana otomatik olarak sayıyorlar. Sen de dinliyorsun ve ne zaman sadede gelecekler diye bekliyorsun. İşlem yapmadınız diyor. Sadra şifa bir şey söylemediniz ki işlem yapayım. İstediğim müşteri hizmetleri. Ona da bir türlü sıra gelmiyor.
Nihayet müşteri hizmetlerini telaffuz ediyor. Tuşlayınca müşteri hizmetlerine bağlanacaksınız diyor. Ama gel de bağlan. Onca işinin arasında müzik dinliyorsun. TC numaranı giriyorsun. Gün, ay, yıl olarak doğum gününü istiyorlar. Ardından "Annenizin baş harfini söylemek için ilk harfi kodlayın diyor. Yani A ile başlıyorsa soyadı, Adana diye kodlatıyor. Çankırı diyorsun, o ise Çanakkale aşığı çıkıyor. Çanakkale'nin "Ç"si teyidi yapıyor. Derdini anlatıyorsun. Seni taahhüt birimine aktarıyor. Bu arada yine bekletiliyorsun müzik eşliğinde. Taahhüt birimi ise "9'unda gece 00.00 itibariyle fatura kesilir. O zamana kadar GSM değiştirdiğin takdirde cayma bedeli ödersiniz" diyor. Gece 00.00'da başka GSM'ye nasıl geçebilirim" diyorsun. "Birkaç gün sonra geçebilirsiniz. Sadece kullanmanıza bağlı olarak taahhütsüz fiyattan cüzi bir miktar ücret ödersiniz" diyor. İyi de ben ne anladım bu işten diyorsun. "Durum böyle" diyor. Ardından "Efendim, niye GSM değiştirmek istiyorsunuz" sorusuna, doğru dürüst telefon konuşmam yok. İnterneti ise fazla kullanmıyorum. Sizin taahhüt sonrası verdiğiniz rakamlar yüksek. Nedense kendi müşterinizden indirimi esirgiyorsunuz. Başka GSM'ler de aynı sizin yaptığınızı yapıyor. Kısaca onların kampanyaları daha cazip. Sizin bana önerebileceğiniz bir teklifiniz var mı dedim. "Beyefendi! Telefon ve İnterneti fazla kullanmadığınız görülüyor. Haklısınız. Niye fazla ödeyeceksiniz? Başka GSM'ye geçmektense bizde faturasız uygun kampanyalar var. İsterseniz, arkadaşlar teklif versin. Sizi o birime aktarayım" diyor. İyi olur dedim. Yine müzik ve bekleme. Sonrasında bir kızımız muhatabım oldu. Ona, 9'unda taahhüdüm bitiyor. Şu anda faturasıza geçersem cayma bedeli alınıyor mu dedim. "Evet alınıyor" dedi. İyi de başka bir operatöre geçmiyorum. Yine sizde kalıyorum dedim ise de "Efendim, sözünüzde durmamış olacağınızdan yine cayma bedeli alınır" demez mi. Peki, ayın 9'u kurban bayramının 4. gününe tekabül ediyor. Resmi tatilde faturasıza geçmek için muhatap bulabilecek miyim diyorsun. "Elbette bulursunuz. Bizi arayabilirsiniz" dedi. Sonrasında herhangi bir işlem yapmadan iyi günler diyerek telefonları karşılıklı olarak sonlandırıyorsunuz.
Bir sonuç alamadığım, bekleme, müzik, kampanyaları dinleme, şunun için buna, bunun için şu rakama basma, üç ayrı birimin temsilcisi ile görüşme toplamı, 19 dakika 22 saniye sürmüş.
Sözün özü taahhüdümün sonuna kadar beklemezsen, cayma bedeli çıkacak. Taahhüt bitimi başka bir GSM'ye veya mevcut operatörümün faturasına geçersem cüzi bir miktar ödeme yapacağım. Yani rahat durmadığım için her halükarda operatörüm benden para alacak. Taahhüt bitimi son faturanın 00.00'da bitimi ile birlikte gece gece faturasıza geçeceğim diye müşteri hizmetlerine bağlansam, "Amca, sabahı bekleyemedin mi? Gece gece yatamadın mı” cevabı alırsam hiç şaşırmayacağım.
Kısaca faturalı hattın mı var. Derdin var. Çıkmak istiyorsun, çıkamıyorsun. Çünkü cayma bedeli var deniyor. Kalayım diyorsun, yüksek fatura öneriliyor. Faturasıza geçeyim desem, bu da sözümde durmama anlamına geliyormuş.
Bu durumda en iyisi bir daha faturalı olmamak. Paketini peşin ödersin. Başka GSM'ye geçersen de "Sakın ha cayma bedeli ödersin" tehdidi olmaz. Bakalım günler ne gösterecek.
Yalnız GSM operatörlerine elini kaptırdın mı kurtulamıyorsun. Beni bırak diyorsun. Ne mümkün. Ben sizi bırakıyorum desen, onlar seni bırakmıyor. Hırsız misali. Hani oğul hırsızı yakalamış. Baba, buraya getir demiş. Ama hırsız gelmiyor demiş oğul babasına. O zaman bırak gitsin demiş baba. Gitmiyor demiş evlat. O hesap ne seni kendi haline bırakıyor ne de kendisi çekip gidiyor.
Yazım uzadı biliyorum. Ama kısa kısa birkaç hususa daha değinmek isterim. GSM operatörleri kayıt altına aldıkları görüşmelerde güvenlik için anamın kılık soyadını sormaktan hiç vazgeçmedi. Varsa yoksa anamın kızlık soyadı. Anam öldü gitti. Ama kızlık soyadı baki. Bayatladı artık bu kızlık soyadı. Büyüyün ve geliştirin kendinizi. Anamı da bu işe karıştırmayın. Bırakın da anam mezarında rahat uyusun. Bir de bu soru eskiden bir anlam ifade ederdi. Çünkü adınlar evlendikleri zaman ailesinin soyadını almazlardı. Şimdi kocasının soyadı ile birlikte aile soyadını da alenen kullanıyor kadınlar. Buna rağmen kılık soyadı güvenlik yönünden bir anlam ifade etmiyor.
Hülasa GSM operatörleri kırk dereden su getirme yönüyle büyümek istemeyen küçük esnaflara çok benziyor. Bu tür küçük esnafın küçük kalmasında çoğunun müşteri memnuniyetini esas almaması yatıyor. Hani küçük esnaf dükkanının görünür yerine "Satılan mal geri alınmaz, değiştirilmez" yazdırıp asar ya. bizim GSM operatörleri de öyle.
Büyüyüp gelişmek istemeyen bizim GSM operatörleri, küçük esnaf olarak kalmaya devam edecek. Ne diyeyim, Allah topunu bildiği gibi yapsın.
4 Haziran 2025 Çarşamba
Otobüste 65'li Muhabbeti
Ne zamandır belediye toplu taşıma araçlarına binme ihtiyacı hissetmedim.
Gideceğim yere zaman kazanmak için Zafer durağından otobüse bindim.
Otobüs Kültür Park durağına gelince, şoför yolcu aldıktan sonra hareket edeceği zaman duraktan yaşlı bir amca kapıya doğru yöneldi. Kaptan kapıyı açtı. "Nüve İş Merkezine hangi otobüs gider" diye sordu. Sanırım "138” ya da 168 dedi. "Gideceğin yer şurası. Bir duraklık yer. Beklediğine değmez. Yürüyüver" dedi. Soruyu soran hiç oralı olmadı. Durakta Nüve İş Merkezinden geçen otobüsü beklemeye koyuldu.
Şoför şaşkınlığını üzerinden atamadı. Hareket ettikten sonra da Allah Allah demek suretiyle homurdandı. Dedim belli ki adam 65'lik. Bir duraklık mesafe de olsa niye yürüsün" dedim. "Ama bekleyecek" dedi. Yürümektense beklesin, işi ne dedim. "Orası öyle. Niye binmesin, sonra niye yürüsün, doğru" dedi.
Sonrasında 65'liklerin otobüse binme konusu muhabbet konusu oldu. Meram Tıp Fakültesi hastanesinin önünde ininceye kadar devam etti. Muhabbeti zorlaştıran tek sıkıntı, şoförün kısık sesle konuşmasıydı. İşitmek için epey efor sarf ettim.
Dertliydi şoför. Derdini gülmeye vermiş. Anlattı da anlattı. "Güneşin altında 15 dakika otobüs bekledikten sonra bindi biri. Biner binmez ben daha hareket etmeden inme düğmesine bastı. Bir değil, beş değil. Her gün böyle. Amca niye böyle yapıyorsun? Bu kadar bekleyip bir durak sonra ineceksen, yürüsen olmaz mı dedim. Demez olaydım. Bana bir sürü laf saydı. Baktım olmayacak. Sustum" dedi.
"Ben genelde şu mevkide çalışıyorum. Bir tanesi öğleye kadar üç defa benim otobüsüme bindi. İyice tanıdım artık. Her gün böyle. Çarşıda kaç defa biniyorsa artık. Bir de sabahın yoğun saatlerinde biniyor. Binince yürüyecek yer yok. Önündeki öğrencileri itekliyor. Öğleden sonra da üç defa biniyor. Ne iş anlamadım. Tenha saatleri bari seçse" dedi.
"Hele bir tanesini merak ettim. Hareket merkezinden bir günde kaç defa bindiğine baktırdım. İnanır mısın, bir günde 43 defa binmiş otobüse" dedi. Aylık ya da haftalık olmasın dedim. "Hayır, bir günde" dedi. Vay be herhalde mahalle mahalle dolaşıp Konya'nın mahallelerini tanıyor. Belli ki işi yok. Evde sıkılıyor. Otobüse binerek vakit geçiriyor dedim.
Ardından lafı ben aldım. 65'e varmaya 3 yılım kaldı. Rekorları egale etmeyi pek severim. O adamın 43 rekorunu bakarsın 63'e çıkarırım. Hele o yaşa bir geleyim. Konya'nın kaç mahallesi varsa her güzergaha bineceğim. Benim çok sayıda bindiğimi görünce, 43 defa binen, yunmuş yıkanmış diyeceksin dedim. "Böylece mahalleleri tanırsın" deyip güldü.
Şoföre, sen hu konuda çok dertlisin. Daha anlatacağın çok şey olmalı. Oturup seni dinlemek lazım. Hele senin bu bir günde 43 defa bineni yazı konusu edineceğim dedim. "Aman yaz da benden bahsetme" dedi.
Konuşunca, otobüse bindiğimde işlediğim yazma sünnetini işleyemedim. Bir de ne zaman Meram Tıp hastanesine geldiğimi anlayamadım. Muhabbeti bozan tek şey, 65'lik olunca 43'ü geçeceğim deyince, yanımdaki oturanın, "dur bakalım, o zamana çıkabilecek misin? Kimi 65'i bulunca ölüyor" dedi. Orası öyle tabi. Nasipse artık. Yarına çıkacağımız belli değil dedim. Bir de “dur bakalım, o zamana bu bedava binmeyi kaldırırlar belki” dedi.
Eksik olmaz böyleleri. Muhabbet arasına girerek ölümü hatırlatırlar ve muhabbetin içine ederler. Sordum sanki, ne kadar yaşarım diye.
Bu muhabbetin faydası yeni bir konu bulmak oldu. Hastanede muayene olduktan sonra EKO sıramı beklerken yazmak nasip oldu. Hoş, ne zaman otobüse binsem, dikkatimi çeken insan manzaralarını yazı konusu edinirim. Bir de 65'e gelir de otobüs otobüs şu mahalle, bu mahalle gezersem, ondan sonra görün bendeki günlük yazı sayısını. Böylece emeklilikte be yapacağım endişesini de kafamdan attım. Çünkü otobüs otobüs gezeceğim. Gördüğünüz gibi emeklilikte meşgalem hazır.
Sahi, günlük 43 rekorunu 65'e girdikten sonra egale etmek için içinizde varım diyeniniz var mı?
2 Haziran 2025 Pazartesi
Sıra Sıra Yardım Kuruluşları
Yoluma Gurbet Düştü
1 Haziran 2025 Pazar
Bardağa Dolu Tarafından Bakınca Ben
Felaket tellalıyım dense yeridir. Felaket bir enflasyon var, hayat pahalılığı belimizi büküyor, faiz oranları yüksek. Paramızın alım gücü yok. Adeta pul oldu, döviz kurları karşısında eridi gitti dedim durdum. Ekonominin gidişatından dolayı hep endişe taşıdım.
Dediğimle kaldım. Kendimi yedim bitirdim ama hiç faydası olmadı. Çünkü saydıklarımda olumlu yönde bir gelişme olmadı.
Ne olacak böyle? Yok mu bunun çözümü? Ben bu felaket tellallığını ne zaman bırakacağım derken imdadıma bugünkü yaptığım alışverişler çıktı.
Bir bardak çay içtim. Çay parasını vermek için çay ocağına yönelirken elimi cebime attım. Hiç bozuk para yoktu. Mecburen en büyük paramız 200 lirayı uzattım, bir çay alır mısın dedim.
Derken de utana sıkıla dedim bunu. Çünkü çaycının, "İçtiğin bir çay. Vereceğin 10 lira. Uzattığın paraya bak. Ben bunu nasıl bozacağım. Bozuk yok. Bana bozuk para ver" diyecek sandım. Korktuğum gibi olmadı. Parayı aldı. Yüzünü buruşturmadı. Önündeki kasayı açıp bana 190 lira uzattı.
Oradan pazara uğradım. Ayrı ayrı tezgahlardan domates, kayısı, soğan, elma aldım. Test için yine her birine 200 uzattım. Hiçbiri bozuk yok mu diye tepki göstermedi. Hepsi alışverişin üstünü verdi.
Kayısı aldığım pazarcı ile alışveriş üstünü hallettikten sonra iki yüz lira versem, ellilik verir misin dedim. "Bir tane ellilik var elimde. Sonra ne yapacaksın elliyi. 50 lira bayram harçlığı vermenin zamanı geçti. Torunlara en büyüğünden ver" dedi. Torunlara değil, başkası için dedim. "Olsun, elli devri geçti" dedi.
Sair günlerde dolmuşa biniyorum. Uzatıyorum bir kişi diye en büyük parayı. Dolmuşçu da tek kelime etmeden para üstünü veriyor.
Ekmek alıyorum. Ona da 200 uzatıyorum zaman zaman. O da parayı bozup veriyor. Marketleri zaten söylemeye gerek yok.
Halbuki bir zamanlar böyle miydi? En büyük paramız 100 lira iken parayı bozdurmak mesele idi.
Fi tarihinde böyle uzatmıştım Manisa’da bir bakkala en büyük parayı. İstediğimi bozuk para yok diye vermemişti. Para kalsın istediğimi ver, geçerken alırım demiştim. Olmaz demişti. İstediğimi ver, yan tarafta kalıyorum biliyorsun. Dönüşte vereyim dedim. Veresiye olmaz demişti. Sanki ondan veresiye isteyen vardı.
Bir zaman dolmuşa binmiştim de yanımdaki genç yüz lira uzatmıştı şoföre. Bozuk ver kardeşim. Sabah sabah bu parayı nasıl bozayım demişti. Genç de toplu taşıma işi yapıyorsun. Bozuk para bulundurmak ve parayı bozmak zorundasın demişti. Ardından şoförle genç arasında bir gerginlik yaşandığında şahit olmuştum.
Çoğu zaman da bu yüz lirayı bozdurmak için birkaç esnaf dolaşmak gerekirdi.
Şimdi öyle mi? En büyük parayı bayram harçlığı diye çocuklar beğenmiyor. Esnafın hiçbiri bozuk yok demiyor. İşin birden görülüyor ve oyalanmıyorsun.
Hülasa en büyük para da olsa şimdi hiçbir yerde para bozdurmak sorun olmuyor. İşe bu yönüyle bakınca ekonomiye dair söylediklerimden utandım. Meğer hep bardağın dolu tarafına bakmışım. Halbuki bir de bozuk para sorunu kalmaması yönüyle baksaymışım, ekonomiyi bu kadar dert edinmeyecek ve endişe duymayacakmışım.
Siz siz olun. Şayet ekonominin gidişatını benim gibi dert ediniyorsanız, boşa kürek çekmiş olursunuz. Lütfen bardağın boş tarafına değil, bir de dolu tarafından bakın derim size.
28 Mayıs 2025 Çarşamba
Ders Programı Benim İşim
Bu Branş Her Yerde Olmak Zorunda mı?
Kiremit Aktarma Benim İşim
27 Mayıs 2025 Salı
İtinayla Bakıcı Bulunur
23 Mayıs 2025 Cuma
O Başlar Örtülecek
Fi tarihinde bir İHL'de yaz dönemi teşehhüt miktarı kadar müdürlük yaptım.
TEOG sonucuna göre sınavla öğrenci alan bir okuldu o zamanlar çalıştığım bu okul.
Sonuçlar açıklanmış, kazanan öğrencilerin kaydı otomatik yapılmıştı.
Bir gün okulu kazanan bir kız çocuğu annesiyle okula geldi. Kız ve annesi benimle görüşmek istemiş.
Bahçede iken yanıma geldiler.
Okulu kazanan kız çocuğunda biraz tedirginlik gözlemledim. Anne, bilgi almak için merak ettiği birkaç soru sordu. Ben de cevap verdim.
Yanı başımızda bizi sessizce dinleyen müstakbel öğrenci, "Bir soru da ben sorabilir miyim" dedi. Buyur kızım, elbette dedim.
"Okulda başı örtmek zorunlu mu" dedi. Kızım, zorunluluk diye bir şey yok. İsteğe bağlı dedim.
Bu cevabımdan cesaret bularak "Şimdi ben başı açık okula gelebilirim. Kimse bana bir şey demez değil mi" dedi.
Elbette dedim.
"Okulunuzda başı açık kız öğrenci var mı" dedi.
Var ama azınlıkta. Çoğunluğu başı örtülü. Baskı olmadan, kimse bir şey demeden kendi isteğinle zamanla başını örteceğini düşünüyorum dedim.
Kız, "Ben örtmem" dese sorduğu sorulara verdiğim cevaplar kızı rahatlattı.
Rahatını bozan annesi idi. Çünkü kız başörtüsüne dair her soru sorduğunda annesi, "Örteceksin örteceksin. Mecbursun”, dedi durdu.
Sonrasında anne kız ayrıldılar.
Ortaokulu yeni bitirmiş, yeni liseli olmuş çiçeği burnundaki bu lise namzedi kızın başı açık, annesinin ise kapalıydı.
Belli ki imam hatibe gidersem, başımı örtecekler. Ben başımı örtmek istemiyorum endişesiyle İHL'yi tercih etmek istemedi. Ailesi zorla tercih yaptırdı.
*
Bir hafta on gün sonra yeni öğretim yılı başladı. Okuldan tayinim çıktığı için müdür başyardımcısına, açılış töreninde konuşma yapmasını söyledim. Kendim de öğrencilerin arkasındaki velilerin arasına geçtim.
Müdür başyardımcısı, yeni eğitim ve öğretime dair kısa bir konuşma yaptı. Okulun kurallarını hatırlattı. Bazı bilgiler verdi. Ardından "Başı açık kız öğrenciler görüyorum. O Başlar örtülecek. Başı açık kız öğrenci istemiyorum bu okulda" dedi. Dedi ama başımdan kaynar sular döküldü. İçimden yapma hocam dedim. Çünkü yardımcının bu açıklaması hiç pedagojik değildi. Zorla güzellik olmazdı.
11 yıl öncesi başımdan geçen bu anekdotu bana hatırlatan ve yazıya döktüren ise 20.05.2025 tarihli Anadolu'da Bugün gazetesinde çıkan bir haber.
Habere göre "Hafızlık ve yabancı dil ağırlıklı öğrenci kabul eden bir proje İHO, ilkokul dördüncü sınıfta okuyan öğrenciler için seçme sınavı yapar. Okulunda okumayı hak eden öğrencilerin asıl ve yedek listesi belli olur. Okul müdürü asıl ve yedek listede ismi olan öğrencilerin velileriyle bir bilgilendirme toplantısı yapar. Müdür toplantıda, 'Başı açık öğrencilerin kaydını yapmayacağını' söyler. Okulun sınavını kazanan öğrencilerden bir tanesi de 10 yaşındaki bir kız çocuğu. İddiaya göre okul müdürü başı açık olduğu için kızın kaydını yapmaz. Şikayet üzerine milli eğitim müdürlüğü hakkında inceleme başlatır".
İddianın içeriği bu şekilde. Adı üzerinde iddia. Bu iddianın gerçek olup olmadığı yapılan inceleme sonucunda belli olur. Yalnız 2014 yılında bizzat yaşadığım anekdot gözümün önüne gelince, bu iddia doğrudur ya da aslı yoktur diyemiyorum. Çünkü her müdür ya da okul yönetimi aynı şekilde olmasa da imam hatip okullarının çoğu yöneticileri bu şekil baskıcı düşünceye sahip. İstiyorlar ki isteyerek veya zorla bu başlar örtülecek. Halbuki böyle düşünmek yerine, okula, başı açığı da gelsin, başı örtülü olan da. Zaten bu okullarda okuyan çoğu kız öğrencinin başı örtülü olur. Az sayıda başı açık olanların önemli bir kısmı da zamanla örtünür. Belki de örtmeyen birkaç öğrenci kalır. Varsın bu çocuklar da başı açık mezun olsun. Mezun öğrenci de "Bu okulu başı açık bitirdim. Allah var. Kimse bana baskı yapmadı" deyip belki sonra örtünür. Halbuki baskı ya da mahalle baskısıyla örtünen çocuğun okul dışında veya mezun olduktan sonra başını açması kuvvetle muhtemel. Çünkü istemeyerek örtünmüştür.
Sözümü fazla uzatmadan, ister başlar açılacak densin, ister başlar örtülecek densin. Bu iki zıt görüş de baskıcı zihniyeti temsil eder. Aralarında zıtlık dışında bir fark yoktur. Aynı amaca hizmet eder. İnsanın zihnine ve beynine bakmaktan ziyade kaportaya bakan zihniyettir. Bu zihniyetin ise pedagojik olmadığı, nefret ve tiksinmeyi barındırdığı maalesef bir gerçek.