Ana içeriğe atla

Bu Endişe ve Korku Niye? *

Aynı dünya ve siyasi görüşe sahip bazı insanlar, zaman zaman bir araya geldikleri zaman  “Allah falanlara fırsat vermesin. Bizdeki güç, kuvvet ve imkanlar onların ellerine bir geçerse çekeceğimiz var. Bizi çiğ çiğ yerler ve ellerinden geleni artlarına koymazlar.” şeklinde endişe ve korkularını dile getirirler. Bu durumda endişeye hem gerek yok hem var. Neden denirse?

Yaptığınız işi;

-doğru ve olması gereken şekilde yapmışsanız,

-bu yaptıklarınızda genel geçer kuralları uygulamışsanız,

-yaptıklarınızın makul bir açıklaması varsa,

-yaptıklarınızdan dolayı vicdanınız rahat ise vs.

Yarın güç kimin eline geçerse geçsin korkuya gerek yok. Çünkü bu yapılanlara başkasının bir şey demesi mümkün değildir. Zira olması gereken yapılmıştır. Haliyle endişeye gerek yok. Çünkü “Abdestinden şüphesi olmayanın namazından da şüphesi olmaz”.

Şayet;

-devri sabık uygulamışsanız,

-mevzuat ve teamülleri bir tarafa bırakarak ben yaptım oldu demişseniz,

-yaptıklarınızla birilerini mağdur etmişseniz,

-birilerinin hak ettiğini vermemişseniz,

-birilerinin hakkını ve hak ettiğini elinden almışsanız vs.

İşte o zaman korkmakta ve endişelenmekte haklısınız ve bu korku ve endişeden sizi ben bile kurtaramam. Çünkü

-eden bulacak,

-yapana yapılacak,

-incinen incitecek,

-ötekileştirilen ötekileştirecek,

-mağdur olan mağdur edecek.

Temenni etmem ama bu işler bu ülkede hep böyle yürümüştür. Birileri, onlar yaptı, ben yapmayacağım, ben adalet neyi gerektiriyorsa onun gereğini yerine getireceğim, devri sabık uygulamayacağım dese bile destekçileri; onlar bize yaptı, biz de yapacağız. Şimdi adalet zamanı değil diyerek seçtiklerine baskı yapacaklardır. Maalesef bu ülkede bundan kaçış yoktur.

*18/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde