Ana içeriğe atla

Kazanımların Kaybedilme Endişesi *

Bazılarının iki sözlerinden biri, bir siyasi iktidar değişiminde onca kazanımların kaybolmasından endişe ettiklerini ifade ederler. Bu endişe dili bugünlerde daha da arttı. Bu endişeyi dile getirenlerden birine, ikide bir hep kazanım kazanım diyorsun. Şu kazanım dediklerin neler, birkaç tane sayar mısın dedim. Yüzüme bakakaldı. Sanırım kazanım dediklerin şunlar olmalı. Ben sayayım sen dinle dedim. 

1. Okullarda, üniversitelerde, kamusal alanda ve devletin her kademesinde yıllardır çözümü kangren haline gelen ve durmadan mağduriyet üreten başörtüsü sorununun çözülmesi.

2. Meslek liseleri ile diğer liseler arasında uygulanan katsayı farkının kaldırılması.

3. Katsayı farkından kaynaklanan öğrenci azalması dolayısıyla yıldızı sönen ve kapanmakla burun buruna gelen İHL'lerin önünün açılması ve çok miktarda yeni İHL'nin açılması ve bu okullarda okuyan öğrenci sayısının artması. 

4. Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle birlikte kapatılan imam hatip ortaokullarının yeniden açılması. 

5. Ortaokul ve liselerde Peygamberimizin Hayatı, Temel Dini Bilgiler ve Kur'an'ı Kerim derslerinin seçmeli ders olarak seçilmesi ve okutulması. 

6. Değişik üniversitelerde yüzün üzerinde ilahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin açılması. 

7. Askeriyeye İHL mezunlarının girebilmesi. 

8. Bürokrasinin ve her türlü yönetim kademelerinde İHL, ilahiyat mezunları ve dindar ve mütedeyyin insanların görev yapar hale gelmesi. 

9.Ayasofya'nın cami olarak tekrar ibadete açılması, Taksim'e cami yapılması vs.

Sanırım kastettiğin kazanımlar bunlar olmalı. Bu kazanımların çoğu güzel. Özellikle başörtüsünün sorun edilmesi bu ülkenin bir ayıbı idi. Maalesef Türkiye bu kısır çekişmesiyle kaç nesli heba etti. Yok yere ortam gerildi ve halk kutuplaştırıldı. Şükür ki bu ülke bu ayıptan geç de olsa kurtuldu. Bugün dileyen herkes her yere başörtüsü ile girip çıkabiliyor, çalışabiliyor ve okuyabiliyor. Başörtüsü serbest olunca laiklik elden gitmedi. İrtica hortlamadı. Kimse de bundan dolayı gocunmuyor. Olması gereken de bu idi. Artık bundan sonra bu meseleyi çözeceğim ya da bunu sorunu haline getireceğim diyen bir siyaset bundan ekmek yiyemeyecek.

Meslek liseleri ile diğer liseler arasında ayrımcılığa neden olan katsayı ucubesinin kaldırılması da iyi oldu. 28 Şubat sürecinde konan bu katsayıdan dolayı nice öğrenciler mağdur oldu. Girebilecekleri bölümlere giremediler. Gelecekleri ve hedefleri karartılmış bu öğrencilerin vebalini kimse ödeyemez. Aynı şekilde katsayı farkından dolayı meslek liselerinin hem nitelik hem de nicelik yönünden içi boşaltıldı. Bugün ister meslek liseli ister diğer okul türünden olsun, puanı tutturan istediği bölüme gidebiliyor. Geç de olsa bu mesele de çözüldü. Gerçi katsayı sorunu çözülmüş olmasına ve teşvik edilmesine rağmen bu okullar yani meslek liseleri eski verimli geçmişini hala yakalayamadı. Bu da ayrı bir konu.

Sekiz yıllık kesintisiz eğitimin kesintili hale dönüştürülmesi artı bir durum olmakla beraber zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması bizi düşündürmelidir. Çünkü herkesin okuduğu bir ortamda sanayi için ara eleman bulmak, çırak ve kalfa yetiştirmek imkansız hale geldi. 

4+4+4 ile birlikte İHO okullarının açılmasının önü açılırken aynı hassasiyetin diğer okul türleri için de düşünülmesi gerekirdi.

İHO ve İHL’lerin açılması olumlu olmakla beraber bu okulları çok miktarda açmak bu okullara iyilik mi yapıldı yoksa kötülük mü diye bizi düşündürmelidir. Çünkü bir şeyin çokluğu ister istemez kaliteyi düşürür. Aynı şekilde ilahiyat ve İslami ilimler adı altında açılan fakülteleri de bu şekilde düşünmek lazım. Maalesef bu fakültelerin de çok sayıda açılması, bu okullara daha düşük puanlı öğrencilerin gelmesi demektir. Bu da kaliteyi düşürür. Şimdiden ilahiyat ve İslami ilimler fakültesi mezunları fazla mezun verdiğinden dolayı mezun öğrenciler öğretmenlik atamalarında binlerce mezun ile yarışmak zorunda kalıyorlar. Bu da mezunlarda istihdam sorununu ortaya çıkaracaktır.

Peygamberimizin Hayatı, TDB ve K. Kerim derslerinin tüm okul türlerinde seçmeli ders olarak seçilmesi güzel bir uygulama. Öğrenciler merdiven altı yerlerde dinlerini öğrenmek yerine bu seçmeli dersler sayesinde okullarda dinlerini öğrenme imkanına kavuşmuş oldular. Burada bu derslerin müfredatına bir eleştiri getirmek istiyorum. Hazırlanan seçmeli ders kitapları öğrencilerin seviyesine uygun değil. Çoğu konular öğrencilerin ilgisini çekmiyor. Zorunlu ders olarak okutulan Din Kültürü kitabıyla tekrar konular var. Bu da öğrencilerin sıkılmasına sebep olmaktadır.

Hiçbir okul türü öğrencilere yasak olmaması gerekirken maalesef yıllardır askeriyeye İHL mezunlarının alınmaması yanlıştı. Şimdi bu okullara İHL mezunlarının da girebiliyor olması güzel.

Ayasofya’nın açılması, Taksim’e cami yapılması da takdire şayan bir uygulama oldu.

Bürokrasi ve devletin tüm kademelerinde İHL ve ilahiyat mezunlarının olması, dindar ve mütedeyyin insanların da görev alması güzel. Zira geçmişte bu kesim vebalı kabul edildiği için devletin üst kademelerinden mahrum bırakıldı. Yalnız bürokrasi ve devletin yönetim kadrosunda, geçmiş yönetimlerin yaptığı gibi bir kesimin görev yapması yanlıştır. Bu ülkenin mozaiği diyebileceğimiz her kesimden insanımıza devletin tüm kademeleri açık olmalıdır.

Şimdi kazanımları genel olarak bir değerlendirelim. Bu kazanımlar ileride ülkeyi yönetecek siyasi iktidarlar tarafından geri alınabilir mi? Alınabilir. Çünkü kazanımların çoğu kanun veya yönetmeliklerde yapılan değişiklikle elde edilmiştir. Değiştirildiği takdirde bu kazanımlar da kaybolabilir. Bu mümkün. Yalnız böyle bir değişiklik toplumda tepki çeker ve toplumu gerer. Buna da hiçbir siyasi iktidarın yelteneceğini sanmıyorum. Üstelik hiç de tavsiye etmem. Özellikle başörtüsünü yeniden sorun etmenin ve liseler arasında tekrar katsayı koymanın, Ayasofya’yı yeniden müze haline getirmenin siyasi iktidarlara götürüsü olur, getirisi olmaz.

*15-16/10/2021 tarihlerinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde