Ana içeriğe atla

Bazı Taşra Kaymakamlarını Nasıl Bilirsiniz? *

Türkiye'de irili ufaklı ilçeler var. Öyle küçük ilçeler var ki bırakın ilçe, köy bile sayılmaz. Zamanında üç beş oy uğruna nice köy ve kasaba bu şekilde siyasiler tarafından ilçe yapıldı. Bu da siyasilerin bu ülkenin menfaatini ne kadar düşündüklerinin tipik bir örneğidir.

Bir yerin ilçe yapılmasına karşı değilim. Uygun yerleşim yerleri ilçe yapılabilir. Bunun için çok nüfuslu köy ve beldelere bakılır: Buralar her yönüyle büyüme ve gelişmeye müsait mi? İl merkezine gidecek köy ve beldelerin transit geçiş yapabileceği bir yerde mi? Burası ilçe olduğu takdirde buraya bağlanacak yerleşim yeri sayısı ne kadardır? İl merkezine ve diğer komşu ilçelere mesafesi ne kadardır? Bu ve benzeri hususların iyice araştırılması yapıldıktan sonra o yerin ilçe olmasına karar verilmeli. Vatandaşın “Biz ilçe olmak istiyoruz” şeklinde isteklerine de pek kulak asmamak lazım.

Büyükşehir yasası ile birlikte büyükşehirlerdeki beldeler kaldırılmış olmasına rağmen nedense aynı kural küçük ilçeler için işletilmedi. Bence nüfusu yerinde sayan, her geçen gün göç veren, birbirine çok yakın, ilçe demeye bin şahit lazım ilçeler ne yapılıp edilip mahalleye dönüştürülmelidir.

Burada bir yerin ilçe olması iyi olur, hizmet vatandaşın ayağına gelir diyebiliriz. Bence böyle ilçelerin devlete faydadan ziyade zararı vardır. Çünkü bir yeri ilçe yaptım demekle iş bitmiyor. Devlet oraya başta kaymakamlık ve belediye olmak üzere gerekli gereksiz diğer birimleri de getirmek ve buralara yönetici atamak ve bu birimlerde çalışacak insan kaynağı istihdam etmesi gerekir. Doğru dürüst iş yükü olmayan diğer daireleri bir kenara bırakıyorum. Müsaadenizle kaymakamlıkları ele almak istiyorum.

Kaymakam kolay yetişmiyor. Öyle KPSS’den şu puanı aldın, haydi seni falan yere atadım demekle olmuyor. Şartları çoktur. Bir kimsenin kaymakam olabilmesi için belli bölümlerden mezun olması, 5 yıl kamu görevinde çalışması, ilgili sınavdan 70 puan alması, değişik yerlerde 4 ayrı mülakattan geçmesi ve değişik yerlerde 3 yıl staj yapması gerekir. Tüm aşamaları başarıyla geçtikten sonra içişleri bakanının teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile kaymakam olarak atanır. Görüldüğü gibi kaymakam seçmek ve yetiştirmek zor.

İlçeye benzemeyen ama ilçe yapılmış küçük yerleşim yerlerine atanan kaymakamlar atandıkları yerde göreve başladıkları zaman öyle zannediyorum, ne umduk ne bulduk dercesine önce bir şok geçiriyorlardır. Çünkü ilçenin mülki amiri olarak atanan kaymakamın ne doğru dürüst hizmet binası var ne lojmanı var ne doğru dürüst çalışanı var ne sosyal hayatı var ne ziyaret edeceği yer var ne de gidip gelebileceği yer var. Çoğu da evli değildir bunların. Bu tip yerlere genelde acemi kaymakamlar gelmektedir. Kaymakamlar acemiliklerini bu ilçelerde atarlar. Tüm bu acemilikleri de daire amirleri çeker. Hele bir de kapris varsa -ki eksik olmaz- böylelerinin yanına varılmaz. Bu durumda daire amirleri girsin ağlasın, çıksın ağlasın. Daire amirlerine böyle kaymakamlarla uğraşmak mı yoksa deveye hendek atlatmak mı deseniz, deveyi tercih ederler. Çünkü kaprisi olan acemi kaymakam demek onlar için strestir, sıkıntıdır, derttir, ayakbağıdır.

Tüm dertleri ve günleri daire amirleri ile uğraşmak olan bu kaymakamların vatandaşla arası nasıldır? Şeker gibidir. Çünkü kaymakamlar vatandaşa dönük çalışırlar. Mevzubahis olan vatandaş ise birer iyilik meleğidir hepsi. Daire amirine ve diğer memurlara göstermediği ilgi, alaka ve güler yüzü vatandaşa gösterirler. Herhangi bir sebeple makama çıkan vatandaş kapıda bekletilmez. İş daire amirine gelince beklesin, ne için gelmiş, sonra gelsin denir ve vatandaşa gösterilen iltifatın zerresi daire amirine gösterilmez.

Kaymakamların memur ve daire amirlerine nasıl muamele ettiğine dair burada bir anekdota yer vereceğim. Lisenin biri, çıkaracağı okul dergisi için kaymakamla röportaj yapmak ister. Kaymakamlıktan daha önce randevu alınır.  Daha önce hazırlanan soruları sorması için okul müdürü okulundan üç öğrenci seçer. Giderken yolda “Çocuklar bu soruların dışında kaymakama doğaçlama başka sorular da sorabilirsiniz” der. Bundan cesaret alan öğrenci, röportaj arasında kaymakama “Vatandaşla aranız nasıl” sorusunu yöneltir. “Vatandaşla aramız çok iyi. Bakın kapıya. Bu kapı daima açık olur. Buraya gelen vatandaş kapıyı çalmadan içeri girebilir. Yalnız bu durum sadece vatandaş için. Daire amirleri ve diğer memurlar aynı şekilde giremez. Zira onlara karşı resmiyim” cevabını verir kaymakam.

Sanırım bu anekdot, kaymakamların daire amirlerine ve memurlarına nasıl muamele ettiğine güzel bir örnektir. Diğer yazımda da taşrada görev yapan bazı kaymakamların neler yaptıklarına dair örneklere yer vermek isterim.  

*06/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde