Ana içeriğe atla

Yara ve Yara Bandı Deyip Geçmeyin

Gördüğünüz yara bandı ile sarılı el, benim el. 19 Eylülde anılmayacak olsam da pazar pazar gazi oldum.

Nasıl oldu derseniz, cevap alamazsınız. Zira ben de nasıl olduğunu bilmiyorum. Kanepede uzun otururken gelen bir telefonla doğruldum. Konuşmanın ardından elimle göz göze geldim. Baktım kanamış. Acı ve sızı da hissetmedim. Anama göstermeden lavaboya gidip yıkadım. (Anama gösteremezdim. Acısa, gam yemeyeceğim. Ne ara ne iş yaptın da kanattın? Büyüdün ama hala elgamalığın devam ediyor derdi belki. Pazar pazar kaldıramazdım bunu.)

Neyse deri baya kalkmış. Suyu görünce kan coştu. Tekrar yıkadım ve kağıt mendil ile kuruladım. Üzerinde kağıt mendili bastırarak kanın kesilmesini sağladım. Kanama kesildi. Bir yere dokununca bu tekrar kanar. Bu kanamadan da haberim olmayınca elimdeki kanı bir yerlere bulaştırırım. Ondan sonra al başına belayı dedim ve bugünler için bulundurduğum, üç tanesini pazardan bilmem kaç liraya aldığım yara bandı aklıma geldi. Hemen bir abdest aldım ve yara bandını bu şekil yapıştırdım. (Abdesti özellikle söylüyorum. Şimdi bu yazıyı okuyunca abdest almadan bant yapıştırdığın için abdestin olmaz dersiniz. Bunu da çekemem.)

Bu yazıyı buraya kadar ibret ve hayretle okudunuz. Bu da yazılmaz dediniz. Haklısınız. Ne yapayım. Şöyle hastanede hasta yatağına veya sedyeye kafa-göz sarılı bir şekilde uzanmış bir ortam olmadı. Eldeki malzeme bu.

Bu arada sağ elim sarılı olduğu halde bu görüntüyü sol ve tek elimle kendim çektim. Bu halimle de cep telefonundan yazabiliyorum. Bu maharetimin de burada kayda geçmesini isterim. Bu arada selfiede çekebiliyorum.

Tamam, anladık. Bu anekdotunla sosyal medya turumuzu zehir ettin. Bağla artık şu hikayeyi. Ne diyeceksen de, dediniz. Acele etmeyin, hikayenin en alıcı ve acı yönü burada. Çünkü kan kesilmiştir. Yara bandını çıkaracağım ama cesaret edemiyorum. Zira beni bir düşüncedir aldı. Nasıl ki akacak kan deriyi kaldırarak damardan geldi ve ben buna engel olamadı isem, bilirim ki bandı kaldırırken bant, kılları koparırcasına acıtacak. Korkunun ecele faydası olmadığı gibi bant kıllarını çektikçe, ben anam anam diyeceğim. Bant ise anan ya diyecek. Of, çekilir mi bu acı. Gel de dayan.

Sahi siz olsanız, bu bandı nasıl çıkarırsınız?

*

Akşam eve oğlan geldi. Yaraya bir bakayım diyerek bandı çıkarmaya kalktı. Asla, ben kendim çıkarırım. Acıtacaksam ben kendi kendimi acıtırım dedim. Tüylerimi çeke çeke çıkardım. Oh be, dünya varmış. Korktuğum kadar da değilmiş dedim. Bu arada kan da durmuştu zaten. Yeniden bant yapıştırmaya gerek yok dedim. 

Oğlan çayı içti gitti. Ben de yatayım dedim, yatağa uzandım. Sağa dön, sola dön derken tam uyku moduna geçerken can havliyle yataktan doğruldum. Acaba elim tekrar kanamış olabilir miydi? Işığı yaktım. Bir ne göreyim. Korktuğum başıma gelmiş. Elim kanamakla kalmamış, kanı çarşafa da sürmüşüm. Sonra demeyin. Sonrası tufan. Hanım kızdı tabi. Vay efendim, eline tekrar niye bant yapıştırmadın gibi şeyler. Durur muyum odada. Attım kendimi lavaboya. Kanı durdurduktan sonra yeni bir yara bandı daha yapıştırdım elime. Ne zaman çıkarırım, yaram ne zaman iyileşir, çıkarırken bant kıllarımı çekermiş...bunları düşünmüyorum artık.

Odaya geldim tekrar. Baktım kana belenmiş çarşaf kenara atılmış, yerine temizi serilmiş. Çarşafa yeniden kan bulaştırma riskini bant yapıştırarak izale ettim ama bu arada uyku da gitti. Uyu da göreyim.  Nasıl uyuyabilirim ki. Zira bir düşüncedir aldı beni. Daha yeni serilmiş çarşaf makineye atılıp yeniden yıkanılacak. Bu da kaç aydır ocağıma incir diken su fiyatlarına ilave olacak demektir.

Hasılı, bir el, bu el kanamış, küçük bir yara bu kadar da büyütülmez demeyin. Beterin beteri var. Sağlığınızın kıymetini bilin. Gördüğünüz gibi küçük bir kanama başıma ne işler açtı. Üzerine o kadar da azar işittim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde