18 Mart 2024 Pazartesi

İlkel Kalan Propaganda Yöntemi

İletişim ve teknolojinin gelişmediği, televizyon ve medyanın yaygın olmadığı dönemlerde, siyasi partilerin kendilerini ve icraatlarını anlatmak ve gövde gösterisi yapmak amacıyla miting düzenlemeleri anlamlı idi.

Bugün seçmene ulaşmanın bin bir yolu varken bu iletişim çağında hala miting yapılmasını çok banal buluyorum. Çünkü yapılan her miting, zaman israfıdır. Masraftır. Şehir trafiğini felç etmedir. Miting meydanına giden yolların kapatılmasıdır. Görüntü ve gürültü kirliliğidir. Yüzlerce polisin görev yapmasıdır. Miting yapılacak ilin polisi yeterli gelmezse çevre illerden polis takviyesi yapmadır. Çevre il ve ilçelerden mitinge katılımcı taşımadır. Katılımcıların saatlerce ayakta durmasıdır. Yorgunluk ve bitkinliktir. Miting meydanını kirletmedir. Koşuşturmadır. Ankara’nın miting meydanına; uçak, helikopter, seçim otobüsü, taksi ile çıkartma yapmasıdır.

Bu kadar sıkıntı ve maliyete rağmen mitinglerden vazgeçilmemesi ve önemsenmesi gerçekten manidar. Yazık giden milli servete. 

Miting süresi de ortalama bir saattir. Bir saat program için bunca çabaya değer mi?

Mitinglerde siyasilerin ne söyleyeceği de eskisi gibi merak uyandırmıyor. Çünkü konuşmalar baştan sona televizyonlarda canlı olarak veriliyor. Siyasinin bir ildeki konuşması ile diğer illerdeki konuşması üç aşağı beş yukarı aynı. Sadece o ile ait birkaç vaat veriliyor o kadar.

Siyasi liderler hem kendilerine hem gittiği şehre sıkıntı vereceğine, propaganda sürecinde bir TV kanalı ile anlaşsa, o televizyon kanalı vasıtasıyla, yaptıklarını ve yapacaklarını anlatsa, veya her gün bir kanala çıkıp mesajını verse, gazetecilerin sorduğu sorulara cevap verse çok daha iyi olur.

İl ve ilçelerde ise o partiye ait adaylar ev ev, dükkan dükkan gezip dolaşsa, pazar yerlerine uğrasa, kahvehane gibi insan yoğunluğunun olduğu yerleri ziyaret etse, seçmenlere birebir dokunabilse, o ile ait mahalli kanallardan seçmenine kendini ve yapacaklarını anlatsa, seçmenin derdini dinlese, gittiği yerlerde yaptıklarını ve yapacaklarını anlatan broşürler verse çok daha iyi olur. Kısaca seçim çalışmasını adaylar arazide sessiz sedasız yapsınlar istiyorum.

Sıkıntılı ve masraflı olsa da mitingler hem parti liderlerinin hem de adayların işine geliyor. Partinin adayları her gün araziye çıkmaktansa hepsini bir yere toplayarak işin kolayına kaçıyor. Ne yazık ki bizde lider merkezli siyaset yapıldığı için her ile parti lideri gelip miting yapacak, adaylarına destek isteyecek.

Diyelim ki mitingler siyasilerin işine geliyor. Seçmene ne oluyor, inanın anlamış değilim. Seçmen miting meydanlarındaki birbirinin aynısının ta kendisi konuşmaları koltuğuna oturmuş bir şekilde evinde canlı olarak izlese, çoğunluk miting meydanına rağbet etmese siyasiler fazla seyirci toplayamadığı için miting yapmaya kalkışmayacak. Bu çağda çok ilkel kalan mitingler de tarihteki yerini alacak.

Soğuk-sıcak, uzak-yakın demeden miting meydanına koşan gönüllü yüz binler olunca siyasiler mitingden niye vazgeçsin değil mi? 

17 Mart 2024 Pazar

Mülkün Emanetçisi Olmak İsterdim

Tecrübeli bir büyüğüm, emeklilik sonrası ne düşünüyorsun dedi. Daha emekliliği düşünmüyorum. Emekli olursam da emeklilik sonrası ne yapacağıma dair bir planım yok dedim.

Bu devirde emekli olunca salt emekli maaşı ile geçinemezsin. Kendine ikinci bir iş bulmalısın dedi. 

Bilemiyorum. Belki siyaset düşünebilirim dedim. Vara demez olaydım. 

Neyin var maddiyat olarak? Menkul, gayrimenkul dedi.

Maddiyat ne alaka dedim. Bir partiye girip belediye başkan aday adayı veya vekillik için müracaat yeterli değil mi dedim. 

Paran yoksa kısaca zengin değilsen siyaseti aklının ucundan geçirme. Çünkü siyaset zenginin işi dedi. Ardından neyin var dedi.

32 yıllık çalışmama karşılık 30 yıllık bir evim. Bir kooperatifim. Olursam emekli maaşım. Bir de 24 yaşında bir arabam var dedim.

Bu kadar variyet seni kıt kanaat geçindirir. Siyaset senin neyine, neyine güveniyorsun da gelin güvey oluyorsun dedi. 

Daha neyim olmalı dedim. 

Gördüğüm kadarıyla ailenden kalan evler, arsalar, daireler yok. Hanım tarafından da gelmiş, gelecek bir şeyin yok. Bu halinle karnını zor doyurursun. Otur oturduğun yerde dedi.

Kendisine; arsa, daire gibi şeylerin siyasetle ilgisini kuramadım dedim.

Mülk Allah'ın olsa da kullanımı sende emanet olsa fena mı olur. Variyet çoğu kapıları açar. Adaylıkta tercih sebebi olursun. Siyasiler, Allah buna anadan, babadan, yardan yürü ya kulum demiş. Bir yürü, seni kim tutar da biz diyelim der. Siyaseten önünü açıverirler. Bu yaşa gelmişsin. Allah sana yürü ya kulum. Emrimdeki şu mülkleri sana emaneten verdim. Bunları tepe tepe kullan dememiş. Siyasiler niye desin, değil mi? Gayrimenkul zengini olsaydın, meydan meydan gezerken, kürsülerde konuşurken kendinden daha emin konuşurdun. Çünkü insanın malı, mülkü ne kadar çok olursa bu alanda at koşturmasının havası bir başka olurdu dedi. 

Şimdi ben ne yapayım emeklilikte dedim. 

Bence sen emeklilikte mevcut emvalinle karnını doyur, yeter dedi.

Tüm bunlara sustum sadece. Hayıflandım kendi kendime. Ne olurdu Allah bana mülkünden bolca verseydi de Karun gibi zengin olup bu emlakin emanetçisi olsaydım. Vara cennete bir beş yüz yıl sonra gitseydim dedim. Hasılı benim emeklilik sonrası hayallerim başlamadan suya düştü.

16 Mart 2024 Cumartesi

Yediğim Çizikler ve Cezalar

Çoğunluğun fotoğraf paylaşımı yaptığı, yediğini ve içtiğini, gezip tozduğunu paylaştığı sosyal medyada kısa ve uzun yazılarla başladı yazı hayatım. Araştırma mahsulü olmadan, yazım ve imla kurallarına dikkat etmeden doğaçlama usulü daldım bu aleme. 

Bir zaman sonra yerel bir gazetenin sahibi, gazetesinde yazmamı istedi. Önce gülüp geçtim. Bir zaman sonra ne zaman yazmaya başlayacaksın dedi. Yazı ve ben... Zinhar olmaz dedim. 

Bugün yarın derken teklifi bir yıl öteledim. Sonra bari yazayım dedim. 

Yazar değilim. Olsam olsam koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler misali Abdurrahman Çelebi olabilir ise de cahil cesareti deyip başladım yazmaya. 

9 Aralık 2015 günü ilk yazım Konya, Karaman ve Aksaray bölgesine hitap eden Anadolu'da Bugün gazetesinde çıktı. 

Gazetenin yazı işleri müdürü, sizin gibi başlayıp altı ay sonra pes deyip hevesini alan niceleri yazıp çizdi dedi.

Yazı işleri müdürü bugün yarın pes etmemi bekleye dursun. 2015'den 2024'e kadar beş yılı kendi ismimle, diğer yıllarda da iki ayrı müstear isimle haftada dört gün yazıvermişim.

Bu zaman diliminde, Konya bölgesine ait iki ayrı gazetede (Yeni Haber  ve Pusula Haber) önce birinde sonra diğerinde haftada iki gün Barbaros Ulu müstear ismiyle yazdım. 

Yine bu zaman diliminde Adıyaman'da çıkan dijital bir mahalli gazetede haftada bir yazım yayımlandı.

Bir ara Konya'nın bir ilçesinde çıkan bir sanal gazetede haftada bir yazım çıktı.

Abdurrahman Çelebi olarak başladığım yazı hayatım daha dün gibi olsa da aradan dokuz yıla yakın bir zaman geçmiş. 

Gazetelerde çıkan ve gazetelere gönderilmeyen tüm yazılarım hemen hemen kendime ait bloğumda yer almakta. Blog adeta benim için bir günlük işlevi gördü. Hala da öyle.

Bu zaman zarfında hemen hemen her telden zülfüyâra dokunan yazılar yazdım. 

Yazılarımın kahir ekseriyetini de cep telefonu marifetiyle yazdım. 

Ramazan YÜCE ismiyle yazdığım yazılarımdan dolayı hiç çizik yemedim. Barbaros ULU müsteşar ismiyle yazdığım yazılarımdan dolayı üç defa çizik yedim. 

Müstear ismi ilk kullandığım gazete sahibi, bu isimle daha rahat yazarsın demesine rağmen yazım zülfüyâra dokunduğu için yazımı yayımlamadı. Başka yazı göndermedim. Aynı müstear isimle başka gazetede yazdım. Bir zaman sonra orası da yazımı yayımlamadı. Bu iki gazete niçin yayımlamadığına dair bir izah yapmadı. Zaten ben de izah istemedim. Buralara şunu yayımlayın diye başka yazı göndermedim. 

Üçüncü çiziği baştan beri yazdığım gazetemden yedim. İlk iki çiziğin konusunu dahi unuttum. Üçüncü çizik, belediyenin çocukları namaza alıştırmak amacıyla "Güle oynaya sabah namazına" kampanyasını eleştiren bir yazı idi. Yazımı yayımlamayan gazetenin genel yayın yönetmeni "Yazı çok güzel ama yayımlayamıyoruz. Kusura bakma" dedi ve gerekçesini söyledi. Gazete izah yapınca çizik yememe rağmen hatır için başladığım yazılarımı yine göndermeye devam ettim. 

Barbaros Ulu ismi ile yazdığım yazılarım bir mülki amire dokunmuş olmalı ki geriye dönük taranan yazılarımdan altı tanesini ilgi tutarak şikayetçi oldu. Bu yazılarım dolayısıyla görevlendirilen iki Bakanlık müfettişi, hakkımda soruşturma dosyası hazırladı. Altı yazımdan beş tanesinde disiplin yönünden suç sübut bulunca 657 sayılı kanunun 76-77. maddeleri ilgi gösterilerek idari yönden üzerimdeki yönetici görevi alınarak tenzili rütbe aldım ve asli görevime döndürüldüm. Disiplin yönünden de kademe ilerlemeyi durdurma cezası ile tecziye edildim. 

Kalemim kırılınca idari ve disiplin yönünden teklif edilen cezalar il disiplin ve üst disiplin kurullarından da onandı. Alt idare mahkemesi de kitabına uydurulan cezaları usule uygun bulan karar verdi. Maksat hasıl olunca istinafa gitmeye gerek görmedim. 

Hasılı Barbaros Ulu takma adıyla yazdığım yazılar bana pek yaramadı. Üç çizik, bir ceza aldım. Bana da üç çizik, bir idari, bir disiplin cezasını taşımak kaldı. Bu çizik ve cezalar ayıpsa bu ayıplar bana yeter. Yok, şerefse bu şerefi şerefimle taşıyacağım. 

Bir ara fırsat bulursam, muhakkiklerin sübutlarını, mahkemeye ve disiplin kurullarına verdiğim savunmamı yazı konusu edinmek isterim. 

Başka çizik yok mu derseniz, bende çizik olmaz mı? Son yani dördüncü çiziğim de var. Başka müstear bir isimle yazıp gönderdiğim, "Bir Vatan Nasıl Satılır?" başlıklı yazım da çizik yedi. Şimdilik hiçbir gazeteye yazı göndermiyorum. Vakit buldukça bloğumda yazıp çiziyorum. 

Gazetelerde yayımlanan yazılarımın altında "Yazarın yazdığı yazılar yazarın kendisini bağlar" denmesine rağmen yazılarımın benden ziyade gazeteleri bağladığı ortaya çıktı. Benim için No problem.