20 Şubat 2023 Pazartesi

Zafer Otobüs Durağı

Zafer Konya'nın kalbi dense yeridir. Herkesin uğrak yeri olan burası, sabahın ilk ışıklarından gecenin geç vakitlerine kadar insan yoğunluğundan geçilmez. Kimi iş gereği kimi gezip dolaşma kimi de o bölgedeki kafelerde oturma amaçlı bu muhitte. 

İnsan yoğunluğu kadar bu bölge araç trafiği yönünden de yoğun. Konya Lisesinden itibaren Alâeddin Tepesi boyunca bu tek şeritli yolu büyük toplu taşıma araçları da kullanıyor. 

Yayalar yoğun olmasına rağmen herkes kendi halinde yürüyüşünü yapıyor. Hiçbiri diğerini rahatsız etmiyor. 

Yürüyüp geçip gidenler açısından kimse kimseyi rahatsız etmez iken araç trafiği yönünden Zafer'deki Otobüs Durağında her zaman bir kilitlenme söz konusu. Çünkü yolcu almak ve yolcu indirmek için durağına gelen belediye otobüsü durağına yanaşamıyor. Tek şeritli yolda durarak indi bindi yapıyor. Arkasındaki araçlar da Konya Lisesine kadar durmak zorunda kalıyor. Otobüs kalkınca onlar da hareket edecekler. 

Otobüs şoförleri kurallara uymayan, söz dinlemeyen kişiler mi? Bu yüzden mi durağına yanaşmıyorlar? Kurallara uyuyor uymasına da şoförlerin durağına yanaşma imkan ve ihtimali yok. Çünkü otobüs durağı park etmesi ve durması yasak olan araçlar tarafından işgal altında olduğu için haliyle otobüsler akan trafikte indi bindi yapmak zorunda kalıyor.

Sivillerin, burası durak. Polis ceza yazar endişesi yok. Gelen normal otoparkmış gibi girip park yapıyor. Bu durağın otoparktan tek farkı, ücret ödemesi yok. Ceza da olmadığına göre otobüs yolda indi bindi yapıyormuş, arkasındaki araçlar mecburi duruş yapıyormuş, trafik kilitleniyormuş, tüm bunlar çok da umurlarında değil.

Otobüs durağına parktan dolayı ceza yazmanın bazı aşamaları olduğunu buraya park edenler iyi biliyor. Trafik polisi gelirse önce “otobüs durağına park eden araçlar, lütfen aracınızı park ettiğiniz yerden kaldırın” anonsu yaparak geçip gidiyor. Araç sahibi diyor ki cezanın iki aşaması daha var diyor. Polis ikinci gelişinde araçların sileceklerini kaldırıp gidiyor. Sürücü buna da aldırış etmiyor. Bir 15 dakikam daha var diyor. Üçüncü anonsla beraber sürücü harekete geçip otobüs durağına park ettiği aracına binip geçip gidiyor. Çıkarken de arkadan gelen araçları durduruyor.

Polis bu şekil anons uyarılarıyla üç aşamalı park etmiş araçları kaldırınca çekip gidiyor. Gelen otobüs boş durağına girince trafik az bir rahatlıyor. Arkadan gelen yeni sivil araçlar park yasağı olan bu durağı yeniden dolduruyor. Trafik tekrar kilitleniyor, ağır aksak ilerliyor.

Bu durum dünden bugüne değil, ben kendimi bildim bileli bu otobüs durağına sivil araçlar park yapıyor. Yasak yere park eden yine park etmeye devam ediyor.

Garibime giden çok mu zor bu otobüs durağına araçları park ettirmemek? Diyelim ki yasağı dinlemeyip park ettiler? Niçin ceza yazılmıyor? Ceza yazmak için niçin önce anons, sonra silecek kaldırma, ardından ceza şeklinde üç aşama takip ediliyor? Buraya bir görevli koyup park etmeye çalışan araçlara park yaptırmasa nasıl olur? Eğer bunların hiçbiri yapılmayıp buradaki keşmekeşlik devam edecekse, yani gelen yasak yere park etmeye devam edecekse, bari bu durağa park yapmayı ücretli hale getirin de olsun bitsin.

Ne Zaman Öğreneceğiz?

Depremlerle imtihanı ne zaman tam puan alarak sınıfı geçip sınıf atlayabileceğiz?

Depremle yaşamayı ne zaman öğrenebileceğiz?

Evlerimizi fayın geçmediği, ovanın olmadığı, sağlam zemine, malzemeden çalmadan sağlam bir şekilde yapıp, evimiz yıkılmadan oturma rahatlığına ne zaman kavuşacağız?

Yaptığımız evlerin muhtemel depremlere karşı dayanıklı olup olmadığını ne zaman ciddi bir şekilde denetleyeceğiz?

Ne zaman kaçak ev yapmadan, usulüne uygun evler yapabileceğiz?

İmar barışı denen ucube imar afları bu ülkede ne zaman sona erecek?

Ne zaman tüm işlerimizi düzgün yapmayı öğreneceğiz?

Günübirlik yaşamaktan, plansızlıktan, kural tanımazlıktan, ölüme meydan okuyan cehaletimizden ne zaman vazgeçip her işimizi bilimsel yapacağız?

Usulüne uygun yapmadıklarımızdan dolayı ne zaman müteselsilen hesap verip hesap soracağız?

Gözümüzdeki bu gözyaşına ne zaman son vereceğiz? Analarımız ağlamaktan ne zaman vazgeçecek, onların gözyaşları ne zaman dinecek?

Tabiat kanunları dediğimiz sünnetullaha uygun hareket etmeyi ne zaman öğreneceğiz? 

Başımıza gelen her şeyi kader kabul etmekten ne zaman vazgeçeceğiz? Kader denilen şeyin bir ölçü, bu ölçüye göre hareket etmemiz gerektiğini, bu ölçüye uygun hareket etmediğimizde meydana gelen kaderin kendi yapıp ettiklerimizin bir sonucu olduğunu ne zaman kabulleneceğiz? 

Yapıp ettiğimiz usulsüzlükleri görmezden gelmekten ve kılıfına uydurmaktan ne zaman vazgeçeceğiz?

Koyduğu kuralları harfiyen uygulamak, denetlemek ve gereğini yapmakla yükümlü, vatandaşlık bağıyla bağlı olduğumuz bizden olan yöneticilerimiz ihmal ve öteleme hastalığından ne zaman vazgeçip kendilerine dair bir özeleştiri yapacaklar? Ne zaman hesap verecekler? Ne zaman bir istifayı düşünecekler?

Yapanın yanına kar kalır fiili uygulamasını ne zaman ters yüz edeceğiz?

Bu ülkede bir olumsuzluk olduğunda sorumlu benim, sorumlu sensin demeye ne zaman başlayacağız? Kendimize hiç toz kondurmadan günah keçisi aramaktan ne zaman vazgeçeceğiz?

Bu ülkede insanca yaşama hakkımız olduğunu ne zaman öğrenip uygulamaya geçireceğiz?

Bağışlar Karşılıksız Olmalı

1993 yılında askerliğimi bedelli olarak yapmak üzere Burdur'dayım.

Dönemimde vali yardımcısı, kaymakam, emniyet amiri, iş adamları, ünlüler vs. kimler yoktu ki.

Çok nazik ve kibar davranan üst teğmen rütbeli bir batarya komutanımız vardı. Bizimle arkadaş gibi konuşur, ilgi ve alaka gösterir. Taleplerimizi dinler. Yapabileceklerine tamam derken yapamayacaklarını da niçin olamayacağını bir güzel izah ederdi. Komutanın bu davranışı bizim çok hoşumuza giderdi. Bunu değişik ortamlarda söyledik durduk. Bizim bu konuşmalarımıza kulak misafiri olan uzun dönem askerlik yapan kadro erlerden kaç tanesi, "Dediğiniz komutan size nazik. Gelin bir de bize söylediklerini dinleyin. Sabahtan akşama küfreder. Ne anamız kalır ne eşimiz ne de bacımız." dediklerinde, bir insanın aynı ortamda iki farklı kesime nasıl böyle farklı davranabildiğinin şaşkınlığını yaşamıştık.

Uzatmayayım. Batarya komutanı yine bir istirahatte, bedellilerin taleplerini dinliyor. Taleplere verdiği cevaplardan, askerin bazı isteklerinin yerine getirilememesinde bazı maddi sıkıntıların olduğu anlaşılınca, bazı askerler söz aldı. Bu eksikliklerin giderilebilmesi için yardım yapabileceklerini söylediler. Öyle ya bizde zenginden çok ne vardı. İçlerinde en fakiri bendim. 

Bu yardımlara nazikçe teşekkür etti batarya komutanı. Biliyorum yardım yapacağınızı. Fakat bir kuruş bile olsa askerden yardım almayacağına söz verdiğini, bu yüzden bizden gelecek yardımı kabul etmeyeceğini söyledi. Niçin sorusuna başladı anlatmaya komutan: Şu gördüğünüz kamelya, sizden üç dönem öncesinde inşaat halindeydi. Ödenek yetersizliğinden inşaat birden bitirilemedi. Üç dönem önceki askerler, komutanım, biz ne güne duruyoruz burada. Biz bu inşaatı tamamlar, kamelyayı açarız. Bu da askeriyeye bizim yardımımız olur dediler. Biri, demiri benden, diğeri kiremidi benden, öbürü tuğlası benden deyip bir çırpıda belirttiğim tüm ihtiyaçlar karşılandı. Bu duruma çok duygulandım. İşte milletimizin yardımseverliği dedim. Ardından zengin askerlerin verdiği yardım paralarıyla kamelya inşaatını tamamlayıp askerlerin hizmetine açtık dedi.

Tamam, ne güzel olmuş, bizde aynısını yapalım istiyoruz dedi birkaç asker. Ardından komutan tekrar söz aldı. Arkadaşlar, yardımları kabul ettiğime pişman oldum. Çünkü yardımın ardından, yardımseverler sırayla odama geldi. Komutanım, şu kadar kiremit aldım, beni bir hafta önce terhise gönder. Diğeri, 5 gün, öbürü 10 gün vs. izin istedi. Bu şekil talepler bitmedi. O yüzden yardım teklifleriniz için teşekkürler. Kimseden yardım kabul etmeyeceğim dedi. Biz öyle değiliz dendi ise de komutan geri adım atmadı. 

Üç dönem önceki devrelerin yaptıkları yüzünden komutanın ağzı yanmış, bize gelince de yoğurdu üfleyerek yiyordu. Haklıydı. Güya yardımlar karşılıksızdı. Öyle verilmişti ama görüldüğü gibi her yardımsever yaptığı yardımı kendi menfaatine yontmuştu.

Bu anekdotun ardından 23 yıl geçmiş. Unutmadığım gibi daha dün gibi hatırlıyorum. Bir yardım kampanyası veya yardım seferberliğinde anlamlı bağış ve makul bağışın ötesinde birileri yüklü bağış yapınca bu anekdotu tekrar tekrar hatırlarım.

Her yardımsever böyledir dediğim anlaşılmasın. Çünkü yüklü bağış yapanlar arasında hiç karşılık beklemeden yardımını yapanlar vardır. Ama verdiğim örnekte de görüleceği üzere yardımseverler arasında beklentiye girenler, bundan faydalanmaya çalışanlar çıkabiliyor. O yüzden her yüklü miktardaki bağışa sevinmekle beraber içimde bir acaba soru işareti her daim oluşuyor.