22 Kasım 2022 Salı

Çözümsüz Bir Vaka

Çok uğraştı, didindi. Çalmadık kapı bırakmadı. Sonunda mülakatla bir koltuğu kaptı. Çok çalışmıştı zira. Zira bir hak geç de olsa teslim edilmişti.

Ne kadar sevindiğini anlatmaya gerek yok. Halen sevinçli ama yeterince sevinemiyor. Çünkü acaba bu koltuk altından kayar gider mi endişesi taşıyor. Biliyor ki mahkeme kadıya bile mülk değil. Endişesi ehliyetsizliğine dayanmıyor. Zira koltuğun hakkını bihakkın veriyor. Kendisini bu koltuğa layık görenlerden de endişesi yok. Zira saygıda kusur etmiyor. Yani arkası sağlam.

O zaman bu makam sahibi zevatı endişeden de öte korkutan ve yüzünü güldürmeyen nedir? Duyumlar. Çünkü sağda solda bir iktidar değişiminde birileri devri sabık uygulayacakmış. Kendilerini koltuktan edecekleri gibi yerlerine gelecekler listesi bile şimdiden belliymiş.  

Ne yapsın bu durumda? Otursa rahatı yok, kalkıp dolaşsa rahatı yok. Bırakılır mıydı bu koltuk? Haydi bıraktı diyelim, altından kayıp giden koltuğu bir daha verecekler miydi kendisine?

Birileri iktidara gelir mi, gelirse devri sabık uygular mı, uyguladı diyelim bu mübareğe kadar devri sabık uygularlar mı bilmiyorum ama bu psikolojiyle nasıl yaşar bilmem. Çünkü bu psikoloji bugünden yarına olup bitecek bir şey değil. Seçime var daha yedi ay. İşte bu yedi ay bu muhteremi bitirir. 

Bu konuda bu kişiye nasıl yardım yapabilirim diye düşündüm. Olur böyle şeyler. Takma kafana, sonunda ölüm yok ya bu da geçer yahu diyeceğim. Bu öğüt çok bayat kaçacak. Anandan müdür olarak mı doğdun, deruhte ettiğin görev zaten asli görevin değildi, esas mesleğini icra edersin diyeceğim, bana eşekten düşeni getir diyecek. Daha önce koltuktan edilenlerin yaşadığı psikolojiyi yaşıyorsun. Olur böyle şeyler. Zira onlar da yaşamışlardı aynı hisleri diyeceğim. Özeleştiri yapacağını sanmıyorum. Onlar hak etmiyordu o koltukları diyecek. Belki de boğazıma sarılacak. Devri sabık uygulanırsa, onlar da nasılsa geçer akçe mülakat yolunu tercih ederler, nasılsa bu sınav türünde başarılısın, girer tekrar kazanırsın diyeceğim. Mülakatı kolay mı sanırsın? Sonra bana zaten vermezler diyecek.

Anlayacağınız, elan bir koltuk sahibi bu zatı muhterem gergin mi gergin. Agresif aynı zamanda. Yüzü zaten gülmüyor. Bunlar şunu beceremediler eleştirilerine de hayır öyle değil şeklinde tepki göstermesi de bundan. Hasılı, doktorların bile çözüm bulamayacağı çözümsüz bir vaka ile karşı karşıyayız. Allah bu tiplere başka dert vermesin.

19 Kasım 2022 Cumartesi

Sözün Namusluğu

Türk filmi izlemiş olmalısınız. Hele Cüneyt Arkın'ın Bizanslılara dair çevirdiği filmleri defalarca izlemişsinizdir. Filmlerde başrol oyuncusunu ele geçiremeyen kötü rolde oynayan kişiler başrol oyuncusunun anasını, babasını, karısını, bazen çocuğunu kaçırarak başrol oyuncusunu teslim olmaya, elindeki silahı bırakmaya aksi takdirde yakınını öldüreceklerini söylerler. Yakınlarım benim her şeyim, onlar için canımı veririm diyen başrol oyuncusu mecburen teslim olur veya elindeki silahı bırakır. İşte teslim oldum, haydi çocuğunu bırakın der ama dediğiyle kalır. Ne çocuğu bırakılır ne de kendisi. Başrol oyuncusuna yapılmadık işkence kalmaz. Film bu şekilde devam eder.

Filmde dikkat çekmek istediğim nokta, bir şey yapmayacağız sözünün havada kalması yani yerine getirilmemesi tek kelimeyle mertliğe sığmaz. Düşmanın ve düşmanlığın bile mertliği tasvip edilir. Allah sözünde duranlardan eylesin. Kimsenin düşmanı olmasın ama olacaksa da mert olanını nasip etsin.

Hiçbir şey yapmayacağım deyip de sözünde durmayan sahneler sadece filmlerdeki kötü rol sahibi aktörlere mi ait? Keşke bu tür sahneler sadece filmlerimizden ibaret olsa, daha ne isteriz? Adı üzerinde film der, geçer gideriz. Maalesef gerçek hayatta da benzeri sahneler cereyan ediyor.

Bir arkadaşım anlattı. Bir ilçede görev yapıyormuş. Kendi halinde yazar çizermiş aynı zamanda. Yazdığı yazılarda üslup olarak hiciv, mizah, taşlama, ironi, eleştirel vb. yolları kullanırmış. Hemen hemen her konuda yazarmış. Bugüne kadar yazmadığı konu hemen hemen kalmamış gibi. Amiri, yazdığı yazılardan birini üzerine almış. Memurunun yazdığını nereden biliyormuş diyeceksiniz. Sanırım güçlü bir istihbarat ağı varmış. Hazirun'un huzurunda bu yazarı da çağırır. Herkesin huzurunda yazıyı tek tek okur. Nasıl bir yazıysa, yazının her bir cümle ve kelimesi üzerine yorumlar yapmış. Yazıda kendini bulmuş demek ki. Öyle zannediyorum, yazı kendisine çok dokunmuş. Kimse de kendisine bu yazıda isim yok, yer yok. Niye üzerine alındın yoksa bunları yaptın mı dememiş. Nasıl desinler? Adı üzerinde amir.

Şimdi gelelim sadede. Amir, yazıyı okumadan önce basın özgürlüğü var. Hiçbir şey yapmayacağım demiş. Demiş ama sözünde durmamış. Yememiş, içmemiş. Çünkü sözünü yutmuş ve verdiği bu söz kendisini doyurmuş.  Üşenmeden yazarın tüm yazılarını geriye dönük okumuş. Okuduğu makalelerden kendince sakıncalı gördüğü yazıları başlık, tarih ve içeriğiyle birlikte not etmiş. Geriye ne kaldı dersiniz? Tüm bu suç delillerinin üzerine bir dilekçe ekleyerek memurunu; devlet aleyhine yazılar yazdığı, kurumları kötülediği, vali ve kaymakam hakkında yazdığı, yazılarında siyaset yaptığı isnadıyla şikayet eder. İsnat ettiği şeyler olsa olsa niyet okuma olur. Bir de sanırım geçmişte çok Türk filmi izlemiş ve bir şey yapmayacağım deyip ama sözünde durmayanlar kendisine rol model edinmiş olmalı. Bunun başka da izahı olamaz. Nerede kaldı sözün namus olduğu? Sonra bu kadar alınganlık niye? Anlaşır gibi değil. Herhalde II. Abdulhamit ile ilgili yağmur yağacak şiiri üzerine zaptiyelerin, padişahımıza uzun burunlu demek istedin diyerek şairi tutuklamaları hikayesini de çok okumuş olmalı. Bu kadar alınganlığın başka da bir izahı olamaz zira. 

18 Kasım 2022 Cuma

Dedikodu mu, İstihbarat mı?

Musa peygamberle bir adamın arasında geçen bir anekdota yer verilir. Hepinizin bildiği bu hikayeye kısaca yer vermek istiyorum: “Adamın biri Musa peygambere gelerek tüm hayvanların dilinden anlamak istediğini söyler. Musa peygamber, her şeyi bilmen özellikle hayvanların dilinden anlaman iyi olmaz, bu sevdadan vazgeç dese de adamın ısrarı karşısında dua eder ve adamın duası kabul edilir.

Tüm hayvanların dilinden anlamaya başlayan adam akşam ahıra hayvanları yemlemeye gider. Eşekle öküzün aralarındaki konuşmaya şahit olur:

—Eşek kardeş, senin işin ne iyi, bana yazın da rahat yok, kışın da. Sabah olacak çifte koşacaklar, ama sense akşama kadar rahat gezeceksin.

—Bunlar hep senin ahmaklığından. Sabah olunca hasta numarası yap, akşamdan sahibimizin döktüğü yemi yeme. O da sabahleyin seni bu haliyle görünce çifte koşmaktan vazgeçer, birkaç gün olsun istirahat etmiş olursun.

Öküz, eşeğin nasihatini dinler. Yemi yemez, aç karına sabahlar. Bu ikilinin aralarında yaptığı konuşmaya şahit olan sahibi, bu sefer de eşeği çifte sürelim diyerek eşeği tarlaya götürür ve akşama kadar çift sürdürür.

Akşam yorgun argın ahıra giren eşek, öküzün yattığı yerden geviş getirdiğini görünce öküze bir oyun oynamak ister.

—Sen böyle yatarsan sahibimiz seni satacak. Bugün tarlada beni gören köylüler sordular. O da “Zaten tembel bir öküzdü, şimdi de hasta oldu. Yarın kasaba vereceğim, dedi. Eğer yarın da böyle yaparsan kendini bıçağın altında bil”, diyerek sabahleyin çifte gitmekten kurtulur. Tüm bu konuşmaları da dinleyen adam dört köşe olur:

—Gördün mü ne kadar iyi bir şeymiş hayvanların dilinden anlamak der.
Ertesi sabah horozla köpeğin konuşmalarına şahit olur. Horoz “Yarın efendinin öküzü ölecek. Senin için iyi bir ziyafet olacak” deyince sabahında pazara giderek öküzü satar.
İkinci gün horozun köpeğe, “Yarın kölesi ölecek. Adına yemek verir. Sen de nasiplenirsin” dediğini duyunca köleyi de satarak zarardan kurtulduğuna sevinir. Köpek kendisine yalan söylediğinden dolayı horoza gönül koyar. Horoz ise “Hiç üzülme. Ziyafet olacak. Çünkü ziyafetin büyüğü yaklaştı. Yarın efendimizin kendisi ölecek” sözlerini duyar duymaz adamın etekleri tutuşur ve ne yapacağını şaşırır. Soluğu Musa peygamberin yanında alır. Peygamber ona “Öküzü satmasaydın, öküz ölecek, diğer belalardan kurtulacaktın. Ama sen onları satarak başkasının zarar etmesini istedin. Kendi menfaatini düşünüp başkasını hesap etmeyenin hali budur” şeklinde cevap verir.  

Adam öldü mü ölmedi mi bilmiyorum. Siz bu hikayeden ne anlam çıkarırsınız onu da bilmiyorum. Belki biraz zorlama olacak ama ben kendimce bir anlam çıkardım. Hayvanların dilinden anlamak isteyen adamın niyeti ilim öğrenmek falan değil. Düpedüz iki kişi arasında yani hayvanların kendi arasında ne konuştuğunu merak etmekten başka bir şey değil. Bu merakın başına neler açtığını da hikaye güzel bir şekilde anlatıyor.

Buradan günümüz insanlarına gelmek istiyorum. Öyle ya kıssadan hisse almak için günümüze gelmek lazım. Bazı insanlar iki kişi arasında kendisi veya başkaları hakkında neler konuşulduğunu merak eder. Bunun için istihbarat adı altında kimin, ne konuştuğunu öğrenmek ister. Güya her şeyden haberim var imajı verecek. İstihbarat özellikle ülkenin iç ve dış güvenliğini tehlikeye atan hususlarda, bir suçu veya kötülüğü önleme ya da suçluyu bulma konusunda faydalıdır. Olması gerekir. Ama istihbarat adı altında iki kişinin kendi aralarında kendisi veya başkaları hakkındaki konuşmalara kadar istihbaratı genişletmek bir defa istihbarat değildir. Olsa olsa jurnalciliktir, laf taşımaktır, ispiyonculuktur. Bir yerdeki barış ortamını bozmaktır. Bu açıdan, kimin ne konuştuğuna dair her şeyden haberdar olma merakı hem kişinin kendisini hem de başkasını huzursuz eder.

Diyelim ki birileri, hoş görülmese de iki kişi arasında cereyan eden konuşmaları alıp bir yere götürüyor. Meslek edinmiştir, alışkanlık haline getirmiştir, bu mesleğine devam edecek. Ya etkili ve yetkili makam sahiplerinin istihbarat adı altında bu tür dedikodulara teşne olmasına ne demeli? Ne dendiğini de sizlere bırakıyorum ama tek kelimeyle ayıp demek isterim ve bu hareket devlet adamı ciddiyetine yakışmaz. Dedikoduların kendisine gelmesine sevinen makam sahipleri benim istihbaratım güçlüdür diye sevinedursunlar. Yalnız şunu unutmasınlar ki birilerinden bir makama laf taşıyanlar, o makamdan da başkasına laf taşırlar.