Ana içeriğe atla

Dedikodu mu, İstihbarat mı?

Musa peygamberle bir adamın arasında geçen bir anekdota yer verilir. Hepinizin bildiği bu hikayeye kısaca yer vermek istiyorum: “Adamın biri Musa peygambere gelerek tüm hayvanların dilinden anlamak istediğini söyler. Musa peygamber, her şeyi bilmen özellikle hayvanların dilinden anlaman iyi olmaz, bu sevdadan vazgeç dese de adamın ısrarı karşısında dua eder ve adamın duası kabul edilir.

Tüm hayvanların dilinden anlamaya başlayan adam akşam ahıra hayvanları yemlemeye gider. Eşekle öküzün aralarındaki konuşmaya şahit olur:

—Eşek kardeş, senin işin ne iyi, bana yazın da rahat yok, kışın da. Sabah olacak çifte koşacaklar, ama sense akşama kadar rahat gezeceksin.

—Bunlar hep senin ahmaklığından. Sabah olunca hasta numarası yap, akşamdan sahibimizin döktüğü yemi yeme. O da sabahleyin seni bu haliyle görünce çifte koşmaktan vazgeçer, birkaç gün olsun istirahat etmiş olursun.

Öküz, eşeğin nasihatini dinler. Yemi yemez, aç karına sabahlar. Bu ikilinin aralarında yaptığı konuşmaya şahit olan sahibi, bu sefer de eşeği çifte sürelim diyerek eşeği tarlaya götürür ve akşama kadar çift sürdürür.

Akşam yorgun argın ahıra giren eşek, öküzün yattığı yerden geviş getirdiğini görünce öküze bir oyun oynamak ister.

—Sen böyle yatarsan sahibimiz seni satacak. Bugün tarlada beni gören köylüler sordular. O da “Zaten tembel bir öküzdü, şimdi de hasta oldu. Yarın kasaba vereceğim, dedi. Eğer yarın da böyle yaparsan kendini bıçağın altında bil”, diyerek sabahleyin çifte gitmekten kurtulur. Tüm bu konuşmaları da dinleyen adam dört köşe olur:

—Gördün mü ne kadar iyi bir şeymiş hayvanların dilinden anlamak der.
Ertesi sabah horozla köpeğin konuşmalarına şahit olur. Horoz “Yarın efendinin öküzü ölecek. Senin için iyi bir ziyafet olacak” deyince sabahında pazara giderek öküzü satar.
İkinci gün horozun köpeğe, “Yarın kölesi ölecek. Adına yemek verir. Sen de nasiplenirsin” dediğini duyunca köleyi de satarak zarardan kurtulduğuna sevinir. Köpek kendisine yalan söylediğinden dolayı horoza gönül koyar. Horoz ise “Hiç üzülme. Ziyafet olacak. Çünkü ziyafetin büyüğü yaklaştı. Yarın efendimizin kendisi ölecek” sözlerini duyar duymaz adamın etekleri tutuşur ve ne yapacağını şaşırır. Soluğu Musa peygamberin yanında alır. Peygamber ona “Öküzü satmasaydın, öküz ölecek, diğer belalardan kurtulacaktın. Ama sen onları satarak başkasının zarar etmesini istedin. Kendi menfaatini düşünüp başkasını hesap etmeyenin hali budur” şeklinde cevap verir.  

Adam öldü mü ölmedi mi bilmiyorum. Siz bu hikayeden ne anlam çıkarırsınız onu da bilmiyorum. Belki biraz zorlama olacak ama ben kendimce bir anlam çıkardım. Hayvanların dilinden anlamak isteyen adamın niyeti ilim öğrenmek falan değil. Düpedüz iki kişi arasında yani hayvanların kendi arasında ne konuştuğunu merak etmekten başka bir şey değil. Bu merakın başına neler açtığını da hikaye güzel bir şekilde anlatıyor.

Buradan günümüz insanlarına gelmek istiyorum. Öyle ya kıssadan hisse almak için günümüze gelmek lazım. Bazı insanlar iki kişi arasında kendisi veya başkaları hakkında neler konuşulduğunu merak eder. Bunun için istihbarat adı altında kimin, ne konuştuğunu öğrenmek ister. Güya her şeyden haberim var imajı verecek. İstihbarat özellikle ülkenin iç ve dış güvenliğini tehlikeye atan hususlarda, bir suçu veya kötülüğü önleme ya da suçluyu bulma konusunda faydalıdır. Olması gerekir. Ama istihbarat adı altında iki kişinin kendi aralarında kendisi veya başkaları hakkındaki konuşmalara kadar istihbaratı genişletmek bir defa istihbarat değildir. Olsa olsa jurnalciliktir, laf taşımaktır, ispiyonculuktur. Bir yerdeki barış ortamını bozmaktır. Bu açıdan, kimin ne konuştuğuna dair her şeyden haberdar olma merakı hem kişinin kendisini hem de başkasını huzursuz eder.

Diyelim ki birileri, hoş görülmese de iki kişi arasında cereyan eden konuşmaları alıp bir yere götürüyor. Meslek edinmiştir, alışkanlık haline getirmiştir, bu mesleğine devam edecek. Ya etkili ve yetkili makam sahiplerinin istihbarat adı altında bu tür dedikodulara teşne olmasına ne demeli? Ne dendiğini de sizlere bırakıyorum ama tek kelimeyle ayıp demek isterim ve bu hareket devlet adamı ciddiyetine yakışmaz. Dedikoduların kendisine gelmesine sevinen makam sahipleri benim istihbaratım güçlüdür diye sevinedursunlar. Yalnız şunu unutmasınlar ki birilerinden bir makama laf taşıyanlar, o makamdan da başkasına laf taşırlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde