Ana içeriğe atla

Dümen Suyuna Gitmek

Bugün size bildiğimiz, zaman zaman kullandığımız bir deyimden bahsedeceğim: Dümen suyuna gitmek. Önce anlamına bir bakalım: “Birine bağımlı olmak, birinin tuttuğu yolu izlemek, hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini yapmak”. Örnek cümlede kullanalım: “Başkasının dümen suyundan gidenler kişiliklerini bulamazlar”.

Deyimin anlamına baktığımız zaman bir başkasının ağzına bakan, onun dediklerini yerine getiren kişiler için söylenir. Gördüğünüz gibi olumlu anlamda kullanılan bir deyim değil.

İnsanoğlunun yaptıkları hep birbirine benzese de hatta şıp demiş burnundan düşmüş dense de her bir insan farklı bir varlıktır. Benzerliklerinden ziyade farklılıkları çoktur. Çünkü her insan özgün, orijinal ve özgür bir bireydir. Özgünlüğü ve nevi şahsına münhasır olmasıyla halk nezdinde değer kazanır. Bir başkasını taklit edenler, bir başkasına bağımlı olanlar, bir başkasının yolunu izleyenler, toplum nezdinde pek tasvip edilmez. Ona kendin ol derler. Çünkü Allah her insana akıl ve zeka vermiştir. Her insanın bu dünyada bir misyonu vardır. Hiçbiri gereksiz yaratılmamıştır. Eğer birbirinin aynısı olacaksa, kendisini bir başkasıyla bütünleştirecekse, dünyaya gönderilişinin bir anlamı olmaz. Çünkü dünyaya kalabalık etsin diye gönderilmiş değildir. Ayrıca her bağımlı olan, bir başkasının yolunu izleyen izlediği kişiye ne kadar benzese de asla ilk olamaz. En iyi başarısı ikincilik olur.

Bir an için “birine bağımlı olmayı, birinin tuttuğu yolu izlemeyi” bir tarafa bırakalım. Çünkü deyimin üçüncü anlamına göre daha masum kalıyor. Çünkü bir insan bir başkasını örnek almak, onun gittiği yoldan gitmek isteyebilir. Ama üçüncü kısım olan “hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini yapmak” kısmının hiçbir makul izahı olamaz. Deyimin bu kısmında bir kişilik bozukluğu, şahsiyeti oturmamış bir profil ile karşı karşıyayız. Çünkü bu tiplerin kendine dair bir iradeleri yok. Başına ip geçirilmiş, önden bir başkası tarafından çekilen dört ayaklıdan farklı değil. Öndeki efendisi onu nereye çekerse o tarafa gidecektir. Gel deyince gelecek, git deyince gidecek, otur deyince oturacak. Böyleleri var mı aramızda? O kadar çok ki say say bitmez. Çünkü bu tiplerin hayattan tek beklediği kendisine ait bir hayattan ziyade efendisini memnun etmektir. Kendi memnuniyeti ve huzuru da efendisini memnun etmeye bağlı. Ufacık bir tökezlemesi, ipinin çekilmesi demektir ki bu tipler için bulunduğu makam ve mevkileri kaybetmesi demektir.

Nice makam ve mevki sahipleri vardır ki mevzuatın kendine verdiği hak ve yetkileri kolay kolay kullanamazlar. Bakmayın, konuşurken esip gürlediklerine; ben şöyle yaparım, tamam böyle yapın dediklerine. Bunların esip gürlemesi efendisinin görüş bildirmesine kadardır. Efendisi onu şuraya vereceksin, bunu buradan uzaklaştıracaksın dedi mi tamam efendim, emriniz olur efendim diyerek yelkenleri indirirler ve tükürdüklerini yalarlar. Çünkü son sözü efendileri söyler. Bu tiplere düşen, efendisinin isteği çerçevesinde yazı yazdırmak ve formaliteyi yerine getirmek olur. Efendisinin istek ve taleplerinden hoşnut olmasalar da sesleri çıkmaz. Çünkü koltuktaki varlığı efendisiyle iyi geçinmesine, onun dediklerini yapmasına bağlıdır. Bu tipler yani kendisi olamama durumunu gücü ve kuvveti olmayan, arkasında dayısı olmayan kimselerden çıkarırlar.

Hülasa, bir makama gelip mevzuat çerçevesinde kendisi olamayanlara tavsiyemiz, bu tür makamları hiç işgal etmesinler. Çünkü mahkeme kadıya mülk olmadığına göre giderlerken kubbede hoş bir seda bırakamazlar. Yok, bir günlük beylik beyliktir diye düşünüyorlarsa başkasının dümenine gitmeye devam etsinler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde