Ana içeriğe atla

Sözün Namusluğu

Türk filmi izlemiş olmalısınız. Hele Cüneyt Arkın'ın Bizanslılara dair çevirdiği filmleri defalarca izlemişsinizdir. Filmlerde başrol oyuncusunu ele geçiremeyen kötü rolde oynayan kişiler başrol oyuncusunun anasını, babasını, karısını, bazen çocuğunu kaçırarak başrol oyuncusunu teslim olmaya, elindeki silahı bırakmaya aksi takdirde yakınını öldüreceklerini söylerler. Yakınlarım benim her şeyim, onlar için canımı veririm diyen başrol oyuncusu mecburen teslim olur veya elindeki silahı bırakır. İşte teslim oldum, haydi çocuğunu bırakın der ama dediğiyle kalır. Ne çocuğu bırakılır ne de kendisi. Başrol oyuncusuna yapılmadık işkence kalmaz. Film bu şekilde devam eder.

Filmde dikkat çekmek istediğim nokta, bir şey yapmayacağız sözünün havada kalması yani yerine getirilmemesi tek kelimeyle mertliğe sığmaz. Düşmanın ve düşmanlığın bile mertliği tasvip edilir. Allah sözünde duranlardan eylesin. Kimsenin düşmanı olmasın ama olacaksa da mert olanını nasip etsin.

Hiçbir şey yapmayacağım deyip de sözünde durmayan sahneler sadece filmlerdeki kötü rol sahibi aktörlere mi ait? Keşke bu tür sahneler sadece filmlerimizden ibaret olsa, daha ne isteriz? Adı üzerinde film der, geçer gideriz. Maalesef gerçek hayatta da benzeri sahneler cereyan ediyor.

Bir arkadaşım anlattı. Bir ilçede görev yapıyormuş. Kendi halinde yazar çizermiş aynı zamanda. Yazdığı yazılarda üslup olarak hiciv, mizah, taşlama, ironi, eleştirel vb. yolları kullanırmış. Hemen hemen her konuda yazarmış. Bugüne kadar yazmadığı konu hemen hemen kalmamış gibi. Amiri, yazdığı yazılardan birini üzerine almış. Memurunun yazdığını nereden biliyormuş diyeceksiniz. Sanırım güçlü bir istihbarat ağı varmış. Hazirun'un huzurunda bu yazarı da çağırır. Herkesin huzurunda yazıyı tek tek okur. Nasıl bir yazıysa, yazının her bir cümle ve kelimesi üzerine yorumlar yapmış. Yazıda kendini bulmuş demek ki. Öyle zannediyorum, yazı kendisine çok dokunmuş. Kimse de kendisine bu yazıda isim yok, yer yok. Niye üzerine alındın yoksa bunları yaptın mı dememiş. Nasıl desinler? Adı üzerinde amir.

Şimdi gelelim sadede. Amir, yazıyı okumadan önce basın özgürlüğü var. Hiçbir şey yapmayacağım demiş. Demiş ama sözünde durmamış. Yememiş, içmemiş. Çünkü sözünü yutmuş ve verdiği bu söz kendisini doyurmuş.  Üşenmeden yazarın tüm yazılarını geriye dönük okumuş. Okuduğu makalelerden kendince sakıncalı gördüğü yazıları başlık, tarih ve içeriğiyle birlikte not etmiş. Geriye ne kaldı dersiniz? Tüm bu suç delillerinin üzerine bir dilekçe ekleyerek memurunu; devlet aleyhine yazılar yazdığı, kurumları kötülediği, vali ve kaymakam hakkında yazdığı, yazılarında siyaset yaptığı isnadıyla şikayet eder. İsnat ettiği şeyler olsa olsa niyet okuma olur. Bir de sanırım geçmişte çok Türk filmi izlemiş ve bir şey yapmayacağım deyip ama sözünde durmayanlar kendisine rol model edinmiş olmalı. Bunun başka da izahı olamaz. Nerede kaldı sözün namus olduğu? Sonra bu kadar alınganlık niye? Anlaşır gibi değil. Herhalde II. Abdulhamit ile ilgili yağmur yağacak şiiri üzerine zaptiyelerin, padişahımıza uzun burunlu demek istedin diyerek şairi tutuklamaları hikayesini de çok okumuş olmalı. Bu kadar alınganlığın başka da bir izahı olamaz zira. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde