9 Nisan 2022 Cumartesi

Enflasyonun Merkez Üssü *

Bazı şeyleri sürekli yazıp çizmek kabak tadı verir. Bunun farkındayım. Yine de yazacağım maalesef. Amacım ne kimseyi yermek ne de övmek. Benimkisi bazılarının haletiruhiyesini tespit etmeye çalışmak. Bazı şeyler geçer ama bu haletiruhiyeyi yaşayanların durumu tedavi olur mu, bilmiyorum. 

Malumunuz hayat pahalılığının zirvesini yaşıyoruz. Bu yaşadığımız realite, önceki yaşadığımız hayat pahalılıklarına pek benzemiyor. Bugünden yarına bir umut da görünmüyor. Toplum hiç olmadığı kadar umutsuz. Tedbir alması gereken yetkililerin enflasyonu dizginlemek için çaba sarf ettiği de görünmüyor. Devlet ve toplum olarak yarınımız olmadan günübirlik yaşıyoruz. Geleceğimizin teminatı gençlik hiç olmadığı kadar karamsar. 

Durumumuz vahim iken bu durumu tespit etmeye ve bu durumdan dertlenmeye çalışanları da sesleri gür çıkan bir kesim ise mevcut durumu savunma ve haklı gösterme adına; gerekçe, bahane, kıyas, emsal ne varsa önümüze yemek olarak koyuyor. Güya biz yine iyiyiz demeye getiriyorlar. Neler diyorlar, bir bakalım: "Küresel bir enflasyon var. Dünya bununla kırılıyor. Tedarik sıkıntısı var. Maliyetler arttı. Tüm dünya böyle. Birçok AB ülkesi marketlerde ürün bile bulamıyor. Avrupa'da da ürünlere sürekli zam geliyor. Bizim devlet birçok ürünü sübvanse ediyor." vs. deniyor. Böylelerine arkadaşım, kırılıyor dediğin ülkelerin enflasyonu yüzde 5-7'lerde. Bunlara zam gelse ne olur. Bizim katmerli enflasyonun yanında bunların hissettiği enflasyona, enflasyon mu diyorsun? Dedikleri, tamam onların enflasyonu düşük olabilir ama hesap yaparken onların enflasyonu daha önce kaçtı, şimdi kaç kat arttı? Bunu bu şekilde değerlendirmek lazım diyorlar. Onlara, onlardaki yüzde 5 enflasyon bizde olsa biz buna enflasyon bile demeyiz diyorsun. AB'deki bir ürünün EURO cinsinden fiyatını pul olmuş paramız TL’ye çeviriyorlar. Baksana, onlarda bu ürün bizim paramızla kaç lira ediyor. O yüzden biz her şeyi onlardan daha ucuza alıyoruz demek istiyorlar. Hiçbir şey diyemeseler, "Yanı başımızda savaş var." deniyor. Zamlara gelince Brent petrolün varil fiyatı yükseldi deniyor. Tamam, savaş var. Petrol fiyatları yükseliyor. Bunlara paralel olarak zam geliyor. O zaman geçmiş hükümetler akaryakıta yaptıkları zammı keyfi mi yapmışlardı? Onlar zamanında dünyada kriz ve savaş yok muydu? Bugünkü zamlar makul ise daha önceki zamları da makul görmek gerekmez mi diyorsun. Hiç oralı olmuyorlar. Hiçbir şey yapamasalar bile girdi fiyatlarını göz ardı ederek zam yapan esnaf ve sektörleri ahlaksızlıkla itham ediyorlar. Nedense günbegün gelen kallavi akaryakıt zamlarını, elektrik ve doğal gaza belirli periyotlarla konan yüksek zamları es geçiyorlar. Zamları muhalefetten bilenleri, hayat pahalılığı falan yok. Baksana herkes alışverişte, sıfır araba kuyruğunda, şu kadar kişi sinemaya gidiyor. Tatil merkezleri dolu diyenleri saymıyorum bile. 

Hasılı, savunmacı ekip bahane ve gerekçesinde sınır tanımıyor. Allah, bir şeyi savunacağım diye kimseyi gülünç duruma düşürmesin. Kimsenin gözünü ve izanını kör etmesin. Halbuki her gerekçe ve savunma, gerçeklerle yüzleşmekten kaçınmak, topu taca atmak ve sorunları halının altına süpürmek demektir. Halbuki mevcudu kabul etmek, bundan çıkış noktaları üzerine kafa yormak makul olan değil midir? Ki bu mevcut durumu başta hükümet olmak üzere kimse istemiş değil. 

Şu gerçek unutulmasın ki ülkemizin yaşadığı bol sıfırlı, bastırılmış enflasyon, diğer ülkelerle kıyas götürmez. Enflasyonu bizden yüksek birkaç ülkeyi saymazsak, bizim ülkemizin enflasyonuyla, diğer ülkelerin yaşadığı enflasyon durumunu depremle kıyaslayalım. Biliyorsunuz, etkisi ta uzaklardan hissedilen bir depremin merkez üssü olur. Depremin en ağır tahrifatı depremin merkez üssü olan yeredir. Yakından uzağa doğru yıkım daha az olur. Yani merkez üssünde mal ve can kaybı fazla olurken merkez üssünden uzaklaştıkça mal ve can kaybı ya hiç olmaz. Olursa da sınırlı olur ya da sallantı ile geçiştirilir. Bu deprem örneğinden hareketle bizim ülkemiz enflasyonun merkez üssü, enflasyonu yüzde 5 ila 7 olan ülkeler ise enflasyonu en az hasarla atlatan ülkelerdir. Bu durumu kapatmak için gerekçe üretenler kafalarını kuma gömmüş ve egolarını tatmin etmeye çalışan kimselerdir. Bence savunulamayacak bu durum karşısında, başkasından saygı bekliyorlarsa, susmaları en iyisidir. Yok, saygınlık beklemiyoruz diyorlarsa, bu gerekçeleri bayatladı. En iyisi mi başka bahanelerin arkasına sığınsınlar. 

Söz bahaneden açılınca bir bahane de ben yazayım ki bahane üretim merkezi gibi çalışan bu arkadaşlara bir hayrım dokunsun. 

Bahanenin bir tanesi İslam tarihinden. Baştan söyleyeyim, bu bahanenin aslı astarı yoktur. Çünkü peygamber gaybı/geleceği bilemez. Babası Yasir, annesi Sümeyye ilk şehitlerden olan Ammar, karşıdan gelirken peygamberimiz, Ammar'ı isyancı bir güruh öldürecektir, der. Gel zaman git zaman Sıffın Savaşında Ammar, Hz Ali'nin safında savaşa katılır. Ammar'ı gören bazı Muaviye taraftarları isyancı olan biziz diyerek savaş alanını terk eder. Sonuçta savaş olmuş ve Ammar b. Yasir savaşta şehit olmuştur. Amr b. As'ın oğlu Abdurrahman, bu durumun izahını istemek için babasının huzuruna çıkar ve babasına, Ammar ile ilgili peygamber böyle demişti. Biz şimdi isyancı olmuyor muyuz deyince, Arap dahisi Amr, "Ammar'ı esas öldürenler, onu savaş meydanına getirenlerdir, der. Buyurun size bir gerekçe. Dünyadaki tüm gerekçelere beş çeken bir gerekçe. 

 *18/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

1 Nisan 2022 Cuma

Birbirine Benzemez Altılı *

Her konuda olduğu gibi ülkeye yön veren ve ülkeyi yöneten siyasetimiz de inişli çıkışlı bir seyir izliyor. 2000 öncesinde olduğu gibi ya hiçbir parti hükümeti kuracak çoğunluğu elde edemiyor ya da 2000 sonrasında olduğu gibi bir parti, ardı arkasına iktidara gelerek siyasi istikrarı sağlıyor.

Bir parti çoğunluğu sağlayamayınca ne oluyor? Koalisyon hükümetlerinin kuruluşu zaman alıyor. Kurulduktan sonra da uzun ömürlü olmuyor. Ya seçim kararı alınarak erken seçime gidiliyor ya da başka koalisyon seçenekleri deneniyor. Çünkü bizde uzlaşma kültürü gelişmemiş. İdeolojik olarak birbirine yakın partilerin kurduğu koalisyon bile yürümüyor. Rabbena, hebbana siyaseti güdülüyor.

Tek başına iktidara gelen parti, siyasi istikrarı sağlaması yönünden tasvip edilen bir şey olsa da aynı partinin ardı arkasına seçimi kazanıp ülkeyi yönetmesi alternatifsizliği beraberinde getirebiliyor. Bu da iktidar değişiminin önündeki en büyük handikaptır. Bu durum iktidar taraftarlarını sevince boğarken iktidar olmayı isteyen muhalefet seçmenini ümitsizliğe sevk etmektedir hatta böyle olmayacak deyip sandık dışında başka arayışlar içerisine girebiliyor.

Alternatifinin olmaması sürekli iktidar olan parti ve taraftarlarını sevindirse de alternatifsizlik iyi değildir. Çünkü bu durum iktidarda olan partiyi şımartabiliyor, nasılsa alternatifim yok diyerek kendisini yenileme yoluna gitmeyebiliyor. Savrulma, yozlaşma, güç zehirlenmesi yaşama gibi durumlara sebebiyet verebiliyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile birlikte siyasetimiz ne alemde? Bir de buna bakalım. Malumunuz bu sistemle birlikte seçime ittifaklarla gidilmektedir. Bu ittifaklar bir nevi 2000 öncesi koalisyon hükümetlerine benziyor. Tek fark, koalisyon hükümetleri seçim sonrası kurulurken bu sistemle birlikte seçim öncesinde kuruluyor. Yönetimde ittifakın bir engeli var mı? Yani koalisyon hükümetleri gibi mi işliyor? Bu ittifak her ne kadar koalisyon hükümetlerine benzese de işleyiş yönünden koalisyondan farklı ve bu sistemin işleyişine bir halel getirmiyor. Çünkü düşünce olarak birbirine yakın koalisyon hükümetleri uyum içerisinde çalışamadıkları için bozulurken halihazırdaki ittifak sorunsuz bir şekilde işliyor. Bu da demokrasi ve siyasetimiz adına sevindirici bir durumdur. Demek ki isteyince farklı partiler asgari müştereklerde buluşabiliyor ve bir hükümet krizine sebebiyet vermiyor. Bu da uzlaşma kültürü adına ülkenin aldığı bir mesafedir.

Buradan muhalefet bloğuna gelmek istiyorum. Malumunuz geçen seçimde bu blok da ittifak kurarak seçime girmişti. Seçimi kazanamayan bu muhalefet bloğu ittifakı daha da genişleterek altı partili bir ittifak kurdu. Başka partileri de içlerine almazlarsa ve bu ittifak bozulmazsa, 2023 seçimlerine altı partili bir ittifakla girecekler. Altı partinin bir araya gelerek kurdukları bu karşı ittifaka toplumun belli bir kesimi “Altı birbirine benzemez” demeye başladı. Seçime kadar bu ittifak bozulmadan devam eder mi, bunlar ortak bir aday etrafında anlaşabilirler mi, seçime girince başarılı olurlar mı, başarılı olursa kurulan hükümet sorunsuz bir şekilde ülkeyi yönetebilir mi? Halihazırda tüm bunlar muamma. Bilinen tek şey, halkın belli bir kesiminin kurulan bu karşı ittifaka “Altı birbirine benzemezler” dediğidir.

Bu “Altı birbirine benzemez” parti cephesi, iktidar veya iktidar alternatifi olur mu? Başarı durumunda ülkeyi uyumlu yönetir mi? Bunu zaman gösterecek. Burada değinmek istediğim husus, bu karşı ittifak başarılı olur veya olmaz ama birbirine benzemeyen, iç ve dış politika görüşleri farklı olan bu partilerin bir araya gelip asgari müştereklerde anlaşarak ittifak kurabilmeleri, akıbetleri 2000 öncesi koalisyonlara benzemezse, bu durumun ülkemiz siyaseti, uzlaşma kültürü ve demokrasi adına bir kazanım olabileceğini düşünüyorum. Belki bu vesileyle ittifakta yer alan partiler aşırılıklarını törpüler, iç ve dış politikada ortaklaşa hareket ederler ve ortaya bir ortak akıl çıkar. Ayrıca iktidara alternatif olmaları yönüyle de iktidar olan partiye iyilik yapılmış olur. Çünkü alternatifinin olduğunu bilen iktidar partisi, muhalefetin nefesini ensesinde hissettiği için baktı ki pabuç pahalı, yoğurdu üfleyerek yer, kolay kolay hata ve yanlış yapmaz. Bundan da ülke karlı çıkar.

*04/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

17 Mart 2022 Perşembe

Hafızlık Eğitimi *

Hafızlık üzerine daha önce “Hafızlığın Faydası”, “Hafızlık Nasıl Yapılır”, “İHO’lardaki Hafızlık Eğitimi (1) ve (2)” üzerine 4 yazı kaleme aldım. Bu yazımda da kimlerin hafız olması gerektiği üzerinde duracağım.

Bildiğiniz gibi hafızlık eğitimi için ilkokul beşinci sınıfı bitiren öğrenciler Kur’an kurslarında hafızlık eğitimi alıyordu. Hafız olanlar hafızlığın ardından İHL’lere kayıt yaptırarak örgün eğitimlerine devam etmişlerdir. Üç yıl ara vererek İHL’lere kayıt yaptıran bu öğrenciler lisede diğer sınıflara serpiştirilerek ara vermeden gelen diğer öğrencilere ağabeylik yapmışlardır. Kendi halinde devam eden bu hafızlık uygulaması 8 yıllık kesintisiz eğitimle beraber sekteye uğramış, ortaokulu bitirdikten sonra hafızlık eğitimi için gelen öğrencilerin sayısında gözle görülür şekilde azalma olmuş ve Kur’an kursları kapatılmaktan beter yapılmıştır.

Sekiz yıllık kesintisiz eğitimin ardından uygulamaya konan 12 yıllık zorunlu eğitimle birlikte İHO ve İHL’lerin hem öğrenci hem de okul/bina yönünden büyük bir artış olduğu, çoğu illerde uygulamaya konan hafız İHO ve hafız İHL’lerin de bu dönemde yaygınlık kazandığı görülmektedir. Hafızlık ideali olan öğrencilerin hafız olmak için bu okullara sınav ve mülakata hazırlandığı, müracaat eden öğrenci sayısının fazlaca olduğu, bu okullara seçilen öğrencilerin hafızlık eğitimine başlatıldığı, ilk açılan okulların mezun verdiği bilinmektedir. Öyle zannediyorum, bu okullarla, hafızlığın Kur’an kurslarından ziyade okullarda yapılması ve hafızlık yapan öğrencilerin yıl kaybetmeden hafız olması amaçlanmaktadır.

Bu proje okullar sayesinde, 8 ve 12 yıllık zorunlu eğitimle sekteye uğrayan hafızlığın yaşatılmaya çalışıldığı ve hafızlığın teşvik edildiği anlaşılmaktadır. Bir ihtiyacı karşılamak ve başarılı öğrencileri seçmece alarak hafız yapma projesinin ne derece başarılı olacağı ilerleyen yıllarda daha iyi anlaşılacaktır. İyi niyetle başlatılan bu proje ile ilgili bazı endişelerimi bir önceki yazımda ifade etmeye çalışmıştım. Burada tekrar etmeyeceğim. İnşallah endişelerimde haklı çıkmam.

Burada hafızlığa karşı olduğum anlamı çıkarılabilir. Böyle bir anlayışta olmam söz konusu bile olamaz. Hatta hafızlığı bir nimet olarak görürüm. İnsanımız çocuğunu hafız yapabilme imkanı bulabilsin. Bunu takdir de ederim. Aynı zamanda farzı kifaye olan bu ibadetin herkese farzı ayın olmaması için içimizden birilerinin/bazılarının hafız olmasında yarar görüyorum. Yalnız proje hafız İHO ve hafız İHL’lerle hafızlık eğitiminin abartıldığını ve bu projenin ilerleyen yıllarda ölü doğacağını düşünüyorum. Bu kadar çocuğu hafız yapmak için o kadar çabayı da anlamış değilim. Buralarda hafızlık yapacak çocuklar sadece Diyanet’te din görevlisi ve MEB’de din kültürü öğretmeni olacak olsa, buna diyeceğim olmaz. Çünkü buralarda daima Kur’an’la haşır neşir olacaklar. Öyle zannediyorum, bu çocukların belli bir yüzdesi başka okul ve meslekleri seçecek ve başka alanlarda çalışacak. Bu da özel gayret gösterenlerin dışında çoğunluk hafızlığını unutacağını düşünüyorum. Aynı zamanda bu çocuklar hem hafızlık hem diğer derslere çalışmak suretiyle emsallerine göre daha fazla efor sarf etmiş olacaklar. Kapasitelerini iki yöne verdiklerinden dolayı belki de gerçek başarısını gösteremeyebilirler. Bir diğer husus, çok kişiyi hafız yapma çabası yerine yeterince hafızla yetinmek gerekir diye düşünüyorum. Merak ediyorum, sahabe içerisinde hafız olanların sayısı ne kadardır? Bildiğim kadarıyla bir elin parmağını geçmez. Bence projelerle hafız yetiştirme yerine bu müesseseyi doğal akışına bırakmak lazım. Unutmayalım ki bu ibadet farzı kifaye bir ibadettir. İşi farzı ayın ve rekabet haline getirmekten kaçınmak lazım. Çünkü bu memleketin sadece hafıza değil, diğer alanlarda da yetişmiş elemana ihtiyacı vardır.

*13/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.