17 Nisan 2020 Cuma

İyi ve Kötüde Sınavımız ***

Eski Türk filmlerinde, köyden şehre gelmiş, bir başına dolaşırken kızın etrafına bir kötü dadanır. Kıza tecavüz edeceği zaman bizim başroldeki aktör; kızı kötünün elinden kurtarır. Ki olması gereken de bu.

Bu sahneyi izleyen biz kıza acır, tecavüzcüye kızarız. Aktörümüz kötüye vurdukça vur vur sesleriyle sinema salonlarını çınlatırız.

Mağdur kız, oğlana teşekkür eder. Bundan sonra kız ile oğlan arasında bir dostluk başlar. Kız, oğlanın yaptığı bu iyiliği hiç unutmaz. Çünkü kızın namusunu kurtarmıştır oğlan.

Gel zaman git zaman sonra, aralarında bir nikah ve düğün olmadan kız, kurtarıcısı erkeğe gönüllü olarak kendisini teslim eder.

Sahnenin birinci safhasında cereyan eden olayla ikinci sahnesinde cereyan eden olay, sonucu itibariyle aynı kapıya çıkar. İkisi de nikahsız bir araya gelmektir. Dinimizde her ikisi de zinadır, ahlak ve örfümüz de her ikisini tasvip etmez. Tek farkı, kız birinci sahneden memnun değil. Çünkü rızası yok. İkinci sahneden ise memnundur. Çünkü karşılıklı rıza vardır.

Hasılı biz, birinci sahneye kızarız. Çünkü fiili işleyen adam kötü roldedir. İkinci sahneyi alkışlarız. Çünkü kız bizim, oğlan bizim. Bu işi başkası yaparsa kötü, bizimki yaparsa iyi. Bu nasıl bir ruh hali ve anlayış ise bizim mayamıza işlemiştir.

Çoğumuza tanıdık gelen filmlerde işlenen bu sahneler, bize öyle işlemiş ki aynı durum gündelik hayatımızda da hız kesmeden bir anlayış olarak devam ediyor. Birbirine kutuplaşan, birbirine karşı iyice bilenen, birbirinin varlık sebebi olan kesimler, aynı sahneyi bıkıp usanmadan gündelik hayatta oynuyorlar. Filmlerden farkı, filmde rol gereği oynanan bu oyun, gündelik hayatımızda sahiden oynanıyor. Bir diğer farkı; filmde kim iyi rolde, kim kötü rolde hepsi bellidir. Seyirci de iyi ve kötü rolde hemfikirdir. Herkes iyi roldeki aktörleri destekler. Fanatik kesimlerin oynadığı hayat hikayesinde roller zaman zaman değişiyor, bazen bir kesim bazen diğer kesim, iyi veya kötü oluyor. Her kesim kendini ve yaptıklarını iyi görürken diğer kesimi kötü olarak görüyor. Hatta bu fanatikliği o kadar ileriye götürüyoruz ki bir suçtan hareketle suçun ferdiliği prensibini bir tarafa bırakarak tikelden tümele gidiyor ve eylemin işlendiği mahalledeki kesimin, tümden böyle olduğuna dair bir hüküm bile veriyoruz.

Sözü fazla uzatmadan bir somut örnek vererek ne demek istediğim daha net anlaşılsın isterim. Zaman zaman bir yurt veya sokakta taciz olayı patlak verir. Taciz tacizdir, kim yaparsa cezasını çeksin denmez. Önce bu eylem kimin mahallesinde, kim tarafından gerçekleştirilmiştir, buna bakılır. Bir kesim bu olayın üzerine giderken diğer kesim kah sessizliğe bürünür kah görmezden gelir kah savunmaya kalkar. Tüm bunlara rağmen olay hala sıcaklığını koruyor ve tacizin üzerine gidiliyorsa karşı kesimin geçmişte yaptığı tacizler servis edilir. Daha önce siz de böyle yaptınız, ne çabuk unuttunuz, bu konuda siz de çok masum değilsiniz, denir. Gün gelir, bir tacizci de öbür kesimin içinden çıkar. Bu sefer roller değişir. Biri savunmaya geçerken diğeri saldırıya geçer. Bu durum yolsuzluk, rüşvet, kayırmacılık vs hayatın her alanında işlenen suçlarda aynıdır. Suça, suçluya ya da iyi veya kötüye bakışımız kimin işlediğine göre değişir. İyilik yapan bizdense  göklere çıkarırken  bizden olan kötülük yapanı koruruz. Gerekirse niçin yaptığına dair gerekçeler üretiriz. Bu durum tüm kesimlerde böyledir. O yüzden iyi ve kötü net değil bizde. Netliği, bizden olup olmamasına bağlıdır. Bizden olanı ezdirmemek ve yıprattırmamak için gerekirse tüm değerlerimizi çiğneyerek savunuruz.

Sonuç olarak kendi kesiminden biri bir suça karışmışsa kol kanat gerilecek, düşmana ezdirilmeyecek. Karşı kesimden biri suç işlemişse topyekun bir saldırıya geçilecektir. Bu yüzden tüm kesimler iyilik ve kötülükte, suç ve suçluyla mücadelede sınıfta kalmıştır. Her kesimde kendi kesimi ne yapıyorsa iyidir, karşı taraf ne yapıyorsa kötüdür anlayışı hakim. Maalesef tarafgirlik, kötüyü savunacak kadar gözlerimizi kör etmiştir.

Suç ve suçluyla samimi olarak mücadele etmek istiyorsak iyi ve kötü ortak değerimiz olmalı. Suçlu hangi kesimden olursa olsun, suçun ferdiliği prensibi gereği, o kesimi tümden suçlamaktan kaçınmalıyız. Suçu işleyen hangi mahallenin ferdi ise kimse arkasında durmamalıdır ve hak ettiği cezayı almalıdır.

***21/04/2020 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

16 Nisan 2020 Perşembe

Luppo ve Ben

Cuma akşamından itibaren bir Luppo'dur gidiyor ve Luppo, Türkiye gündemine oturdu. Firma, uğraşıp didinse Luppo'nun bu kadar reklamını yapamazdı. Firma, o hengamede reklamını yapan kişiyi bulup ödüllendirse çok iyi olur. En azından belli bir miktar Luppo gönderebilir adama.

Nedir, ne değildir, nasıl bir şeydir diye merak ettim doğrusu. Çocuklarıma sordum. Baba, bilmiyor musun dediler. Hiç bozuntuya vermeden sanki getirdiniz de gördüm mü dedim. Merak ettimse de Luppo için markete gitmedim.

Bugün zaruri bir ihtiyacımı almak için markete uğradım. Bu arada sosyal mesafeye riayet ettim, maskemi de taktım.

Ödemeyi yapıp tam çıkacağım vakit, kasiyerin yanı başındaki Luppo'yu gördüm. Kızım, meşhur Luppo bu mu dedim. Evet amca dedi. Fiyatını sordum. Çok yüksek gelmedi. Paraya kıyıp ver bir tane dedim ve içimde, içim içime sığmayacak(nasıl bir şeyse) şekilde bir sevinç ve mutluluk belirdi. Hemen evin yolunu tuttum.

Akşam yemeğini yer yemez, hafta sonu sokağa çıkma yasağı esnasında yemeyi beklemeden, bir görgüsüzlük yaptım ve içinden nasıl bir şey çıkacak heyecanıyla Luppo'yu özenle açmaya kalktım. Ekmeği, vesair alışverişi bana yaptırtan 18'indeki sokağa çıkma yasaklısı oğlum, "Dur baba! Bu anı ölümsüzleştirelim. Ayrıca sen bunu yazı konusu edinirsin" dedi. Bu fotoyu çekti. Tabi, çekinceye kadar içinde ne var diye içim içimi yedi. Sonunda açtım. Hay Allah! Yabancısı değilmişim bu Luppo'ya. Görüntüsü, ambalajı ve iç dizaynı tanıdık geldi. Bildiğim Halley'miş. Tek farkı, içindeki adedin Halley'den az oluşu. Evdekilerle miras paylaşır gibi kardeş payı yaptık. Payıma düşen Luppo'yu löpür löpür mideme indirdim.

Beni ayıplayıp sen çocuk musun, onu çocuklar yer, hele bu yaşta demeyin. Benim de canım çekmiş olamaz mı? Sonra çocuk ne ise yaşlı da odur. Ayrıca ne varmış yaşımda? Unutmayın ki ne ilk yirmideyim ne de altmış beşin üzerindeyim. Özgür bir bireyim. Luppo almaya bile gidebiliyorum.

Bunu anlatıyorum ki Luppo'nun ne olduğunu bilmeyen ve tatmadığı için merak edeniniz varsa hem öğrensin hem de bir özlemle marketin yolunu tutmasın istedim.

İlerleyen günlerde market ve bakkalların camlarında "Bu iş yerinde Luppo bulunmaktadır" yazar mı, yazar. Bunu bilemiyorum ama Luppo'yu yedikten sonra üzerine sıcağı sıcağına bu yazı çıktı.

Fanatiklerin Arasında Kalmak *

Hayatın en güzel bir o kadar da zor yönü fanatikler arasında kalmaktır. Güzel yanı, aşırı gidenlerin yanında yer almamak, kimseden, hiçbir yerden bir beklenti içerisinde olmadan kendi doğrularınla yaşamaktır, bağımsız düşünmektir. Zor tarafı, fanatikler arasında doğrularının para etmemesidir. Onlara doğrunu anlatamamandır. Anlatamazsın. Çünkü dinlemezler. Konuşmana veya yazına o değilden bir kulak misafiri olurlar veya göz atarlar kendi tarafında değilsen vay haline! Ağzınla kuş tutsan dahi kendini ve doğrunu kabul ettiremezsin. Doğruyu kabul etmemesi problem değil. Çünkü herkesin, beklentilerinden müteşekkil kendi doğruları vardır. Yanında olmadığın için seni kara listeye alır ve mimler. Seni ayrıca muhaliflerin ekmeğine yağ sürüyor diye itham eder.

İki tarafın fanatiklerinin de tek istediği ortada duran, orta yolu tutmuş; doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen özgürlüğün tadına varmış kişileri, kendi saflarına çekmektir. Ya bendensin ya da karşıdansın. Ortası yok bunlar için. Farklı fikre ve bakış açısına tahammülleri yoktur. Çünkü özgün fikre karşıdırlar. Aşırı fanatiklikleri özgün fikir üretmelerine de engeldir. Çünkü bir başkası adına, gönüllü savunmacı rolü üstlenmek bu tiplere fikir ürettirmez. Bir müddet sonra üretmeye kalksalar da  kafaları basmaz artık. Durum böyle olunca aklını, fikrini, hayatını adadığı kişi veya düşünceye teslim ederler. Onların ortaya koyduğu fikir ve düşünceleri ölümüne savunurlar. Tüm savunmaları/fikirleri, kendi tuttuğu tarafı göklere çıkarmaktan, karşı tarafı da yerin dibine batırmak için kötülemekten ibarettir. Konuşurlarken de fanatik olmadıklarını sana bir güzel söylerler. Ortada duran seni de hem nalına hem mıhına vuruyor diye değerlendirirler. Çünkü onlara göre hayat, zıt iki kutuptan ibarettir. Biz ve onlar. Biz iyiliği, güzeli, doğruyu; karşı taraf ise hep kötülüğü temsil eder. Ortada kalmak ve ortada olmak onlar için renksizliktir. Ne şiş yansın ne de kebap yansın yeridir. İki tarafı da memnun etmeye çalışmak demektir. Ortada durmak korkaklığın alametidir. Bu yüzden bir tarafı tutmak gerekir.

Ne zamanki bu ülkede orta yolu tutanların sayısı artar, sözleri dinlenir, fanatikler küçük marjinal bir grup kalır, bu ülkede birçok değer, yerli yerince oturur. İşte o zaman bu ülke normalleşir. Halihazırda sayıları çok olduğu için fanatiklerin borusu ötüyor ve sesleri çok çıkıyor. Ülke de bu yüzden normalleşemiyor zaten.

Hasılı orta yolu tutup fanatik olmayanlar iki arada bir derede kalırlar, arasatta yaşarlar. Ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranırlar. Böyle olsa da orta yolu tutanlar fanatikler arasında aslında bir denge unsurudur. Aşırı uçlar arasında tampon bölge görevi görürler ve en güzel yoldur. 

*22/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.