Ana içeriğe atla

Fanatiklerin Arasında Kalmak *

Hayatın en güzel bir o kadar da zor yönü fanatikler arasında kalmaktır. Güzel yanı, aşırı gidenlerin yanında yer almamak, kimseden, hiçbir yerden bir beklenti içerisinde olmadan kendi doğrularınla yaşamaktır, bağımsız düşünmektir. Zor tarafı, fanatikler arasında doğrularının para etmemesidir. Onlara doğrunu anlatamamandır. Anlatamazsın. Çünkü dinlemezler. Konuşmana veya yazına o değilden bir kulak misafiri olurlar veya göz atarlar kendi tarafında değilsen vay haline! Ağzınla kuş tutsan dahi kendini ve doğrunu kabul ettiremezsin. Doğruyu kabul etmemesi problem değil. Çünkü herkesin, beklentilerinden müteşekkil kendi doğruları vardır. Yanında olmadığın için seni kara listeye alır ve mimler. Seni ayrıca muhaliflerin ekmeğine yağ sürüyor diye itham eder.

İki tarafın fanatiklerinin de tek istediği ortada duran, orta yolu tutmuş; doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen özgürlüğün tadına varmış kişileri, kendi saflarına çekmektir. Ya bendensin ya da karşıdansın. Ortası yok bunlar için. Farklı fikre ve bakış açısına tahammülleri yoktur. Çünkü özgün fikre karşıdırlar. Aşırı fanatiklikleri özgün fikir üretmelerine de engeldir. Çünkü bir başkası adına, gönüllü savunmacı rolü üstlenmek bu tiplere fikir ürettirmez. Bir müddet sonra üretmeye kalksalar da  kafaları basmaz artık. Durum böyle olunca aklını, fikrini, hayatını adadığı kişi veya düşünceye teslim ederler. Onların ortaya koyduğu fikir ve düşünceleri ölümüne savunurlar. Tüm savunmaları/fikirleri, kendi tuttuğu tarafı göklere çıkarmaktan, karşı tarafı da yerin dibine batırmak için kötülemekten ibarettir. Konuşurlarken de fanatik olmadıklarını sana bir güzel söylerler. Ortada duran seni de hem nalına hem mıhına vuruyor diye değerlendirirler. Çünkü onlara göre hayat, zıt iki kutuptan ibarettir. Biz ve onlar. Biz iyiliği, güzeli, doğruyu; karşı taraf ise hep kötülüğü temsil eder. Ortada kalmak ve ortada olmak onlar için renksizliktir. Ne şiş yansın ne de kebap yansın yeridir. İki tarafı da memnun etmeye çalışmak demektir. Ortada durmak korkaklığın alametidir. Bu yüzden bir tarafı tutmak gerekir.

Ne zamanki bu ülkede orta yolu tutanların sayısı artar, sözleri dinlenir, fanatikler küçük marjinal bir grup kalır, bu ülkede birçok değer, yerli yerince oturur. İşte o zaman bu ülke normalleşir. Halihazırda sayıları çok olduğu için fanatiklerin borusu ötüyor ve sesleri çok çıkıyor. Ülke de bu yüzden normalleşemiyor zaten.

Hasılı orta yolu tutup fanatik olmayanlar iki arada bir derede kalırlar, arasatta yaşarlar. Ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranırlar. Böyle olsa da orta yolu tutanlar fanatikler arasında aslında bir denge unsurudur. Aşırı uçlar arasında tampon bölge görevi görürler ve en güzel yoldur. 

*22/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde