Ana içeriğe atla

Namütenahi İnfaz Yasaları *

Adı ister af yasası, ister ceza indirimi, ister infaz yasası olsun, adil yargılama sonucu, suçu sabit görülmüş ve meri kanuna göre ceza almış ve cezası onanmış her kim ve suçu ne olursa olsun, mahkumların cezaevinden çıkmasına yönelik yapılan her bir düzenleme, adalet dağıtmaktan ve adaleti tesis etmekten uzaktır. Bugüne kadar mahkumların salıverilmesine yönelik değişik adlarla çıkarılmış ne kadar düzenleme yapıldıysa hiçbirinde bir kamu yararı oluşmadı. Yapılan bu düzenlemelerden halkın kahir ekseriyeti, özellikle suçun mağdur kesimi hiç hoşnut olmadı. Cezaevinden çıkanların çoğu yeniden suça karıştı. Buna rağmen Meclisimiz bu tür yasaları çıkarmaktan geri durmadı. 

Bir faydaya haiz olmadığı gibi zararının daha fazla olduğuna dair toplumun kahir ekseriyetinde bir konsensüs olmasına rağmen seçim vaadi, “kader mahkumları” veya hapishanelerin doluluk oranını düşürme gerekçesiyle çıkarılan her bir infaz yasası, “Problem değil, sen suç işle, ben arkandayım” demek olup suça teşvik anlamına gelir. Buna rağmen siyasi partilerimiz ve içimizden seçerek gönderdiğimiz vekillerimiz, bu tür düzenlemelere niçin alet olurlar, çok anlamış değilim.

Meclisin başta af olmak üzere bir ceza indirimi düzenleme yetkisi olsa da bu hak ve yetkiyi kullanmamalı. Kullanacaksa da devlete karşı işlenmiş kabul edilen suçlarda bir tasarrufa gitmelidir. Şayet vekiller, verilen bu hakkı biz, tepe tepe kullanırız düşüncesiyle hareket ediyorlarsa yaptıkları tasarrufla mahkumları salabilirler ama halkın maşeri vicdanında kendilerini mahkum etmiş olurlar. Çünkü bu tür düzenlemelerde birden fazla taraf vardır. Orta yerde bir suç varsa suçlu vardır, aynı zamanda suçlunun mağdur ettiği kesim vardır. Bir düzenlemeye imza atarken işlenen suçlardan mağdur olan kesimleri de dikkate almak gerekir. Çünkü esas affetme yetkisi onlardadır. Eğer Meclis bir düzenlemeye ihtiyaç duyuyorsa çıkaracağı kanun için mini bir halkoylaması düşünebilirdi. Bu oylamaya suçun mağdurları katılır. Oylamanın sonucunda mağdurlar, kendilerini mağdur edenleri affederse bu düzenlemenin başımız üstünde yeri vardır.  Kimsenin söyleyecek sözü olmaz.

Meclis, bir hak ve yetki kullanacaksa cezaların caydırıcı olmasına dair düzenlemeye imza atmalıdır. Maalesef bugüne kadar çıkarılan yasalar, caydırıcı olmadığı için suç oranlarında düşme de olmuyor, cezaevlerimiz yine hınca hınç doluyor. İçeride yatanların çoğu da aldığı ve yattığı cezadan dolayı pişmanlık duymuyor ve cezaevinden çıktıktan sonra da  kendisine çeki-düzen vermiyor. Hasılı yapılan onca düzenlemeye rağmen bu adalet anlayışımız, adalet dağıtmadığı gibi sürekli suç üretmeye devam ediyor. Bunda da en büyük pay Meclisindir. Ya adam gibi herkese şamil, her devre uygun kanun çıkaramıyor ya da değişik saiklarla çıkardığı kanunların arkasında durmuyor.

Ezcümle, bizim adımıza yetki kullanan devlet ve Meclis, suçluları korumaya yönelik adımlardan vazgeçmelidir. Adalete olan güveni yok eden bu tasarrufların, halkın kahir ekseriyetinde bir karşılığı olmadığı için sosyal barışa da katkısı yoktur. Unutmayalım ki çıkarılan ve çıkarılacak her bir infaz düzenlemesi, MEB’in yıllar yılı eğitim ve öğretimde uyguladığı mantığa benzer. Nasıl ki MEB, eğitim ve öğretimin içinde tutayım, onları topluma kazandırayım düşüncesiyle okullardaki başarısız ve okulların altını üstüne getiren, haylaz öğrencileri korumaya yönelik adımlar atıyor ve olan okullardaki masum ve bir hedefi olan çocuklara oluyorsa infaz düzenlemeleriyle de bilerek veya bilmeyerek suçlular korunmuş oluyor. Burada da olan suçun mağdurlarına ve topluma oluyor. Sonuçta eğitim ve öğretimimiz de yerlerde sürünüyor, adaletimiz de… Keşke suçluları korumak adına adımlar attığımız kadar dışarıdaki masum ve mağdurları korumaya yönelik adımlar atabilseydik…Yine okullarda “Ben okumak istemiyorum” diyenleri zorla sınıf geçirterek onları korumaya çalıştığımız kadar -ki bu mantık ile onlara da kötülük yapılıyor- bir hedefi olan, başarılı çocuklara yönelik adımlar atabilseydik…

*17/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde