Ana içeriğe atla

İyi ve Kötüde Sınavımız ***

Eski Türk filmlerinde, köyden şehre gelmiş, bir başına dolaşırken kızın etrafına bir kötü dadanır. Kıza tecavüz edeceği zaman bizim başroldeki aktör; kızı kötünün elinden kurtarır. Ki olması gereken de bu.

Bu sahneyi izleyen biz kıza acır, tecavüzcüye kızarız. Aktörümüz kötüye vurdukça vur vur sesleriyle sinema salonlarını çınlatırız.

Mağdur kız, oğlana teşekkür eder. Bundan sonra kız ile oğlan arasında bir dostluk başlar. Kız, oğlanın yaptığı bu iyiliği hiç unutmaz. Çünkü kızın namusunu kurtarmıştır oğlan.

Gel zaman git zaman sonra, aralarında bir nikah ve düğün olmadan kız, kurtarıcısı erkeğe gönüllü olarak kendisini teslim eder.

Sahnenin birinci safhasında cereyan eden olayla ikinci sahnesinde cereyan eden olay, sonucu itibariyle aynı kapıya çıkar. İkisi de nikahsız bir araya gelmektir. Dinimizde her ikisi de zinadır, ahlak ve örfümüz de her ikisini tasvip etmez. Tek farkı, kız birinci sahneden memnun değil. Çünkü rızası yok. İkinci sahneden ise memnundur. Çünkü karşılıklı rıza vardır.

Hasılı biz, birinci sahneye kızarız. Çünkü fiili işleyen adam kötü roldedir. İkinci sahneyi alkışlarız. Çünkü kız bizim, oğlan bizim. Bu işi başkası yaparsa kötü, bizimki yaparsa iyi. Bu nasıl bir ruh hali ve anlayış ise bizim mayamıza işlemiştir.

Çoğumuza tanıdık gelen filmlerde işlenen bu sahneler, bize öyle işlemiş ki aynı durum gündelik hayatımızda da hız kesmeden bir anlayış olarak devam ediyor. Birbirine kutuplaşan, birbirine karşı iyice bilenen, birbirinin varlık sebebi olan kesimler, aynı sahneyi bıkıp usanmadan gündelik hayatta oynuyorlar. Filmlerden farkı, filmde rol gereği oynanan bu oyun, gündelik hayatımızda sahiden oynanıyor. Bir diğer farkı; filmde kim iyi rolde, kim kötü rolde hepsi bellidir. Seyirci de iyi ve kötü rolde hemfikirdir. Herkes iyi roldeki aktörleri destekler. Fanatik kesimlerin oynadığı hayat hikayesinde roller zaman zaman değişiyor, bazen bir kesim bazen diğer kesim, iyi veya kötü oluyor. Her kesim kendini ve yaptıklarını iyi görürken diğer kesimi kötü olarak görüyor. Hatta bu fanatikliği o kadar ileriye götürüyoruz ki bir suçtan hareketle suçun ferdiliği prensibini bir tarafa bırakarak tikelden tümele gidiyor ve eylemin işlendiği mahalledeki kesimin, tümden böyle olduğuna dair bir hüküm bile veriyoruz.

Sözü fazla uzatmadan bir somut örnek vererek ne demek istediğim daha net anlaşılsın isterim. Zaman zaman bir yurt veya sokakta taciz olayı patlak verir. Taciz tacizdir, kim yaparsa cezasını çeksin denmez. Önce bu eylem kimin mahallesinde, kim tarafından gerçekleştirilmiştir, buna bakılır. Bir kesim bu olayın üzerine giderken diğer kesim kah sessizliğe bürünür kah görmezden gelir kah savunmaya kalkar. Tüm bunlara rağmen olay hala sıcaklığını koruyor ve tacizin üzerine gidiliyorsa karşı kesimin geçmişte yaptığı tacizler servis edilir. Daha önce siz de böyle yaptınız, ne çabuk unuttunuz, bu konuda siz de çok masum değilsiniz, denir. Gün gelir, bir tacizci de öbür kesimin içinden çıkar. Bu sefer roller değişir. Biri savunmaya geçerken diğeri saldırıya geçer. Bu durum yolsuzluk, rüşvet, kayırmacılık vs hayatın her alanında işlenen suçlarda aynıdır. Suça, suçluya ya da iyi veya kötüye bakışımız kimin işlediğine göre değişir. İyilik yapan bizdense  göklere çıkarırken  bizden olan kötülük yapanı koruruz. Gerekirse niçin yaptığına dair gerekçeler üretiriz. Bu durum tüm kesimlerde böyledir. O yüzden iyi ve kötü net değil bizde. Netliği, bizden olup olmamasına bağlıdır. Bizden olanı ezdirmemek ve yıprattırmamak için gerekirse tüm değerlerimizi çiğneyerek savunuruz.

Sonuç olarak kendi kesiminden biri bir suça karışmışsa kol kanat gerilecek, düşmana ezdirilmeyecek. Karşı kesimden biri suç işlemişse topyekun bir saldırıya geçilecektir. Bu yüzden tüm kesimler iyilik ve kötülükte, suç ve suçluyla mücadelede sınıfta kalmıştır. Her kesimde kendi kesimi ne yapıyorsa iyidir, karşı taraf ne yapıyorsa kötüdür anlayışı hakim. Maalesef tarafgirlik, kötüyü savunacak kadar gözlerimizi kör etmiştir.

Suç ve suçluyla samimi olarak mücadele etmek istiyorsak iyi ve kötü ortak değerimiz olmalı. Suçlu hangi kesimden olursa olsun, suçun ferdiliği prensibi gereği, o kesimi tümden suçlamaktan kaçınmalıyız. Suçu işleyen hangi mahallenin ferdi ise kimse arkasında durmamalıdır ve hak ettiği cezayı almalıdır.

***21/04/2020 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde