Ana içeriğe atla

Meslek Gruplarının Onuruyla Oynamak **

Meslekleri biz parasına, itibarına, çalışma şartlarına, riskli-risksiz, önemli-önemsiz, masa başı iş, gözde ve aranan meslekler olarak görüyor ve değerlendiriyor olsak da insanın ve diğer canlıların ihtiyaç duyduğu her meslek önemlidir. Zamanın şartlarına ve teknolojiye göre bazı meslekler, yok olup veya gözden düşse de her meslek, zamanında önemli bir görevi yerine getirmiştir. Aynı meslek grubundan o mesleği icra edenlerin iş bulma ve iş yapma konusunda zorlanmaları, o meslek grubunun önemsizliğinden değil, ihtiyacın ötesinde kişinin, aynı mesleğe yönelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu da ihtiyaca göre meslek erbabı plânlaması yapamayışımızdan kaynaklanmaktadır.

Anlatmak istediğim, ihtiyaç olan meslekler daha gözde meslekler olsa da her meslek önemli ve kutsaldır. Her mesleğin de kendine özgü çalışma şartları vardır. Bazısı mesaiye tabi, bazısı mesai harici çalışmayı gerektirir, bazısı esnek çalışma şeklinde yerine getirilir. Bazı meslekler daha dikkat isteyen meslek iken bazısının çalışma şekli daha rahat olabiliyor. Durum bu iken çoğu kimse, kendi icra ettiği meslek ve görevinin daha önemli ve zor olduğunu, bazı meslek erbabının hiçbir iş yapmadığını, bedavadan para aldığını değişik platformlarda dillendirmektedir. Bu tür dillendirmeler o meslek erbabını ister istemez üzmektedir. Ne demek istediğimi bir iki örnek vererek izah etmek isterim:
·         "Şu öğretmenler yok mu? Yılın altı ayı tatil yapıyorlar. Hep yatıyorlar, yattıkları yerden para kazanıyorlar". (Öğretmenlerin tatili kişiden kişiye değişiyor: Kimi 3, kimi 4 ay tatil. Aslında öğretmenlerin yıllık tatilleri toplamda 2,5 aydır. Ama koronavirüs dolayısıyla okullar tatil edilince yazın bir telafi eğitimi yapılmazsa öğretmenler ilk defa 4,5 ay tatil yapmış olacaklar. Birçok meslek grubu yaşadığımız bu salgın ortamında tatil yapıyor iken yaşlılara hizmet etmek amacıyla görev yapan öğretmenler de var.)
·         "İmamlar ne iş yapıyorlar ki… hiçbir iş yapmıyorlar. Tüm gün boşlar. Hazır camilerde namaz da kıldırmadıklarına göre koronavirüs dolayısıyla evlerinden çıkamayanların ihtiyaçlarını imamlar gidersin" şeklinde ses çıkartanlar oluyor. (Sadece kıldırdıkları beş vakit hesabı yapılınca mantık doğru olabilir ama camilerde görevli olanlar, bir vakit görevini yerine getirdikten sonra diğer vakti beklemek zorunda ve camisinin civarından uzaklaşamıyor. Yani kendini bir yere bağlamış oluyor. Bu bağlanma, ara boşluklara rağmen tüm günü kapsıyor. Nereden bakıldığına bağlı. Bir bakışa göre tüm günleri boş, diğer bakışa göre tüm günleri dolu. Ayrıca yaşadığımız bu olağanüstü durum dolayısıyla oluşturulan vefa gruplarında gönüllü olarak görev yapan din görevlileri var.)

Başka örnekler de verebilirim. Çünkü eleştirilen meslek grubu çok. Ama en fazla eleştirilen meslek gruplarının başında, öğretmen ve cami görevlileri gelmektedir. Her meslek grubunun çalışma şartları ve mesaileri farklı olabildiği gibi bu iki meslek grubunun da çalışma şartları ve mesaileri farklıdır. Öğretmen ve din görevlilerinin mesaileri eleştirilebilir. Ne şekilde olması gerektiğine dair Milli Eğitim Bakanlığına ve Diyanet İşleri Başkanlığına öneriler* de sunulabilir. Eleştiri ve öneriye eyvallah ama bunun muhatabı, öğretmen ve din görevlileri değildir. Bağlı oldukları kurumlarıdır. MEB veya DİB, farklı bir mesai düzenlemesi yaptı da öğretmen ve din görevlileri, biz bu mesaiyi kabul etmiyor mu diyorlar da öğretmen ve din görevlileri yatarak para kazanıyor eleştirisi yapılıyor. Maalesef bu tür eleştiriler, bu iki meslek sahiplerini üzmektedir.

*Benim bu iki meslek grubu için önerim: Dersi olsun veya olmasın öğretmenlere, hafta içi her gün okulda olacak şekilde bir düzenleme yapılabilir. (09.00-16.00 arası gibi) Bu da tam gün eğitim demektir. Derslik ihtiyacından dolayı hala birçok yerde ikili öğretim yapılıyor iken bu önerinin şimdilik uygulanabilmesi mümkün değildir.
Beş vakit namazın dışında imam ve müezzinlere, camide ifa edebilecekleri mesai saatleri konabilir. (09.00-12.00 veya 10.00-15.00 gibi)

**19/04/2020 tarihinde Kahta Söz'de yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde