Ana içeriğe atla

Temizlik Hastalığına Dikkat! *


1979 yılında orta birinci sınıf öğrencisi iken Türkçe dersimize giren bir kadın öğretmenimiz vardı. Sınıfa geldiğinde sınıfın kapı koluna dokunmaz, dokunmak zorunda kalırsa da kapıyı, elinde sürekli bulundurduğu kağıt mendil ile açardı. Öğretmen masa ve sandalyesi temiz olduğu halde çantasından çıkardığı peçete ile kendisi tekrar temizlerdi. Bize zaten dokunmazdı. Maazallah bizden kendisine mikrop bulaşabilirdi.  Temiz değil, tertemiz bir kadındı anlayacağınız.
*
2000 öncesi Güneydoğu’nun bir ilinde görev yaparken bir ramazan günü bazı erkek meslektaşlarımı evime iftara davet etmiştim. Birlikte akşam ezanının okunmasını beklerken en son davetlimiz, eşiyle birlikte davetimize icabet etti. Ben meslektaşımı diğer misafirlerin bulunduğu odaya aldım. Daha sonradan eşimin anlattığına göre davetlinin eşi içeriye girer girmez mutfağa geçmiş. Göz ucuyla mutfaktaki yemeklere, yemeklerin tabaklara servis edilişine bakmış, mutfağın temiz ve hijyen olup olmadığını bir güzel inceledikten sonra temizlikten geçer not almış olmalıyız ki kendisi için hazırlanan sofraya lütfedip oturmuş. Yemeklerimiz ne kadar içine sindi, içi ne kadar götürdü bilinmez.

Bir başka zaman iftar davetime eşiyle birlikte en son icabet eden arkadaş “Hocam, hep sizlerin evinde oturuyoruz, bir akşam çayını da bizde birlikte içelim” dedi. Israrı üzerine birkaç erkek arkadaş evine gittik. Otururken idrar yollarında sorunu olan bir arkadaş ev sahibine, “Lavabonuz müsait ise kullanabilir miyim” dedi. Arkadaş lavaboya gittikten sonra evin kadınının ağlama sesi, oturduğumuz odayı da kapladı. Biz kalkıncaya kadar da sesli bir şekilde ağlamaya devam etti. Lavabodan gelen arkadaş bir ara “Hocam, yengenin bir rahatsızlığı mı var? Niye ağlıyor” dedi. Ev sahibi, “Yok bir şeyi. O, zaman zaman böyle ağlar” dedi. Birlikte oturduklarımız, durduk yere bu ağlamaya bir anlam veremese de ben meseleyi anlamıştım. Yenge hanım, ev dışından gelen biri tarafından WC ve lavabosunun kirletildiğine ağlıyordu. Çünkü evime iftara geldiğinden biliyorum. Temizlik konusunda normalin üzerinde bir hassasiyete sahipti.
*
Dört yıl önce tanıdığım bir kadın var. Evine haftada birkaç defa temizlikçi gelir. Ev tepeden tırnağa temizlenir. Temizlikçi ile birlikte evin kadını da çalışır. Onun görevi evde ne kadar giyilen, giyilecek olan; kirli veya temiz elbise varsa balkona tek tek çıkartmaktır. Çamaşırı önce tersinden, sonra düz tarafından dakikalarca çırpar. Bu eylem, sadece kirli çamaşırlar için değil; hem kirli hem de yıkanan çamaşırlar için tekrarlanır. Evin, kullanılan ve kullanılmayan diğer eşyaları da aynı şekilde balkondan rutin bir şekilde çırpılır, tertemiz yapılır.
*
Çevrenizde “Ellerimi yıkamasam duramam, kıyafetlerimi temiz olduğuna inanana kadar yıkıyorum, bulaşık makinesi benden iyi temizleyemez, kapı kollarına dokunamam, başkasının evinde tuvalete giremem” (sabah.com.tr) şeklinde takıntısı olanlar eksik olmaz. Halk arasında “Temizlik hastalığı” olarak adlandırılan bu hastalığa tıp dilinde, “obsesif kompulsif kişilik bozukluğu" (OKB) deniyormuş. “Takıntılı şekilde temizlik tutkunluğu, her şeyin kirli olduğu hissine inanma ve her şeyi sürekli yıkama, silme gibi eylemlerin sürekli tekrarlanması, temizlik hastalığı olarak adlandırılır. Bunun altında yatan sebep anksiyete bozukluğu, şüphecilik ve emin olamama hissi, saplantılı düşüncelerdir. Diğer tüm takıntılarda olduğu gibi aynı süreci izler. Kişi bu bozuklukların mantık dışı olduğunu bildiği halde kendi davranışlarını engelleyemez. İstem dışı davranışlarını sürekli tekrarlayarak engellemeye çalışır. Saplantılı düşünceden kurtulmaya ve unutmaya çaba gösterir. Fakat başarılı olamaz. Örneğin, elini yıkadığı halde emin olamadığı için tekrar yıkar, sürekli ev temizliği yapar, misafirin ardından misafirin kullandığı her şeyi yeniden temizler, zamanın çoğunu temizlik yaparak geçirir, kirli olduğunu düşündüğü her nesneyi kullanmadan önce yeniden yıkar…vs. (sabah.com.tr)

Her yüz kişiden iki kişide -daha çok kadınlarda- görülen bu hastalığın tedavi edilebilir olduğunu, tedavi edilmediği takdirde kendisi ciddi sağlık problemleri yaşadığı gibi bu durumdan çevresindekiler de etkilenebilir diyor Dr. Mehmet Yavuz: “Öncelikle kişinin sosyal ve iş yaşantısı bozulur. Aşırı temizlik tutkusundan ötürü çevresindeki arkadaşları evine gelmek istemeyebilir. Kendisini bu durum karşısında mutsuz hisseder. Aynı zamanda bu tarz hastalıklarda kişi en çok kendisine zarar verir. Zamanın çoğunu temizliğe ayırdığı için zaman kaybı yaşar, diğer yapması gereken hiçbir şeye konsantre olamaz. Gerek ev ve sosyal çevresiyle gerekse iş ortamı ile ilişkileri bozulur. İş performansı önemli derecede olumsuz etkilenir. Evli ise eşi ve çocuğu ile iletişim bozukluğu yaşar. Kendisini temizlik yaparak sürekli hırpalar, günün sonunda yorgun ve bitkin düşer. Bir dönem sonra kişi bedensel olarak da belirli rahatsızlıklara zemin hazırlamış olur”. (sabah.com.tr)

Temizlik hastalığına yakalanmış kişileri ayıplamıyorum. Çünkü bir takıntı durumu söz konusudur. Burada sözlerime son verirken kadınlar temizlik konusunda çok titizdir. Bu titizliğin bir ileri evresi temizlik hastalığıdır. Kişiye ve birlikte yaşadıklarına hayatı zindan eden bu hastalığa değinmemin sebebi, bizi bundan sonra bekleyen tehlikeye işaret etmektir. Çünkü koronavirüs hastalığına yakalanma riski dolayısıyla toplumumuzun tamamı temizlik konusunda çok hassaslaştık. Ümit ederim ki salgından kaynaklanan temizlik konusundaki bu titizliğimiz ve takıntımız, koronavirüs sonrasına sirayet etmez. Eğer sirayet ederse virüs kadar tehlikeli bir hastalıkla karşı karşıya kalacağız demektir. Üstelik bu hastalığın tedavisi koronavirüs tedavisinden daha zor olur ve kalıcı iz bırakır. Hasta oranımız da yüzde ikide kalmaz. Erkekler de bu yolun yolcusu olabilir. Titizliğimiz, ileride hayatı zindan edecek şekilde bağımlılık yapmasın. Covit-19 belasından sonra yeni bir bela ile yüz yüze kalmayalım. Aman dikkat!

*20/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde