Her
bir insan özeldir. Bakmayın fiziki olarak birbirimize benzediğimize. Özel biri
olduğumuz, çocukluğumuzda kendini gösterir. Bu tespitin doğruluğunu, birlikte
yaşadığınız veya bir süre gördüğünüz küçük bir çocuğu izleyerek test
edebilirsiniz. Gördüğünüz çocuk öyle güzel, öyle farklı ve orijinal sorular
sorar, kendine özgü öyle cevaplar verir, öyle hareketler yapar ki şaşırır kalır
ve hayranlığınızı ifade etmekten kendinizi alamazsınız. Çocuğun çok akıllı,
zeki, farklı ve özel biri olduğunu anlarsınız. Sadece bu gördüğünüz değil, tüm
çocuklar özeldir. Aslında biz büyükler de küçükken bu özel çocuklardan biri
idik.
Küçüklüğünde,
çocuğu özel kılan etkenlerin başında, aile ortamında teneffüs ettiği sevgi
ortamı gelir. Çünkü hemen hemen her çocuk sevgi ile beslenir. Bu sevgi ortamı,
çocuğun alabildiğine doğal davranmasını doğurur. Bu doğallıkta rol yoktur. Kişinin
olduğu gibi davranmasıdır. Çocuk çikolata, oyuncak gibi küçük beklentiler
dışında büyük beklenti içerisine girmez. Hata yaparsam dışlanırım, hayatım
kararır endişesi taşımaz, başkası ne der demez. Gösterilen sevgi ve ilgiye
paralel olarak içinden geldiği gibi konuşur ve hareket eder.
Kendisini
izleyen büyüklere mutluluk veren, onları eğlendiren, onlara hoşça vakit
geçirten bu özel çocuklar, büyüyünce nasıl birbirlerine benzemeye başlıyorlar?
Her yönüyle özel olan bu çocuklar, büyüdükçe nasıl oluyor da alelade biri olup
çıkıyorlar? Bu durumun enine boyuna incelenmesi gerekir. Bana göre “Ah, bir
büyüsem, neler neler yaparım” diyen bu özel çocuklar, büyüdükçe hayatın öbür
yüzünü görmeye başlıyorlar: Şiddeti, azarlanmayı, ayıplanmayı, dışlanmayı, yadırganmayı;
mazeret üretmeyi, tembelliği, rahata düşkünlüğü, menfaat ve çıkarı; torpili,
yalanı, haksızlığı, haksızlığa karşı sessiz kalınma gibi ne kadar olumsuz durum
varsa görüyorlar. Aykırı hareket edenlerin, farklı görüş serdedenlerin ve
yapılan haksızlıklara karşı çıkanların başlarına neler geldiğini de yaşayarak
bir güzel öğreniyorlar. Tüm bunları düzeltemeyeceklerini, haksızlıklara karşı
çıktıkları takdirde yalnız kalacaklarını, başkasının başına gelen akıbetin,
kendilerinin de başına geleceğini düşünmeye başlıyorlar ve büyüdüklerine pişman
oluyorlar. Ardından hesap kitap yapmaya başlıyorlar. Şöyle yapar veya böyle
yaparsam dışlanırım, ayıplanırım. Ne olur ne olmaz, başıma bir şey gelir, hedef
ve beklentilerimi gerçekleştiremem endişesiyle, kendisini farklı kılan ve özel
olmasını sağlayan yönlerini törpülemeye başlıyorlar. İçlerine sinmese de uydum
kalabalığa diyerek sürü psikolojisi ile hareket etmeyi yeğliyorlar. Bu endişe
ve korku; kişiyi önce sessizliğe büründürüyor, ardından bulduğu sürünün içine
itiyor ve bir müddet sonra sürüye uyum sağlıyor. Tüm bu süreç, kişiyi kendisi
olmaktan uzaklaştırıyor, onun özel kişiliğini yok ediyor ve milyonlarca kişiden
biri haline getiriyor. Çocukluğundaki özel çocuğu ara ki bulasın.
Sürünün
bir parçası olduktan sonra önlerine konan ev ödevi; önünde bulduğu yerleşik
düzene karşı çıkmamak, sürüden ayrılmamak, büyüklerin gittiği yoldan gitmek, onların
dediğini ve yaptığını yapmak, su akarken -kazan kazan prensibi gereği- testiyi
doldurmaktır. Ait hissettiği kişi, grup, camia her kim ise kendinden hiçbir şey
katmadan onların görüşlerini savunmak ve yaymaya çalışmaktır.
Bir
gün tüm yaptıklarından pişmanlık duyup gittiğim yol, yol değil; ben özüme,
gerçek kişiliğime döneceğim dese de başarılı olamaz. Çünkü alelade bir insandır
artık.
*27/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
*27/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder