Ana içeriğe atla

Özelliğimizi Ne Zaman/Nasıl Kaybederiz? *

Her bir insan özeldir. Bakmayın fiziki olarak birbirimize benzediğimize. Özel biri olduğumuz, çocukluğumuzda kendini gösterir. Bu tespitin doğruluğunu, birlikte yaşadığınız veya bir süre gördüğünüz küçük bir çocuğu izleyerek test edebilirsiniz. Gördüğünüz çocuk öyle güzel, öyle farklı ve orijinal sorular sorar, kendine özgü öyle cevaplar verir, öyle hareketler yapar ki şaşırır kalır ve hayranlığınızı ifade etmekten kendinizi alamazsınız. Çocuğun çok akıllı, zeki, farklı ve özel biri olduğunu anlarsınız. Sadece bu gördüğünüz değil, tüm çocuklar özeldir. Aslında biz büyükler de küçükken bu özel çocuklardan biri idik.

Küçüklüğünde, çocuğu özel kılan etkenlerin başında, aile ortamında teneffüs ettiği sevgi ortamı gelir. Çünkü hemen hemen her çocuk sevgi ile beslenir. Bu sevgi ortamı, çocuğun alabildiğine doğal davranmasını doğurur. Bu doğallıkta rol yoktur. Kişinin olduğu gibi davranmasıdır. Çocuk çikolata, oyuncak gibi küçük beklentiler dışında büyük beklenti içerisine girmez. Hata yaparsam dışlanırım, hayatım kararır endişesi taşımaz, başkası ne der demez. Gösterilen sevgi ve ilgiye paralel olarak içinden geldiği gibi konuşur ve hareket eder.

Kendisini izleyen büyüklere mutluluk veren, onları eğlendiren, onlara hoşça vakit geçirten bu özel çocuklar, büyüyünce nasıl birbirlerine benzemeye başlıyorlar? Her yönüyle özel olan bu çocuklar, büyüdükçe nasıl oluyor da alelade biri olup çıkıyorlar? Bu durumun enine boyuna incelenmesi gerekir. Bana göre “Ah, bir büyüsem, neler neler yaparım” diyen bu özel çocuklar, büyüdükçe hayatın öbür yüzünü görmeye başlıyorlar: Şiddeti, azarlanmayı, ayıplanmayı, dışlanmayı, yadırganmayı; mazeret üretmeyi, tembelliği, rahata düşkünlüğü, menfaat ve çıkarı; torpili, yalanı, haksızlığı, haksızlığa karşı sessiz kalınma gibi ne kadar olumsuz durum varsa görüyorlar. Aykırı hareket edenlerin, farklı görüş serdedenlerin ve yapılan haksızlıklara karşı çıkanların başlarına neler geldiğini de yaşayarak bir güzel öğreniyorlar. Tüm bunları düzeltemeyeceklerini, haksızlıklara karşı çıktıkları takdirde yalnız kalacaklarını, başkasının başına gelen akıbetin, kendilerinin de başına geleceğini düşünmeye başlıyorlar ve büyüdüklerine pişman oluyorlar. Ardından hesap kitap yapmaya başlıyorlar. Şöyle yapar veya böyle yaparsam dışlanırım, ayıplanırım. Ne olur ne olmaz, başıma bir şey gelir, hedef ve beklentilerimi gerçekleştiremem endişesiyle, kendisini farklı kılan ve özel olmasını sağlayan yönlerini törpülemeye başlıyorlar. İçlerine sinmese de uydum kalabalığa diyerek sürü psikolojisi ile hareket etmeyi yeğliyorlar. Bu endişe ve korku; kişiyi önce sessizliğe büründürüyor, ardından bulduğu sürünün içine itiyor ve bir müddet sonra sürüye uyum sağlıyor. Tüm bu süreç, kişiyi kendisi olmaktan uzaklaştırıyor, onun özel kişiliğini yok ediyor ve milyonlarca kişiden biri haline getiriyor. Çocukluğundaki özel çocuğu ara ki bulasın.

Sürünün bir parçası olduktan sonra önlerine konan ev ödevi; önünde bulduğu yerleşik düzene karşı çıkmamak, sürüden ayrılmamak, büyüklerin gittiği yoldan gitmek, onların dediğini ve yaptığını yapmak, su akarken -kazan kazan prensibi gereği- testiyi doldurmaktır. Ait hissettiği kişi, grup, camia her kim ise kendinden hiçbir şey katmadan onların görüşlerini savunmak ve yaymaya çalışmaktır.

Bir gün tüm yaptıklarından pişmanlık duyup gittiğim yol, yol değil; ben özüme, gerçek kişiliğime döneceğim dese de başarılı olamaz. Çünkü alelade bir insandır artık.

*27/04/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde