Ana içeriğe atla

Bu Tanrı Misafirini Ağırlamaya Kim Hazır?

                     "Dilimin ucuna bağla!"
Meteorolojinin pek takip edilmediği, takip edilse de yalancı kabul edildiği, eşeğin vazgeçilmez tek ulaşım aracı olduğu zamanın behrinde biri, bir başka köye ziyarete gider. Köylü, Tanrı misafirinin ziyaretinden pek hoşnut kalır. Onu hoş tutmak için misafirperverliğini gösterir, hizmette kusur etmez. Aynı hizmeti ahırda bağlı eşeğe de gösterirler. 

Bugün yarın derken gördüğü ilgi ve alaka karşısında misafir, ziyaretini uzatır. Artık gideyim derken kış aniden bastırır. Eski kışlardan bir kış olur. Yağan kar erimeden üzerine bir daha bir daha kar yağar. Yollar kapanır. Gidilecek gibi değildir. Misafir köyün misafirhanesinde, eşek de ahırda kala kalırlar. 

Köylü, hava muhalefetinden gidemeyen misafirlerine bakmaya devam eder. Tanrı misafiri ne de olsa. Sonra gidilecek gibi değil. Hem yollar kapalı hem de karın ardından gelen kuru ve soğuk ayaz da kışın olmazsa olmazı. Bu durumda karın erimesi beklenecek mecburen.

4-5 ayın ardından, nihayet karlar erimeye başlar. Kaç aydır köyün bir ferdi olan misafir, "Dostlar! Her şey için teşekkür ediyorum. Nice zamandır bana baktınız. Gördüğünüz gibi karlar erimeye başladı, yollar açıldı. Bu demektir ki bana yol göründü. Yolcu yolunda gerek. Karanlık bastırmadan köyüme varayım. Getirin şu eşeğimi" der. Köylüde içten içe bir sevinç belirir. Ama bu sevinci belli etmezler. Zira misafire ayıp etmiş olurlar. İçlerinden biri koşarak ahıra gider, yularından tuttuğu gibi eşeği getirir. 

Aylarca ekmek elden, su gölden yaşayan Tanrı misafiri, eşeğin yularından tutar, kendisini uğurlamaya gelen köylüyle tek tek kucaklaşır. (Çünkü o zamanlarda sosyal mesafe yoktur) ve "Kalın sağlıcakla!" der demez, köyün ileri gelenlerinden biri nezaketen "Kalsaydın" der. Elinde yular, eşeğe binmeye çalışan Tanrı misafir, bu sözden pek memnun kalır. Sözün sahibine döner: "Madem ısrar ediyorsunuz, kalayım. Eşeği nereye bağlayayım" diyerek eşeğin yularını uzatır. Beklemedikleri bu durum karşısında köylü dona kalır ve ne diyeceğini şaşırır. Ama Tanrı misafirine birinin bir şey söylemesi gerek. Söz de misafire kalaydın diyene düşer. Önce dilini çıkarır, eliyle dilini gösterir ve "Şudilimin ucuna bağla" diye cevap verir.

Misafir ne kadar kaldı, misafire kal diyene köylü ne yaptı bilinmez. Çünkü hikaye burada biter. Bilinen tek şey, misafir ekmek elden, su gölden, yaşamaya devam eder. Bir diğer bilinen, köylerde eskisi gibi misafirhane kalmadığıdır. Belki de köylerdeki misafir odaları bu misafirden dolayı tarih olmuştur.

Bayram değil, seyran değil, bu hikaye ne alaka demeyin. Benim için bu hikayenin tam zamanı. Çünkü malum her hafta sonu 30 büyükşehir ve Zonguldak'ta yaşayanlar sokağa çıkma yasağına alıştı. Üstelik bu sefer yasak katlamalı olarak 4 güne çıkarıldı. Bu demektir ki 23 Nisanda çocuklar gibi şen olmayacağım. İçim neşe de dolmayacak. Bu durumdan muzdarip olan ben, sokağa çıkma yasağına tabi olmayan illerimize göz kırptım. Buralarda yaşayan dostlarımdan da "Sizi şehrimizde ağırlamak isteriz" davetleri almaya başladım. Davetten öte bir ısrar gibi algıladım ben bu davetleri. Bu ilgi ve alaka beni fazlasıyla mesrur etmiştir. Bu ısrar karşısında bulunduğum şehirde daha ne kadar kalırım bilemiyorum. Her an için davet edildiğim şehirlere Tanrı misafiri olarak gidebilirim ve ben anlattığım hikayedeki Tanrı misafiri ile aynı familyadanım. Onun geleneğini devam ettirmek niyetindeyim. Zira geleneklerine bağlı ve bu gelenekleri yaşatmaya çalışan birisiyim. İstedim ki benim için ısrar kokan davetlerini dostlarım, bir daha gözden geçirsinler. Sonra kendi düşen ağlamaz. Benim için hava hoş. Zira ekmek elden, su gölden. Bu vesileyle paramı da tasarruf etmiş olurum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde