11 Ekim 2017 Çarşamba

Bu Düğünü Görmediyseniz Çok Şey Kaçırdınız

Yan tarafta gördüğünüz bir düğünde ikram edilen menü. Dokunulmamış hali. Konyalıların deyimiyle çerez. Küçücük kase tam doldurulmamış, on kişinin oturduğu masaya iki tabak bırakıldı biz oturduktan nice sonra. İçinde nohut, leblebi, fıstık var. Kelle başı düşmeyecek şekilde Antep fıstığı var birkaç tane. İkram bu kadar değil, çerezi tıka basa yedikten sonra mide hazmetsin diye yine adam sayısınca olmayacak şekilde birer kişinin içeceği tadımlık sular kondu masalara.

Az sonra gelin ve damat sahnedeki yerini aldı. Canlı müzik kulaklarımızın pasını sildi. Yüksek sesli müzik ve yöresel sanatçının sahne aldığı ortam yanımızdaki dostlarla muhabbeti  engellese de sonunda müzik müziktir, sanatçı da sanatını icra edecektir. Çekecek çilemiz varmış çekeceğiz artık. Kulakları tırmalayan müzik can sıkıntısından elimizi çerez kabına götürdü. Tabii içinde çerez bulabilirsen. Şükür ki dişimizi kırmadan çerez bitti. Öyle zannediyorum, çerez birden bitmesin diye çerezin bayatı tercih edilmiş.

Az sonra oynama anonsu yapıldı. İçimizde oynayan kimse  çıkmadı. Zira ne oynayacak yetenek vardı bizde, ne de heveslisi. Hoş, oynayacak olsak da aç ayı oynamazdı. Öğün vakti atıştırdığımız çerez de midemizin zil çalmasını engellemedi maalesef.

Otururken sağımıza solumuza bakındık bir tanıdık görebilir miyiz diye. Zira damattan başka kimseyi tanımıyorduk. Damadın mesai arkadaşlarının hiçbirini göremedik nedense. Halbuki mesai saatleri içerisinde odası giren, çıkan, ve oturandan geçilmezdi. Hikmetini bir türlü anlayamadık. Gelmeyen arkadaşları ya menüyü biliyorlardı gelmedi, ya da iyi gün dostu idiler sanırım. Arkadaşlarını mutlu gününde yalnız bırakmamayı düşünememişler anlaşılan. Ya da arkadaşları ya mutluluğuna dayanamayız diye gelmediler, ya da umursamadılar. Kurum arkadaşlığıymış onların ki meğersem.  Halbuki davete icabet etmiş olsalardı müziğin gürültüsünü tamamen bize yıkmamış olurlardı. Bizimki at-seyis hikayesine döndü. Ne kadar müzik, ses ve cızırtı varsa üzerimizden geçti dense yeridir. Hikayeyi bilirsiniz ama ben yine de anlatayım. “Bir kilisede inananlarına sürekli vaaz veren bir papaz, vaaz için hazırlığını yapmış, kiliseye geçmiş. Bir de ne görsün. Kilisede cemaat olarak sadece bir kişi var. Kısa bir şaşkınlıktan sonra “Arkadaş, vaaza hazırlanmıştım ama kimse yok, ne yapayım? Anlatayım mı? Zira sadece sen gelmişsin” demiş. Kiliseye vaaz dinlemeye gelen kişi, “Efendim, ben seyisim, bu işlerden anlamam, atlardan anlarım. Ama tüm atlar kaçsa geri kalan bir ata yem vermemezlik yapmazdım” deyince papaz, vaazını vermeye başlamış. Uzatmış da uzatmış. Tek olduğu için seyis de kiliseden çıkamamış. Nihayet papaz vaazını bitirdikten sonra seyise, “Vaazımı nasıl buldun” diye sormuş. Seyis, “Efendim dedim ya ben seyisim, vaazdan anlamam. Ama tüm atlar kaçtı diye geri kalan tüm yemi bir ata yedirmezdim” demiş. Gördüğünüz gibi damadın mesai arkadaşlarından kimse gelmeyince müzik, gürültü, cızırtıyı dinlemek ve sabretmek bize kaldı.

Sabır taşımızın çatlamasına ramak kala giren akşam namazı imdadımıza yetişti. Namaz geçmesin diye düğün sahibinden görebildiğimize hayırlı olsun diyerek salondan çıktık. Zira kimseyi tanımıyorduk, damattan başka. Akşam namazımızı yakın bir camide kıldıktan sonra evimize doğru yollandık. Düğün kaça kadar sürdü, kim oynadı, ne kadar oynadı, sanatçımız hangi müzikleri söyledi bilmiyorum. Çok da merak etmedik doğrusu. Davete icabet ettik, az da olsa atıştırmalık rızkımız kursağımıza girdi o kadar.

Eve varınca ilk işim karnımı doyurmak oldu. İyi de acıkmışım. Ne de olsa sabah kahvaltısı ile duruyordum. Abbas'ın kör kazı gibi ne bulduysam indirdim mideme. Önüme konan çerez de iyice acıktırmış belli ki!

Derdim düğünde karnımı doyurmak falan değil. Düğün sahibinin ikramını da ayıplıyor değilim. Gücü çereze yetmiş o kadar. Zira Konya'da düğünler pahalı mı pahalı! Yemek versen bir türlü, vermesen başka türlü. Burada böylesi bayat ve iyi kavrulmamış leblebi ikramı, salon sahibinin bir ayıbı. Olmayacak ve onmayacak bir firma mı arıyorsunuz? Benim bu gittiğim salondur. Konya'da bu salondan başkasını bulamazsınız. Bir firma intihar eder mi? Firma sahibinin niyeti ömürlük değil, tek vuruş gayri, belli. Bizim damat da aramak için çok uğraşmış anlaşılan.

Burada bir söz de düğün sahibine söyleyelim. Be kardeşim! Öncelikle hayırlı olsun, ömür boyu mutluluklar dilerim. Bu salonu tutmak için epey aradın mı? Salonu senden önce tutan var mı? Sen ikram edilecek çerezi daha önce görmedin mi? Haydi diyelim ki ucuza gelsin diye çerezin böylesi senin tercihin. Çünkü paran yok. Madem paran yok, canlı müziği niçin tercih ettin? Öyle zannediyorum, burada malı götüren sanatçı olsa gerek. İkramı ucuza getirip sanatçıya kösülmek nasıl bir izan, nasıl bir psikoloji, nasıl bir anlayış? 11.10.2017

Kırık Bardakla Çay İçebilmek

Gördüğünüz çay bardağının kırık olduğunu çayı yarıladıktan sonra dudağım marifetiyle farkına varabildim. Demek ki dudağım hala fonksiyonunu kaybetmemiş. Gözlerde sorun var diyebilirsiniz. Doğrudur. Küçüklüğümden beri uzakla, kırkından sonra da yakınla sorunu var gözlerimin. Ama hala bir yazı okumak için yakın gözlüğü kullanmadığımı da ifade etmek isterim.

Ben olayın oluşunu anlatayım da siz hakkımda ne derseniz deyin. Sabah ilk dersin bitiminde öğretmenler odasındaki ters kapatılmış çay bardağının bir tanesini çevirip alelacele çayı döküp bardağı elime aldıktan sonra nöbetimi tutmak üzere görevlendirildiğim katıma çıktım. Bir taraftan öğrencileri gözlemlerken diğer taraftan çayımı yudumladım. Bardağı yarılamıştım ki dudağıma gelen temas sonucu bardağın kırık olduğunu görebildim. Kalorifer peteğinin üzerine bardağı koyduktan sonra fotoğrafını çektim. Ardından bardağın sağlam yerinden geri kalan çayı yudumladım ve bir başkası mağduriyet yaşamasın  diye bardağı çöp kutusuna attım. Tüm olay bundan ibaret. Şimdi gelelim bu olayın analizine.

1. Okul bardak alamayacak kadar fakir, tıpkı benim gibi. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş. Bu yazıyı okuyanlardan okulum ve benim sağlığım için bir koli büyük boy çay bardağı göndermelerini bekliyorum. Olmaz ya bir beklenti benimki. Umut dünyası ne de olsa.
2. Kırık olduğunu görmediğim çay bardağını, bana göre genç olan görevli arkadaş da görememiş. Demek ki bardağın kırık olup olmadığı görüp görmemenin yaşla ve gözle bir alakası yok. Görmeyince görünmüyor. Kınamayın başınıza gelir.
3. Bu kırık bardakla çay içmek benim kulağıma küpe olsun. Bundan sonra "Acele işe şeytan karışır" sözü gereği herhangi bir işte acele etmemem gerektiğini, bardağı elime alıp çay dökmeden önce alıcı gözle bakmam ve yoğurdu üfleyerek yemem gerektiğini anladım.
4. Kırık bardakla çay içmek cahil cesareti olsa da bir cesaret olduğu aşikardır. Sağlam bardakla herkes çay içer. Önemli olan kırığından içmek. Verilmiş sadakam varmış. Ki dudağımı ve elimi yaralamadım.
5. Kırık bardakla kendimi yaralamadan çay içmek ayrıca bir maharettir.
6. Sağlam bir dudak yapısına sahip olduğum ortaya çıktı. Şekil A'da görüldüğü gibi.
7. Kötüye bir şey olmaz sözünün doğruluğu bir kere daha ortaya çıktı. 11.10.2017

9 Ekim 2017 Pazartesi

İyi Yapmıyorsun Türkiye! *

Sen ne zaman ABD'nin suyunu bulandırmaktan vazgeçeceksin Türkiye! Boyuna-postuna bakmadan benim gibi dünya kabadayısının elçilikteki çalışanını tutukluyorsun? Bu biraz had bilmezlik değil mi? Benden FETÖ elebaşısını istemeye cüret ediyorsun. ABD dediğin ülke yani ben, bugüne kadar nice ülkelere had bildirdim. Ben  istediğimi yapmakta serbestim.

Sen de kendi içinde etliye-sütlüye karışmadan yaşayabilirsin. Ama iş; dış işleri oldu mu, ABD'nin menfaati oldu mu nasıl hareket edeceğini, ne söyleyeceğini, ne şekilde karar alacağını, nerede duracağını, kiminle birlikte olacağını düşüneceksin bir defa. Aslında düşünmene de gerek yok. Senin yapman gereken sana verilen rolü oynamaktır. Ağan yani ben, ne diyorsam eyvallah demektir. Anladığım kadarıyla unuttun sanırım. Sen ki koca bir cihan devleti iken seni parçalamaya karar verdiğimizde ve seni küçücük bir toprak parçasına hapsettiğimizde ne yapacağın, kiminle birlikte hareket edeceğin anlatıldı sana. 

Sanırım balık hafızalısın. Seni sana biraz anlatayım istersen. Bir defa sen bağımsız bir ülke değilsin. Kendi başına buyruk hareket edemezsin, öyle dünya liderliğine falan soyunamazsın. Senin tüm gücün sana verilen rol kadardır. Çünkü seni parçalarken yüzünü, kişiliğini, benliğini Batı’ya ve ABD’ye dönük olmak şartıyla sağ bırakıldın. Bugün nefes alıyorsan buna borçlusun. Öyle yönünü istediğin tarafa döndüremezsin. Bir defa oyunu ben kurarım, sen de oynarsın. Senin görevin bana hizmettir. Birinci vazifen beni memnun etmektir. Çizmeyi aşma. Yoksa sana haddini bildiririm. Sen olaylar karşısında inisiyatif alamazsın. Sadece ben kime kızarsam ona kızacaksın, kimi döversem onu dövmeye koşacaksın. Hani sizin Meclisinizde bir oylama yapılırken partilerin grup başkan vekili parmağını kaldırırsa kaldırılır, kaldırmazsa kaldırmazsın kuralı var. İşte vekilin gözü  grup başkan vekilinin parmağındadır. Konuyu anlasa da anlamasa da, içine sinse de sinmese de görevi sadece parmak kaldırmaktır. İşte senin de görevin  budur. Bizim peşimizi takip etmek.

Ben senin ülkende ABD üssünü, pardon NATO üssünü kurarım, Çekiç güç senin ülkende konuşlanacaksa gereğini yaparsın, Kore’yle savaş yapacağımda bir nefer olarak savaşa gidersin, gerektiğinde ölürsün. AB’ye girmek için yıllar yılı kapıda bekleyeceksin. Gerektiğinde senin askerinin başına çuval geçiririm, gerektiğinde senin korumalarına dava açarım. Senin ülkende olan bir olaydan dolayı senin vatandaşlarını tutuklarım, bir bakanına dava açarım, yakalandığı yerde tutuklanması kararı veririm. Ama sen benim elçilikteki bir kıymetli çalışanımı asla tutuklama yoluna gidemezsin. Bana meydanlarda bağıramazsın. Benim paralı köpeklerim senin ülkende istediği gibi cirit atacak, bilgi toplayacak, ajanlık yapacak. Sen sadece bunların önünü açacak kanun, kural koyarsın. Tutuklamak ha! Bu ne had bilmezlik böyle! Benim ajanım senin ülkende huzuru kalp ile çalışamayacak mı? Yok, eğer çalışamayacaksa ben ülkende yapılanlardan nasıl haberdar olacağım? Dünyayı nasıl yöneteceğim? Ben senin altını oysam da asla gıkın çıkmayacak. Sen böyle değildin, ne oldu sana? Hele Suriye’de yapmak istediklerini asla tasvip etmiyorum. Sen kim, inisiyatif almaya kalkmak kim! Sen bir zamanlar uysal bir koyundun, istediğim tarafa çekerdim. Hiç de itiraz etmezdin. Yaramazlığın bu kadarına da pes doğrusu!

Senin vatandaşlarını ülkeme katmamak üzere koyduğum vize yasağı kulağına küpe olsun. Eğer kendine çekidüzen vermezsen, eskisi gibi iyi çocuk olmazsan bil ki bunun arkası gelecek. Daha “Dünya beşten büyüktür” sözünü de unutmadım. 1 Mart tezkeresinde yaptığınız daha aklımdan hiç çıkmadı. Bunları senden aheste aheste çıkaracağım. Senin kafanı ezmeliyim ki dünyaya ibret olsun. Yoksa arkandan yarın birileri de bana posta koymaya kalkar. Hani sizin bir atasözünüz var, “Yılanın başını küçükken ezeceksin” diye. Sen bir yılansın. Seni ezmeliyim ki herkes sinsin, korksun benden. Benim yaptığım da bu işte. Eğer dünyada bana destek çıkan olur diye düşünüyorsan aldanırsın, onlar sadece koltuklarının derdindedir. Bu da benim işimi kolaylaştırıyor. Sen kendine yan! Olmaz mı? 10/10/2017

* 11/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.