12 Ocak 2025 Pazar

Fuzuli Uğraşın Sonu

Kayseri'ye okumaya gittim. İlk gurbetim.

Derslere girip çıkıyorum. Pek kimseyle muhatap olmuyorum. Daha doğrusu muhatap olamıyorum. Çünkü -laf aramızda- asosyal biriyim. Biri bana yaklaşırsa ne âlâ. Değilse kimsenin yanına varamam.

Bursalı bir arkadaş vardı. Vardığım andan itibaren hiç peşimi bırakmadı. Nereye gitmişse gölgem gibi beni takip etti.

Sessiz sakin biriydi. Utangaç mı utangaçtı. Kız gibi çocuktu. Pek konuşmazdı. Çünkü iyi bir dinleyiciydi. Okula giderken beni bekler, dönerken bana eşlik ederdi.

Emsali olmayan bir özelliği vardı. Aynanın karşısında dakikalarca saçını tarardı. Tarasın da bu kadar da olmaz derdim.

Hasbihali ilerlettik.

Sonraları öğrendim ki geçen sene de hazırlık okumuş. Çift dikiş öğrencisi idi bize göre.

İkinci senesi olmasına rağmen Arapçası yine iyi değildi. Yine kalacağım endişesini taşıyormuş. Derslerde benim Arapça bilgimi görünce, bu dersten geçsem geçsem, bu arkadaş sayesinde geçerim demiş ve bana yaklaşmış. Kendisi söyledi bunu sonradan.

Gel çalıştırayım dedim ise de çalıştırsan da ben anlamam derdi. Sınavlarda yanıma oturup faydalanmayı düşünmüş.

Dostluğu ilerlettikçe okula giderken aynanın karşısında uzun süre saç taramasından dolayı çoğu zaman beklemişliğim ve kızdığım oldu. Sağ olsun, kızsam da gülümserdi. Gülümserken de yüzü kızarırdı.

Şaka da yapardım kendisine. Şakalarım ise hep meclisten içeri olur bilenlerin bildiği gibi.

Ara ara kendisine, senin Arapçan falan kötü değil. İstersen geçersin. Ama saç taramaya verdiğin önemi ders çalışmaya vermedin. Sınıf tekrarına kalmanın da sebebi bu. Çünkü günün yarısını saç taramayla geçiriyorsun derdim. Hafifçe gülümser, haklısın hocam derdi.

Hazırlığı geçtik. Birinci sınıfı da birlikte okuduk. 2.senenin başında yatay geçişle Konya'ya geçtim. O ise Kayseri'de okumaya devam etti.

Sonrasında ikimiz de öğretmen olduk. Görüşmeyeli bir 20 yıl olmuştu. Bursa'da öğretmenlik yaptığını öğrendim. Yalova'dan Konya'ya geri döneceğimde, rotayı Bursa'ya kırdım. Numarasını nasıl buldum ise görüşelim dedim. Olur dedi.

Bir meydanda buluşmak için kavilleştik. Birbirimizi tanıyamazsak, üzerimizde görünecek şekilde bir gül olsun dedim. Tamam dedik ise de ikimiz de gül falan koymadık.

Belirlediğimiz saatte buluşunca, birbirimize bir baktık ki aradan yıllar geçmesine rağmen ne o değişmiş ne de ben. Görür görmez tanıdık birbirimizi. Aynı masumluğu, temizliği ve şık giyimi duruyordu. Yine güler yüzünü eksik etmese de hayatın bütün yükünün üzerine bindiği yüzünden okunuyordu. Belli ki dertliydi. Sanırım eşinden ayrılmış idi. İki de çocuğu vardı.

Bir teşehhüt miktarı hasbihal ettikten sonra yolcu yolunda gerek deyip Konya'ya dönmek üzere otobüse bindim.

Sonrasında birkaç defa telefonla görüştük. Nasıl kaybettim ise telefonunu kaybettim. Bir daha görüşmek nasip olmadı.

İki yıllık hukukum olan bu arkadaştan bahsetme gibi bir niyetim yoktu. Sadece saç taramasına, bu taramanın en az bir yarım saatini aldığına, bunu günde birkaç defa tekrarladığına değinip, başkasıyla uğraşmaktan; kendisine, asıl ve en önemli işine zaman ayıramayanlara, bundan dolayı da hep kaybedenlerden olduklarına sözü getirecektim. Gel gör ki iki yıllık hukuk beni geçmişe götürdü. Arkadaşla ilgili geçen yıllarımı bu vesileyle yad etmiş oldum. Kulakları çınlasın.

Sadede gelirsem, fanatik değilseniz, bana hak verirsiniz: Bir kulüp başkanı, o kulübün bir as başkanı var. Bir de tencere kapak misali bir teknik direktörleri var. Bu üçlünün oluşturduğu algıya, teslim olmuş o kulübün çok sayıda fanatik taraftarı var. Bunlara düşen, kendi takımlarının oyununu değerlendirmek, nasıl başarılı oluruz üzerine efor sarf etmek iken hep rakip kabul ettikleri bir takımı takip ediyorlar. Baştan sona o takımı izleyip tek tek pozisyonlarını değerlendiriyorlar. Hakem desteğiyle maçı kazanıyor havasını belleklere yerleştirmeye çalışıyorlar. “Vay efendim, gol ofsayt idi. Şu kadar zamandır bu takım kırmızı kart görmüyor. Bir yapı var. Bu yapı hep bunları şampiyon yapıyor. Bu yapı on yıldır var. Biz ne yaparsak şampiyon olamayız. Haksız penaltı veriliyor bu takıma” gibi sözleri söyleyip duruyorlar. Biri bırakıyor, bayrağı diğeri devir alıyor. Bir türlü ağlayıp sızlamaları bitmiyor.

Bizim arkadaşın ömrünün çoğunu saç taramasına ayırdığı gibi bu kulüp yöneticileri ve teknik heyeti de kendi takımlarını bırakmış, rakip takımı konuşuyorlar. Kıymetli vakitlerini de boşa harcıyorlar. Kaybeden de hep kendi kulüpleri oluyor. Halbuki rakiple yatıp kalkacaklarına, tüm eforlarını kendi kulüplerine ve oyunlarına verseler, inanın susadıkları başarıya şimdiye kadar çoktan hem de kaç defa ulaşırlardı.

11 Ocak 2025 Cumartesi

İki Hamal Gözüyle Afganistan ve Suriye *

Zorunluluktan oğlan ev taşıyor bugün. Vardım yanlarına. Olur ya bana da bir iş çıkar mı diye.

İş veren olmadı. Orta yerde dolaştım durdum. Kah içeri kah çıkarı inip inip çıktım.

Taşımaya tek katkım, çalışanlar için ikram edilen yemeğe ortak olmak oldu.

Yemekten önce asansörü kurmak için uğraşan bir genç gözüme ilişti. Sırtı bana dönüktü. Arkasından kayınbiradere benzettim. Mahmut kolay gelsin dedim. İsmiyle hitap etmeme şaşırdı. Çünkü ne o bana adını söylemişti ne de ben sormuştum. Sırtını dönünce bizim kayınbirader değildi. “Kayınbiraderinin adı da mı Mahmut? Bu arkadaşın adı da Mahmut. Suriyeli bu arkadaş” dedi yanındaki Türk hamal.

Yemek gelince çalışmaya ara verdiler. Birlikte sofraya oturduk. Çalışanlardan fazla yedim. Boşuna dememişler, boş boş gezen daha fazla acıkır diye.

Dört kişiydi taşıma işini yapan. Biri Afgan, diğeri Suriyeli, diğer ikisi de Türk. Üç ayrı uyruk bir taşıma şirketinde birlikte çalışarak yolları kesişmiş.

Afgan olan 18 yaşlarında falan. Beş yıldır Türkiye'de imiş. Sordum nasıl Afganistan'ın durumu diye. "Ne bileyim dayı ben" dedi. Belli ki Afganistan'ı silmiş kafadan. Abisi de burada imiş. Ağabeyi kaçak yollarla Almanya'ya gitmiş. Ben de gideceğim Almanya'ya dedi. Belli ki Türkiye'yi bir geçiş noktası olarak görüyor. Hasılı Afganlı dan, Afganistan hakkında olumlu, olumsuz bir bilgi alamadım.

Bu arada dayı ben oluyorum. Annesi de benim kız kardeşim. Afganlıların hitabı nasıl bilmem ama belli ki bizim insanımızın dayı, amca, dede, teyze hitabına alışmış. Bizim kaba girmiş. 13 yaşında gelmişse, bizim kaba girmesi normal.

Suriyeli ise eczacılık okuyormuş Suriye'de iken. On sene olmuş Türkiye'ye geleli. Otuzlu yaşlarda var. Eczacı olmasına rağmen takım taklavattan da anladığına göre belli ki kabiliyetli biri.

Hayat böyle bir şey. Ne oldum değil, ne olacağım demeli insan. Eczacı olmayı beklerken burada bahtına hamallık düşmüş.

Nasıl görüyorsun Suriye'deki son gelişmeleri? Daha iyi mi olacak yoksa daha mı kötüye gidecek dedim. "Geri gideceğim" dedi. Geri gitmeyi düşündüğüne göre gelişmeleri olumlu buluyorsun dedim. “Evet” dedi.

HTŞ Şam'ı alacak kadar güçlü müydü dedim. "Yok. Ne arasın o kadar gücü"? HTŞ'nin arkasında ABD var. Değilse HTŞ bunu beceremezdi" dedi. Burada HTŞ'nin arkasında Türkiye var havası var. Buna ne dersin, Türkiye'yi nereye koyuyorsun dedim. "Türkiye, Suriye'de PKK için var. Onun için orada" dedi. Bu operasyonda Türkiye yok demeye getiriyorsun, öyle mi dedim. Sessiz kaldı. Adamın derdi hamallık yapıp yevmiyesini almak, benimkisi ise nabız tutmak. Niye sessiz kalmasın değil mi?

Hasılı, biri Afgan, diğeri Suriyeli hamal gözüyle Afganistan ve Suriye izlenimleri böyle. Daha doğrusu Afganistan’dan bilgi alamadım. Ama Suriyeli eczacılık öğrencisi Suriye’nin geleceğinden ümit var. İnşallah öyle olur.

Bu arada hem Afganlı hem de Suriyeli güzel Türkçe konuşuyor. Bazılarının aksanından Afgan ve Suriyeli olduğunu anlamama rağmen o kadar güzel Türkçe konuşuyorlar ki yabancı olduklarını anlayamadım. Bize gelince, içimizde o kadar Afgan olmasına rağmen biz tek kelime Afgan dili Peştuca bilmiyoruz. O kadar Suriyeli olmasına rağmen tek kelime Arapça bilmiyoruz. Hoş, biz nevi şahsına münhasır bir milletiz. Çocukluğumuzdan beri okullarda İngilizce öğreniriz. Basit İngilizce cümleler dışında İngilizce de bilmeyiz.

Şunu anladım ki dünya bir araya gelse, bize her türlü imkanı verseler, yeter ki Türkçe dışında bir dil öğrenin dense, biz Türkçe dışında bir dil öğrenmeyiz, öğrenemeyiz, öğretemezler. Hoş, dilimiz Türkçeyi de çok iyi bildiğimiz söylenemez. O yüzden lütfen, kimse bize dil öğretmeye kalkmasın. Zira analarından doğduklarına pişman ederiz. Bu arada istisnalarımız kaideyi bozmaz.

*13.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Captagon *

Bir kamu kuruluşuna işim düştü. Kim bakıyor bu işe diye.

Dediler ki işte şu arkadaş bakıyor.

İşime yardımcı olmak üzere yan yana yürürken akşama kadar aynı işten dolayı ayaklarına kara sular indiğini söyledi görevli.

Kurumu, emniyet gerekçesiyle böyle bir karar almış. İhale de buna kalmış.

Yolda giderken ben sormadan konuşmaya başladı. Ben Hatay'ın falan yerinden geldim buraya dedi.

Belli ki depremzede. Depremzedelere de devlet hak vermiş olmalı ki orada kamu işinde çalışan bu arkadaş nakil yoluyla Konya'ya gelmiş.

Alınan emniyet tedbirini o kadar garipsemiş olmalı ki -ki benim de garibime gitti- bir iddiadan bahsetti:

"Suriyeliler ilk geldiğinde çoğunun yiyecek ekmeği yoktu. Bakıma muhtaçtılar. Şimdi hepsinin evi oldu, altlarında son model araba var" dedi.

Çok mu çalışkanlar da bu zaman zarfında evleri, arabaları oldu dedim. "Suriye'den getirdikleri uyuşturucuları satarak" dedi. Kaçını gördüm topraktan uyuşturucu çıkarırken” mi dedi, “toprağa uyuşturucu saklarken” mi dedi, burasını anlayamadım. "Kaç defa polisi aradım. Bunlar şuradan uyuşturucu çıkarıp satıyor diye. Hiç oralı olan olmadı" dedi. "Burada bu emniyet tedbirini alıncaya kadar insanımıza uyuşturucu satanlara tedbir alınmalı" dedi.

Evet, Hatay'dan gelen, halen ilimizde bir kamu kuruluşunda çalışan Hataylı depremzedenin iddiası bu. İddia diyorum. Çünkü gözümle görmedim.

Burada hemen gözünle görmediğini niye aktarıyorsun. Bir insana duyduğu her şeyi aktarması ona günah olarak yeter demeyin. Gözüyle gördüğünü söyleyen bir vatandaşın aktardığını aktarıyorum. Ayrıca yalan söylemesi ve iftira atması için de bir sebep olmasa gerek. Doğru, yanlış demiyorum. Bu iddiayı dile getiriyorum ki yetkililer tedbir alsın.

Burada şu da yanlış anlaşılmasın. Ülkemizdeki tüm Suriyeliler uyuşturucu satıyor anlaşılmasın. Ki büyük çoğunluğunun böyle yapmadığını düşünüyorum. Ki çevremde o kadar tanıdığım Suriyeli var. Hiç uyuşturucu satacak tipe benzemiyorlar.

Belli ki bizim insanımızın içinde uyuşturucu satan varsa, onların içinde de vardır.

Şu var ki iddia hiç yabana atılacak gibi değil. Suriye'de 2011 yılından beri devletin olmadığı düşünülürse, o boşluk ve hengamede Suriye'de uyuşturucunun kol gezmesi, merdiven altında üretilip satışa sunulması işten bile değil. Nitekim doğru dürüst devletin olmadığı Afganistan ve Lübnan bunun en iyi örneği. Buralarda da uyuşturucu ekim, dikim, imalat ve satışı çok yaygın. Buralarda varsa Suriye'de niçin olmasın. Ki HTŞ Şam'ı devraldıktan sonra uyuşturucu imalatı yapan bir imalathaneye el koyduğu gazetelerde yazılıp çiziliyor. Hem de ülkenin dört bir tarafında uyuşturucu fabrikaları olduğu ortaya çıktı. Bu durumun doğru olduğunun tespiti de şu: Suriye ekonomisinde elde edilen paradan daha fazla paranın Suriye'de döndüğü yine yazılıp çiziliyor. Besbelli ki uyuşturucudan epey bir gelir elde ediliyor. Hatta dünyaca uyuşturucu olduğu pek bilinmeyen adına Captagon denen tablet şeklindeki uyuşturucun, Suriye ve Lübnan'da üretildiği, en büyük pazarlarının Suudi Arabistan olduğu belirtiliyor. Suudi Arabistan'a giden bu uyuşturucu yine Suriyeli uyuşturucu işiylile uğraşanlar eliyle Türkiye'ye sokup satılması hiç imkansız değil.

*15.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.