Ana içeriğe atla

Fuzuli Uğraşın Sonu

Kayseri'ye okumaya gittim. İlk gurbetim.

Derslere girip çıkıyorum. Pek kimseyle muhatap olmuyorum. Daha doğrusu muhatap olamıyorum. Çünkü -laf aramızda- asosyal biriyim. Biri bana yaklaşırsa ne âlâ. Değilse kimsenin yanına varamam.

Bursalı bir arkadaş vardı. Vardığım andan itibaren hiç peşimi bırakmadı. Nereye gitmişse gölgem gibi beni takip etti.

Sessiz sakin biriydi. Utangaç mı utangaçtı. Kız gibi çocuktu. Pek konuşmazdı. Çünkü iyi bir dinleyiciydi. Okula giderken beni bekler, dönerken bana eşlik ederdi.

Emsali olmayan bir özelliği vardı. Aynanın karşısında dakikalarca saçını tarardı. Tarasın da bu kadar da olmaz derdim.

Hasbihali ilerlettik.

Sonraları öğrendim ki geçen sene de hazırlık okumuş. Çift dikiş öğrencisi idi bize göre.

İkinci senesi olmasına rağmen Arapçası yine iyi değildi. Yine kalacağım endişesini taşıyormuş. Derslerde benim Arapça bilgimi görünce, bu dersten geçsem geçsem, bu arkadaş sayesinde geçerim demiş ve bana yaklaşmış. Kendisi söyledi bunu sonradan.

Gel çalıştırayım dedim ise de çalıştırsan da ben anlamam derdi. Sınavlarda yanıma oturup faydalanmayı düşünmüş.

Dostluğu ilerlettikçe okula giderken aynanın karşısında uzun süre saç taramasından dolayı çoğu zaman beklemişliğim ve kızdığım oldu. Sağ olsun, kızsam da gülümserdi. Gülümserken de yüzü kızarırdı.

Şaka da yapardım kendisine. Şakalarım ise hep meclisten içeri olur bilenlerin bildiği gibi.

Ara ara kendisine, senin Arapçan falan kötü değil. İstersen geçersin. Ama saç taramaya verdiğin önemi ders çalışmaya vermedin. Sınıf tekrarına kalmanın da sebebi bu. Çünkü günün yarısını saç taramayla geçiriyorsun derdim. Hafifçe gülümser, haklısın hocam derdi.

Hazırlığı geçtik. Birinci sınıfı da birlikte okuduk. 2.senenin başında yatay geçişle Konya'ya geçtim. O ise Kayseri'de okumaya devam etti.

Sonrasında ikimiz de öğretmen olduk. Görüşmeyeli bir 20 yıl olmuştu. Bursa'da öğretmenlik yaptığını öğrendim. Yalova'dan Konya'ya geri döneceğimde, rotayı Bursa'ya kırdım. Numarasını nasıl buldum ise görüşelim dedim. Olur dedi.

Bir meydanda buluşmak için kavilleştik. Birbirimizi tanıyamazsak, üzerimizde görünecek şekilde bir gül olsun dedim. Tamam dedik ise de ikimiz de gül falan koymadık.

Belirlediğimiz saatte buluşunca, birbirimize bir baktık ki aradan yıllar geçmesine rağmen ne o değişmiş ne de ben. Görür görmez tanıdık birbirimizi. Aynı masumluğu, temizliği ve şık giyimi duruyordu. Yine güler yüzünü eksik etmese de hayatın bütün yükünün üzerine bindiği yüzünden okunuyordu. Belli ki dertliydi. Sanırım eşinden ayrılmış idi. İki de çocuğu vardı.

Bir teşehhüt miktarı hasbihal ettikten sonra yolcu yolunda gerek deyip Konya'ya dönmek üzere otobüse bindim.

Sonrasında birkaç defa telefonla görüştük. Nasıl kaybettim ise telefonunu kaybettim. Bir daha görüşmek nasip olmadı.

İki yıllık hukukum olan bu arkadaştan bahsetme gibi bir niyetim yoktu. Sadece saç taramasına, bu taramanın en az bir yarım saatini aldığına, bunu günde birkaç defa tekrarladığına değinip, başkasıyla uğraşmaktan; kendisine, asıl ve en önemli işine zaman ayıramayanlara, bundan dolayı da hep kaybedenlerden olduklarına sözü getirecektim. Gel gör ki iki yıllık hukuk beni geçmişe götürdü. Arkadaşla ilgili geçen yıllarımı bu vesileyle yad etmiş oldum. Kulakları çınlasın.

Sadede gelirsem, fanatik değilseniz, bana hak verirsiniz: Bir kulüp başkanı, o kulübün bir as başkanı var. Bir de tencere kapak misali bir teknik direktörleri var. Bu üçlünün oluşturduğu algıya, teslim olmuş o kulübün çok sayıda fanatik taraftarı var. Bunlara düşen, kendi takımlarının oyununu değerlendirmek, nasıl başarılı oluruz üzerine efor sarf etmek iken hep rakip kabul ettikleri bir takımı takip ediyorlar. Baştan sona o takımı izleyip tek tek pozisyonlarını değerlendiriyorlar. Hakem desteğiyle maçı kazanıyor havasını belleklere yerleştirmeye çalışıyorlar. “Vay efendim, gol ofsayt idi. Şu kadar zamandır bu takım kırmızı kart görmüyor. Bir yapı var. Bu yapı hep bunları şampiyon yapıyor. Bu yapı on yıldır var. Biz ne yaparsak şampiyon olamayız. Haksız penaltı veriliyor bu takıma” gibi sözleri söyleyip duruyorlar. Biri bırakıyor, bayrağı diğeri devir alıyor. Bir türlü ağlayıp sızlamaları bitmiyor.

Bizim arkadaşın ömrünün çoğunu saç taramasına ayırdığı gibi bu kulüp yöneticileri ve teknik heyeti de kendi takımlarını bırakmış, rakip takımı konuşuyorlar. Kıymetli vakitlerini de boşa harcıyorlar. Kaybeden de hep kendi kulüpleri oluyor. Halbuki rakiple yatıp kalkacaklarına, tüm eforlarını kendi kulüplerine ve oyunlarına verseler, inanın susadıkları başarıya şimdiye kadar çoktan hem de kaç defa ulaşırlardı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...