21 Aralık 2024 Cumartesi

Kurum Demirbaşları

Kurumların demirbaşları vardır. Kurum sorumlularına zimmetlidir. Bundandır ki gözü gibi korurlar. Kayıp, çalıntı, telef ve ziyan durumunda ödemekle yükümlüdürler.
Her yıl sonunda bu demirbaşların sayım ve dökümü olur. Sayımı kolay olsun diye her demirbaşa da numara verilir. Miadı dolan demirbaş usulüne uygun bir şekilde düşülür, ihtiyaç fazlası istek halinde başka kurumlara devredilir.
Tayini çıkan, emekli olan veya değişik nedenlerle kurumdan ayrılmak zorunda olanlar bu demirbaşları tutanakla haleflerine devir teslim yaparlar. Çünkü hiçbir yer kadıya mülk değil. Hepsi gelip geçicidir. Bir müddet çalıştıktan sonra bayrağı ister severek ister istemeyerek sonrakine devreder. Ama mülk olan bir şey vardır ki o kurumun demirbaşları o kurumun mülküdür.
Kurumların mülkü gibi bazı kurumların da insan demirbaşı var. Sayıları az olsa da var.
İnsanın demirbaş olur mu demeyin. O kuruma kapağı bir atmışlardır. Kaç koltuk eskittiklerini Allah bilir. Eskiyen koltuğu yenisiyle değiştirirler ama bu demirbaşların makam, statü, yeri ve görev tanımı değişmez. Üzerine oturduğu koltuğu eskittiği gibi kaç mesai arkadaşı gelip geçer, kaç amiri değişir. Ama bu demirbaşların yeri ve görev tanımı sabittir. Her yeni gelen altındakilerin görev tanımını değiştirir. Bazen şununla çalışacağım ya da sizinle çalışmak istemiyorum diyerek ekibini seçer. Ama demirbaşa dokunmaz ya da dokunamaz. İllaki bu demirbaşlarla çalışmak zorunda. Çünkü kendisi fani, demirbaş ise teşbihte hata olmasın bakidir.
Amirler değişmesine rağmen bu demirbaşların yerlerinin sabit olması, bunların kapasitesi ve yeteneğinden midir, bulunmaz Hint kumaşı olduklarından mıdır ya da kendilerini bulunmaz Hint kumaşı gösterdiklerinden midir, arkaları çok güçlü olduğundan mıdır, gönderecekleri yer bulamadıklarından mıdır, her gelenin nabzına göre şerbet veren, her insana nasip olmayan üstün özelliklerinden midir ya da gelene ağam, gidene paşam dediklerinden midir veya ben gidersem bu kurum çöker imajı verdiklerinden midir veya rest çekmelerinden midir bilinmez. Bilinen bir şey var ki kurumlar, insan kaynağı yönünden tepeden tırnağa değişse bile bu demirbaşların dokunulmaz oldukları bir gerçek.
Rest yoktur veya ben gidersem tufan olur denmez demeyin. Bazıları bunu iyi bilir. Ki bu konuda bildiğim bir örnek var. TİF (Taşınır İşlem Fişi) ilk defa çıktığında bir kurumda geçici olarak çalışan birini bir müddet sonra değiştirmek istediklerinde, "Ben gidersem, bu civarda TİF'ten anlayan yok. Elinizde kalır. Yine de siz bilirsiniz" deyince görev süresi uzatılmıştı. (TİF nedir demeyin. Kurumlardaki demirbaş sayım, döküm, kontrol ve gelen demirbaşa sistemden fiş kesme işi vs.)
Hasılı adı konmamış bir kast hali mevcut bu tür demirbaşlarda. Yerinden edilmez ve dokunulmaz. Belki de Anayasanın değişmez dört maddesi gibi değişmesi teklif dahi edilemez. Konunun önemi veya ciddiyeti anlaşılsın diye şunu söyleyeyim. O kurumlar kapatılsa, bilin ki bu demirbaşlar bir şekilde yine yerinde kalır.
Bugün gördüm böyle demirbaş birini. Saçı sakalı ağarmasına rağmen hiç yıpranmamış. Kaç kişiyi eskitti, kurumunda ne kadar faydalı, bunu bilmiyorum. Bildiğim daha kaçını eskiteceği. Şu var ki böylelerini kıskanmıyor değilim. Bu yazı da içimdeki kıskançlığın dışavurumudur. Ciddi olamazsın demeyin. Hem de hiç olmadığı kadar.

İslam Dünyasının Orduları Kimin Emrinde?

Merak edip dünyanın en güçlü ordusuna sahip ülkelere baktım. İlk 20 güçlü orduya sahip ülkeler listesi karşıma çıktı.
Bu ilk 20 arasında İslam dünyasından ülke var mı diye göz attım.
İlk 20 ülke arasında Türkiye 8. Pakistan 9. Endonezya 13. İran 14. Mısır ise 15. sırada.
Ortadoğu devletleri üzerinde boza pişiren İsrail ordusu ise listenin 17.sırasında kendine yer bulabilmiş.
Bu liste 2024'ün güncel listesi. Şimdilerde olmasa da bir zamanlar güçlü ve tek adam olan Saddamlı Irak'ı, Kaddafili Libya'yı ve Esedli Suriye'yi de ordusu güçlü ülkeler arasında sayabiliriz. Orduları güçlü olmasa tek adam olarak ülkelerini yıllar yılı yönetebilirler miydi, bu kadar uzun iktidarda kalabilirler miydi?
Ordusu güçlü diğer ülkeleri bir tarafa bırakıp İslam ülkelerinin ordularına bir bakalım. Ne de olsa beş tane ordusu güçlü ülke var. Bu ordular gücünü kullanabilmiş mi? Kullandı ise kime karşı kullandı?
Türk askeri bildiğim kadarıyla Kore'ye asker gönderdi. Sınırlı ve süreli Kıbrıs Barış Harekatını gerçekleştirdi. 45 yıldır PKK terör örgütüne karşı mücadele veriyor. Suriye iç karışıklığı nedeniyle sınır güvenliğini sağlamak amacıyla Suriye içerisinde bazı bölgelere girdi. Yine terör örgütüyle mücadele için Irak içlerine girerek operasyonlar yaptı. Başka da gücünün test edildiği bir harekat hatırlamıyorum. Kısaca birinci dünya savaşından bu yana güçlü bir devlet veya devletlerle savaşıp test edilmedi.
Terör dışında güçlü bir devlet ile savaşıp gücünü göstermese de bu güçlü ordu bu ülkede 60 darbesine, 80 İhtilaline, 28 Şubat post modern darbesine imzasını attı. Yani millete darbe yaptı. 80 öncesi uygulanan onca sıkıyönetime rağmen kardeş kavgasına ve cinayetlere seyirci kaldı. 15 Temmuzda ise bu güçlü ordu, içindeki hainler eliyle gücü ikiye bölününce yeterince varlık gösteremedi. FETÖ kalkışmasında büyük yara aldı. Genel Kurmay Başkanlığı merkezini bile FETÖ'cüler ele geçirdi. Cumhurbaşkanının iradesi, milletin desteği, vatansever asker ve polisin azim ve kararlılığıyla bu kanlı darbe püskürtüldü.
İşin üzücü yanı, subay olacak kişinin yedi sülalesinin araştırılarak alındığı askeriyeye bu kadar hain nasıl alındığı, kimin aldığıdır. Darbe geçti gitti ama bu kadar haini kim aldı araştırması bildiğim kadarıyla yapılmadı.
Hele 80 İhtilali ile ilgili olarak dönemin CIA Türkiye Masası İstasyon Şefi Paul Henze’nin, "Bizim çocuklar/Ankara’dakiler yönetime el koydu" sözünü söylediği iddiası, askerin daha doğrusu o dönemki askerin kimin emrinde olduğunu sorduruyor insana.
Endonezya ordusunu geçiyorum. Zira çok bir bilgim yok. Askeri, devletin ve milletin emrinde mi bilmiyorum.
İran ordusu daha test edilmedi. Yakında İran karışırsa, ordusunun ne yapacağı o zaman belli olur.
Mısır ordusu, sanırım İsrail'e karşı yapılan 6 gün savaşı dışında son yıllarda bir savaş yapmadı. Ki o savaşı da diğer Arap ülkeleriyle birlikte İsrail'e karşı kaybettiler.
Mısır ordusunun sınavı, seçilmiş cumhurbaşkanları Mursi'yi ve halkı korumak iken bu ordu kalkıp Mursi'ye darbe yaptı. Sanırım darbe yapan Sisi'yi genel kurmay başkanlığına atayan da Mursi idi. Yani kendi atadığı asker kendisine darbe yaptı. Enver Sedat’ı suikastla öldüren de bildiğim kadarıyla Mısır ordusuna ait bir subay idi.
Pakistan ordusunun gücünün de test edildiğini düşünmüyorum. Bildiğim kadarıyla orada da darbeler eksik değildi bir zamanlar.
Beni düşündüren ve bu yazıyı yazmaya sevk eden ise ABD'nin işgaline karşı Irak ordusunun tek kurşun atmaması, ülkelerini ve devlet başkanlarını korumaması. Adeta kayboldular. Yer yarıldı, yerin altına girdi ordusu. Belki de Saddam'ın kellesini alanlar da kendi askerleridir.
Aynı durum Libya için de geçerli. Ülkede çıkan iç karışıklığa ve başta Fransa bu ülkeye girdiği zaman Libya ordusu da yoktu. Arazi oldu. Sanki giren, bu ülkenin ordusu, silah ve teçhizatı yok sandı.
Son güncel ordu da Suriye ordusu. Ülkesi iç karışıklık dolayısıyla ikiye bölündüyse de Esed İran ve Rusya desteğiyle Suriye'nin bir kısmını elinde tutuyordu.
2011 yılından beri Esed'in eli ayağı olan Suriye ordusu da HTŞ liderliğindeki Halep, Hama, Humus ve Şam operasyonlarına tek kurşun atmadı ve karşı koymadı. Esed'in askeri de adeta yer yarıldı, yerin dibine girdi. (Esed’in ordusunun mücadeleye girişmemesi olası kan almayı önledi. Eğer Esed’in ordusu biz de halkın yanındayız iddiasındaysa Esed o kadar zulüm yaparken bu ordu neredeydi? Niçin daha önce bu şekil inisiyatif almadı? Bu da düşündürüyor insanı. Esed’in ordusu halkın yanında yer alarak Esed'e karşı zamanında darbe yapsaydı, Suriye’nin milli ordusu olurdu nazarımda.
Bir ordu ne kadar güçlü olursa olsun yenilebilir. Ama Irak'ın, Libya'nın ve Suriye'nin ordusu yoklara karıştı. Çünkü hiç karşı koymadılar. Bu da bu ülkelerin güçlü ordusunun devlet başkanlarının emrinden ziyade başka güçlerin emrinde olabileceği şüphesini içinde barındırıyor. Eğer böyle ise ne âlâ memleket ne âlâ ordu. Evlere şenlik ordu dense yeridir.
Hasılı İslam ülkelerinin ordularının güçlü olmasını gönlüm arzu ediyor. Ama bu güç milletine, devletine karşı kullanılmamalı. Başkasından emir almamalı. Ülkelerinin milli ordusu olmalı. Ülke savunmasında, iç karışıklıkta, devletleri ve ülkeleri tehlike altına girdiği zaman gücünü kullanmalı.

20 Aralık 2024 Cuma

Teftişin Böylesi

Köklü bir kurumu denetlemek için bir müfettiş gelir. Müfettişin bir tanesi, yıllarını o kuruma veren, kurumun gediklisi olan, aynı kurumda uzun yıllar çalışması dolayısıyla belki de Türkiye'de bir ilk olan bir memuru; şu evrak, bu evrak, haydi şunu getir, bunu getir, şu niye böyle, bu niye böyle diyerek epey bir uğraştırır. Uğraştırdığı gibi denetimi de bitirecek gibi değil müfettiş.

Yılların tecrübeli memuru bakar ki bu iş bitecek gibi değil.

Müfettişten az müsaade isteyerek odasından çıkar. Çalıştığı başka bir memurun odasına gider. Ona, "Benim teftiş bitecek gibi değil. Sen en iyisi falan ilçenin ilçe başkanı olarak az sonra telefondan beni ara. Kendini tanıt. Hal hatırdan sonra yanıma ziyaret için geleceğini söyle" der. Tamam cevabını aldıktan sonra odasına müfettişin yanına geçer.

Az sonra telefonu çalar. Telefonu kaldırır. Karşıdaki kimse, X ilçesinin ilçe başkanı falan”. İsmini duyar duymaz, "Ooo başkanım, buyur" türünden iltifatın ardından, ilçe başkanı, "Müsait isen ziyaretine geleceğim" der. Memur da "Çok iyi olurdu başkanım. Muhabbet ederdik. Yalnız şu anda teftiş geçiriyorum. Müsait değilim. Başka bir zaman olsa olur mu?" der. "Ne teftişi" der ilçe başkanı. Var mı sıkıntı" deyince," Rutin bir teftiş. Çok teşekkür ederim" diyerek telefonu kapatır.

Tüm bu konuşmaları dinleyen müfettiş, "Misafirin gelseydi, ben de kendisiyle tanışmış olurdum. Ben engel olmazdım" der. Memur ise "Efendim! “Şu anda teftiş var. Ne zaman biteceği belli olmaz. O yüzden kabul etmedim" deyince, müfettiş, "Ne teftişi? Teftiş bitti. Her şey yerli yerinde. Keşke ilçe başkanı gelseydi de benim çocuk polisliğe müracaat etmişti. Onunla tanıştıktan sonra çocuğun bilgisini ona verseydim, çok iyi olacaktı. Madem gelmedi. Siz de o ilçe başkanı ile iyi tanışıyorsunuz. Şu benim çocuğun bilgilerini yazayım da ilçe başkanımıza versen olur mu" der. Bir kağıda çocuğunun bilgilerini yazıp memura verir. O da "Bu iş bizim işimiz. Sizin çocuktan iyisini mi bulacaklar. Hemen iletirim" der.

Bu duruma sevinen müfettiş laptop ve evrakları toparlayarak müsaade alıp kurumu terk eder. 

Ötesini bilmiyorum. Kurumun gediklisi memur X ilçenin ilçe başkanını tanıyor muydu? Tanıyor idiyse referans olması için müfettişin çocuğunun bilgilerini ilçe başkanına verdi mi? Verdi ise ilçe başkanı ilgilendi mi? Müfettişin çocuğu polis oldu mu? Bu kısımları bilmiyorum. Bildiğim tek şey teftişin bu şekilde sona erdiği, memurun derin bir oh çektiği.

Söz müfettiş ve teftişten açılmışken kısaca bir soruşturmadan da bahsedeyim.

İki müfettiş, kelli felli bir amirin şikayeti üzerine üzerindeki görevi almak için muhakkik olarak görevlendirilir. Bunlar da aldıkları emir ve talimat gereği şikayete mebni kişinin ipini çekmek için bir inceleme ve soruşturma dosyası hazırlarlar. Dosya tam istenildiği gibi. Görevlerini yapmanın huzuru içinde görev yerlerine giderken bu muhakkik şerin kimin için geldiğini ve niyetlerini çok iyi bilen bir tecrübeli memur bu muhakkiklerden birini kenara çekip "Sayın müfettişim, hakkında dosya hazırladığınız kişinin arkası çok güçlü. O kimse falan kimsenin yeğeni" deyip kenara çekilip müfettişin ne yapacağını izlemeye koyulur.

Müfettiş az kenara çekilip iş ortağı diğer müfettişi arayarak "Hocam, bu kimse falanın yeğeni imiş. Ne yapacağız" diyerek endişesini paylaşır. Öyle ya iş yapacağız derken başlarına iş açılmasın.

Suç ortağı diğer muhakkik de flaşı gönderdiğini söyler. 

Bunun da sonrasını bilmiyorum. Ama öyle anlaşılıyor ki soruşturma dosyası kapanıncaya kadar ya bu kişinin dayısı kendilerini yerlerinden ederse diye epey bir endişeye kapılmışlardır. Gerçi sipariş üzere kelle almaya gelenlerin bu şekil endişe etmelerine gerek yoktur. Çünkü kelle avcılarının görevi, verilen emri harfiyen yerine getirmektir. Yine bir kölenin ya da kendisini köle statüsüne koyanların en büyük mutluluğu, efendilerini mutlu edip onların gözüne girmektir. Ötesi evhamdır. Boşa telaştır. Bir de ellerinde adalet terazisi varsa niye endişeye kapılsınlar değil mi? Vicdanları zaten rahat. Daha ne istesinler bu dünyadan değil mi?