8 Aralık 2024 Pazar

Ben de Ben Demenin Acı Sonu *

Saddam Hüseyin, 1979 yılında Irak'ın devlet başkanı oldu. 2003 yılına kadar ülkesini 24 yıl boyunca demir yumrukla yönetti. Kendine, ordusuna ve bağlılarına çok güvendi. Burnunun dikine gitti. Hep ben de ben dedi. Tek adam dense yeridir. Sonunda egosuna ve inadına yenildi. Ordusu ve sevenleri onu yalnız bıraktı. Ölümü feci oldu. Hiç ardından ağlayanı olmadı. Hep ben de ben demesinin sonucu olarak geriye istikrarsız ve bölünmüş bir ülke bıraktı. Gücü tek halkına yeten zalim ve diktatör olarak anılacak. 

Muammer Kaddafi, 1969 yılında Libya’nın başına geçti. 2011 yılına kadar 42 yıl boyunca ülkesini tek adam olarak yönetti. Hep ben de ben dedi. Kibir abidesiydi. Acımasızdı. Saddam gibi hep ABD'ye meydan okurdu. Ölümü tek adam Saddam gibi feci oldu. Ardından ağlayanı olmadı. Giderayak bölünmüş, istikrarsızlaştırılmış ve devletsizleştirilmiş bir ülke bıraktı. Diğer diktatörler gibi bu da hayırla anılmıyor.

Tek adamların son halkası Beşşar Esad oldu. Bu da Saddam ve Kaddafi gibi tek adam idi. Babasının yolundan gitti. Baba-oğul ülkeyi 1970'den 2024 yılına kadar aile olarak 54 yıl boyunca yönetti. İkisi de ben de ben dedi. Nasılsa ülke onların mülkü idi. Baba da oğul da halkına acımasızdı. Ülkesinde çıkan iç karışıklığı yönetemedi. 2011'den 2024'e kadar İran ve Rusya'nın desteğiyle ayakta kaldı. İran ve Rusya desteği çekince Rusya'ya sığınma talebinde bulunarak ülkeyi terk etti. Geriye istikrarsız, bölünmüş, kimin eli kimin cebinde belli olmayan, vatandaşı başka ülkelere sığınmış bir ülke bıraktı.

Ülkesini tek adam olarak yönetenleri ve akıbetlerini say say bitmez. Sadece üç tanesini örnek verdim. Diğer dikta yönetimler gibi bu üç diktatör de ülkelerini tepe tepe kullandı. Hepsi halkını mağdur etti. Kan, gözyaşı ve ölüm bıraktı.

Gitmeleriyle ülkeleri devlet olsa ülkelerine huzur gelse hiç gam yemeyeceğim. Bu üç diktanın bıraktığı ülkelere sittin sene huzur gelmez.

Gidenler gitti de yerine ne kondu ya da ne konacak? Irak ha var ha yok. Libya da öyle. Öyle zannediyorum Suriye de öyle olacak. Çünkü huzur bulmayacak şekilde bölgede kartlar yeniden karılıyor. Suriye’deki durum daha yeni. Ne şekilde bir yapı oluşacağı belli değil. Yalnız Irak ve Libya’ya bakınca Suriye için düşünülen plan da farklı olmasa gerek. Çünkü perşembenin gelişi kaç çarşambadan belli.

Tüm bu istikrarsız ülke oluşturmanız gerisinde öyle zannediyorum, İsrail’in güvenliği yatıyor olmalı. İsrail’in çevresinde İsrail’e kafa tutacak, efelenecek bir ülke kalmayacak. Çünkü her bir ülke kendi kendine yetmeyecek şekilde dizayn ediliyor. Bu ülkeler içeride birbiriyle iç karışıklık yaşayacak, içerideki sorunlar yüzünden kafasını dışarıya çeviremeyecek. İsrail de bölgede istediği şekilde at koşturacak. Canı sıkıldıkça bölge ülkelerine bomba yağdıracak.

Hasılı diktatörler, yönetimlerinde yüz güldürmedikleri gibi gittikten sonra da bu halkların yüzü gülmeyecek.

Bu durum Ortadoğu ülkelerinin kaderi mi? Kaderden ziyade bu ülkeler ağırlığı ve kafa yapısı kadar ülke olarak kalmaya devam edecek. Çünkü bu ülkeler sömürgeci devletlerin yolgeçen hanı. Nasılsa her ülkede süper güçlerin hizmetinde onlar adına vekalet savaşı verecek milyonlar var. Bu bölgede bu kafa oldukça daha bu bölge kimlerin sömürgesi olur. Yaşarsak göreceğiz. Ne de olsa kafa yapısı kadardır bu bölge.

Bu bölge ne yapıp ne edip tek adam kurtarıcılardan kurtulmalı. Maceraya girmemeli. Hep ben ben diyenlerden kurtulmalı ve devletlerini ortak akıl ile yönetmeliler. 

*11.12.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

7 Aralık 2024 Cumartesi

Bir Gönül İlişkisi Hikayesi

Hazırlık artı üç yıl lisede okuyan 11.sınıf bir kız öğrencim vardı. Türkçe matematik bölümünde okuyordu. 

Boy pos vardı, manken gibiydi ama aklı boyuyla ne kadar orantılıydı tartışılır. Bunu da şuradan biliyorum. Bir gün bahçedeyim. Bu kızımız da pencereden dışarıya bakıyor. Kulağımda küpe var dercesine küpeleri ben buradayım, görün der gibi sallanıyordu iki kulağından. 

Öğrencinin makyaj ve ziynet eşyası ile okula gelmesi yasaktı. Bunu da bilmesine rağmen gelmişti o şekil. Seslendim kendisine. Kızım o kulağındaki ne diye. Beklerdim ki küpe takmıştım. Unutmuşum. Hemen çıkarıyorum demesini. O ise "Altın hocam" dedi. Sanki gümüş mü diye sordum. Şimdi vardırma yukarıya. Hemen çıkar dedim. "Tamam" demişti.

Bir öğretmen geldi odama. "Hocam, şu kız ilçede ipsiz kopuk biriyle. Herkes bunu konuşuyor. Gezip dolaşmasından geçtim. Lise terk biriyle metruk yerlere girip çıktığı ayyuka çıktı. Ben konuşuyorum. Kızımız dinlemiyor. Ne yapabiliriz" dedi.

Okul dışında bir durum. Yine de ailesini bilgilendireyim dedim. 

Müdür yardımcısına, hocam! Şu kız öğrencinin annesini, kızının durumuyla ilgili görüşmek üzere telefon açıp okula çağıralım dedim. 

Müdür yardımcısı, ilçenin uzun yıllar gediklisi idi. Herkes onu, o da herkesi tanırdı. 

"Çağırayım çağırmaya ama hiç tavsiye etmem görüşmenizi" dedi. Niye dedim. "Anne sosyete biri. Bu tip şeylere sıcak bakıyor. O kızın ablasını da biz buradan mezun ettik. Ablası da üç aşağı beş yukarı böyle idi. Bizi uğraştırdı. Annesini çağırıp durumu anlattık. Siz ne karışırsınız. Karışmayın kızıma dedi bize. Epey bir hakaret etti" dedi. 

Biz yine de çağırıp görevimizi yapalım. Varsın bize de büyük kızı için söylediğini söylesin. En azından ileride niye haberim yoktu demesin dedim.

Anne geldi. Benimle görüşmek istemişsiniz dedi. Odama alıp çay ikram ettim. Hal hatır, memleket, şuradan, buradan...kızının hedefi olup olmadığını sordum.

Ardından üstü kapalı bir şekilde bir şeyler söyledim. Aklımda kaldığı kadarıyla özetleyeyim: Lisedeki öğrenciler bazen ergenliği zor atlatabiliyor. Karşıt cinse ilgi duymaya başlıyor. Üniversite hedefi ile karşıt cinse ilgi duyması aynı zamana denk geliyor. Duygular aklın önüne geçiyor. Duygular ön plana çıkınca bir koltukta hem üniversite hem aşk birlikte yürümüyor. Çünkü bir koltukta iki karpuz taşımak gibidir bu durum. İkisinden biri düşüp kırılıyor. Genelde de üniversite hedefi öteleniyor. Çünkü duygusal hal daha baskın çıkıyor. Elbette insanın karşıt cinse ilgi duyması kadar doğal bir şey yok. Ama zamanı değil. Ne de olsa daha çocuk sayılır bunlar. Üniversite hedefini yakaladıktan sonra düşünülmesi gereken şeyler bunlar, türünden bir şeyler söyledim.

Can kulağıyla dinledi beni. "Hocam, biraz daha açık konuşur musun" dedi. Elbette dedim. 

Kızınızın daha lise çağında gönül ilişkisine girmesine nasıl bakarsınız dedim. "Daha erken. Önünde üniversite var" dedi. Diyelim ki kızımız böyle bir gönül ilişkisine girdi. Ciddi ciddi evlenmeyi düşünüyor. Damat adayının da derli toplu ve hedefi olan, aynı zamanda içinize sinen biri olmasını istersiniz sanırım dedim. "Elbette" dedi. Bildiğim kadarıyla siz Ankaralısınız. Eşinizin görevi dolayısıyla buradasınız. Eşiniz emekli olunca da buradan gidersiniz dedim. "Öyle düşünüyoruz" dedi. Ardından "kızımın istediği ile evlenmesini isterim. Ama hata yapmasını istemem. Çünkü onun mutsuz olması beni üzer. Ben eşimle istemeden evlendim. Çok mutlu olduğum söylenemez. Aramızda kültür farkı var" dedi. O zaman biraz daha açayım. Kızınız ilçede biri ile gezip dolaşıyormuş. Ben oğlanı tanımam. Burayı bilenlere göre oğlan falanın oğlu imiş. Çok sağlam pabuç olmadığı söyleniyor. Kızınıza da denk değil. Yarın kızınız üniversite okumuş biri olurken oğlan ise işi gücü olmayan ve lise terk biri olacak. Hayatının hatasını yapmasını istemem dedim.

"Hocam, ben böyle bir şeye sıcak bakmıyorum. Razı gelmem" dedi. 

Okul dışında olan bir durum. Okula gelen bir problem yok. Kızınızın adının çıkmasını ve lekelenmesini istemiyorum. Yanlış anlamayın, bunu söylerken utana sıkıla söylüyorum. Kızımızın metruk binalara o erkekle girip çıktığını görenler var. Herhalde bu duruma da sıcak bakmazsınız. Yine de size ne diyebilirsiniz. Zira çocuk sizin dedim. Sözlerim de bu kadar. Çok uzattım, kusura bakmayın ama hassas bir konu. Pot kırmayayım diye mümkün olduğunca açık konuşmamaya çalıştım dedim.

"Hocam, çok sağ olun. Allah razı olsun. Bundan sonra okula daha sık geleceğim. Hatta okulun bazen okullar arası maçları oluyor. Öğrenciler genelde okullarını desteklemek için okulu asıp maça gidiyor. Herkes gitse bile benim kızım, maçlara bile gitmesin. En ufak bir durumda beni arayabilirsiniz" dedi. Ardından müsaade alıp gitti. 

Annenin hakaret etmesini beklerken memnuniyetle ayrılmasından, bu işi ağzıma yüzüme bulaştırmadığımdan anne kadar ben de memnun oldum. 

Sonrasında, kızımızın annesi zaman zaman okula uğradı. Çocuğu hakkında bilgi aldı ve takibini yaptı. Kız kendisine biraz daha çekidüzen verdi. 

Mezun olduktan sonra ne yaptı ne etti bilmiyorum. Hiç karşılaşmadım. Zaten ben de ilçeden iki yıl sonrasında ayrılmıştım. 

6 Aralık 2024 Cuma

Evlere Şenlik Öğrenciler

Genç, şu başındaki şapkayı çıkarır mısın? Dersteyiz.
Çıkaramam. 
Niye?
Kestirdim. 
Rahatsızlığın yoksa lütfen çıkar. 
Çıkarırsın, çıkarmazsın derken yanındakine, "Daha bu şapkayı çıkartacak anasından doğmadı" demez mi?
Bunu diyen de daha 9.sınıf bir öğrenci. 
Gel yanıma. Şu dediğini bir daha söyle dedim. 
Bir şey demedim dedi. 
Dediğini duydum, bir daha söyle dedim. 
Arkadaşa söyledim dedi. 
Ben de bunu yuttum. Hemen şimdi şapkayı çıkarıyorsun dedim. 
Lütfedip çıkardı. 
Güler misin, ağlar mısın? 
Şimdiden kabadayılık yapan; yürüyüşü, oturuşu ve konuşmasıyla gün görmedik laflar eden bu çocuk yiyecek sektöründe. Sanırım kasap olacak. 
*
Burası hem yemekhane hem derslik. 
Beş kişiyi bıçakla yaralamaktan hakkında işlem yapılmış, denetimli serbestlikten yararlanarak serbest bırakılmış, kırmızı reçete ilaç kullanan bir 11.sınıf talebesi, ders esnasında oturduğu sandalyeden kalktı. Yan yana konmuş üç sandalyenin yanına geldi.
Ne yapacak diye bakıyorum. 
Başına bir şey geçirdi. Üzerine montunu aldı. Upuzun uzanıp yattı sandalyeye. 
Ne yapıyorsun dedim. 
Hiç, yatıyorum dedi. 
Olur mu öyle. Dersteyiz. Böyle yatılmaz dedim. 
Uykum var benim dedi. 
Olurdu, olmazdı derken istemeye istemeye lütfedip kalktı.
Bu yaptığın normal mi dedim. 
"Normal. Niye normal olmasın" dedi.
Yatmasından geçtim. Bu yaptığını normal görmesi garibime gitti. 
Ölür müsün, öldürür müsün? 
Bekleyin, yiyecek sektörü ileride bu gence emanet edilecek. 
*
9,sınıfa derse girdim.
Bir öğrenci, müdürle görüşmem lazım, yok yazmasanız dedi. 
Hemen mi dedim. Evet dedi. 
Çabuk, git gel dedim.
Beş, on, on beş dakika geçti. Öğrenci gelmedi. 
Ardından bir öğrenci gönderdim. Arkadaşınız hala müdürü yanında mı diye. 
Öğrenci, gitti geldi. Kimse yok müdürün yanında dedi. 
Teneffüste müdüre uğradım. Şu isimli bir öğrenci yanınıza geldi mi dedim. Hayır dedi.
Teneffüs bitip tekrar aynı sınıfa derse girdim.
Müdürle görüşeceğim diye izin alan öğrenci sınıfta idi. Görüştün mü müdürle dedim. Evet hocam görüştüm dedi. 
Gel bir de birlikte gidelim müdürün yanına dedim. Tamam dedi. 
Birlikte sınıftan çıkıp koridora yöneldim. 
Hocam, bir şey söyleyeyim mi? Müdürle görüşmedim, müdürün yanına da gitmedim. Yalan söyledim size. Bu ders beni yok yazın da bu durumu arkadaşlar bilmese olur mu dedi. Bu yaptığın doğru değil, bir daha bu şekil kaşıma çıkma ve benden hiç izin isteme. Geç içeriye dedim. Tamam, hocam, çok sağ olun dedi.
Vay be. Siz böyle öğretmeninizi uyuttunuz mu hiç?
Bu çocuk da yiyecek sektöründe olacak. Bilginiz olsun. 
*
Tüm öğrencileri almasa da okul bahçesine yine de epey bir öğrenci sığar. Fakat teneffüslerde bahçede öğrenci görmek mümkün değil. Zil sesini duyan soluğu bahçe dışında alıyor. Dışarı çıkan yakıyor bir tane zıkkım. 
Çekiyor da çekiyorlar. 
İçmeyen yok gibi. 
Öğretmen görüyormuş, idareci geliyormuş... Hiçbirinin umurunda değil. 
Tek dertleri yaktıklarını çeke çeke bitirmek. 
Zil çaldı, yok yazılacaksınız, acele edin diyorsun. Pek umursayan çıkmaz. 
Haydi delikanlı, at artık, gir içeriye dedim birine. 
Hocam, şunun tanesi 4,5 liraya geliyor. Nasıl atarım de mi dedi.
Hasılı, gerekirse yok yazılmayı göze alıyor ama elindekini atıvermiyor.
Bu zıkkımı öğrenciliğinizde içtiğimiz zaman nerede içtiniz? Öyle zannediyorum, bir öğretmen görmesin diye sote yerleri seçmiş olmalısınız. Şimdikiler gözünün önünde içiyorlar. Bir yüzüne üfürmedikleri kaldı.
Eskiler bu durumu görseydi, kıyamet yakın derdi.
Hasılı neler gördüm neler. Bu gördüklerim öyle zannediyorum, hepimizin defalarca izlediği Hababam Sınıfı öğrencilerine beş çeker.