2 Ağustos 2024 Cuma

Mikail Bayram

İlk defa Celalettin Rumi ile ilgili görüşlerinden dolayı birkaç videosunu izlemiştim. Akıcı, içten, ulaştığı bilgiyi söylemekten geri durmayan bir kişilik izlenimi edinmiştim.

Sonra denk gelen başka videolarını da dinledim. Dinledikçe ilim derya biri var karşımda dedim.

Okuduğunu belleğine yerleştirmiş adeta. Abbasîleri, Selçukluları, İran'ı, bugünkü din anlayışımızda İran'ın etkisini onun videolarını dinleyerek öğrendim. Fil süresini tefsir edişi de ezber bozan türdendi.

Adeta ayaklı kütüphane idi nazarımda. Sadece okuduğunu nakleden değil aynı zamanda yorumunu katan, tespitlerde bulunan ve ezber bozan bir yönü vardı. 

Zerdüşt'ün kim, Avesta'nın ne olduğunu ondan öğrendim. 

Nasrettin Tusi'nin Ahi Evran olduğu tespitini ilk yapan kişi olarak belleğimde yerini aldı. 

Şems'in, Rumi'nin, oğlu Alaeddin'in ve Nasrettin Tusi'nin fikirlerini, mücadele ve bakış açılarını, kimin kimle iş tuttuğunu sayesinde bilgi edindim. 

Öğrencisi değilim ama dinlediğim videoları sayesinde kendimi öğrencisi saysam yanlış olmaz. Çünkü olaylara ve tarihe farklı bakış açısıyla ufkumu açtığını düşünüyorum. 

İsminin önünde sadece Prof. etiketi olan bir akademisyen değildi. Gerçek bir bilim adamı idi. O kadar bilgi birikimine rağmen her konuşmasında, duruşunda ve görünüşünde hep tevazu gördüm.

Osmanlıca, Farsça, Pehlevice ve Arapça yazıp konuştuğu dillerden. Türk lehçelerine hakim. Özellikle Pehlevice'yi bugün çoğu İranlıların bile bildiğini sanmıyorum. 

Bilgi, birikim ve bilim insanı olmanın yanında, onu çoğu akademisyenden ayıran özelliği; bildiğini, görüşünü, ulaştığı bilgiyi aktarmada kınayanın kınamasına aldırmaması. Doğru bildiğini söylemekten kaçınmaması, renk verirsem, farklı görüşümü söylersem dışlanırım endişesini taşımaması. Uğruna dışlanmış ve gerçek değeri verilmemiş ama o duruşunu değiştirmemiştir. 

Aykırı fikir ve duruşundan dolayı hak ettiği değeri sağlığında iken verilmese de sevenleri ve takdir edenleri yanında ayrı bir değere sahip Mikail Bayram.

Ortaçağ, Selçuklu tarihi, kadim dinler uzmanı olan Hoca’nın yazılmış çokça eseri vardır.

Mikail Bayram’ın bu bilgi ve birikimi elde etmesi tesadüfi değil, adeta ömrünü bilim ve bilgiye adamasındandır.

Çocukluğu ve okuması da ilginç. Geldiği noktaya tırnaklarıyla gelmiş. Yine videodan kendi sesiyle dinlemiştim hayatını. Aklımda kaldığı kadarıyla kısaca bahsetmek isterim. Van’ın ilçesi Saray doğumlu sanırım. İlkokulu bitirdikten sonra ilçede ortaokul yok. Babasını güç bela ikna eder. Van’ın başka bir ilçesinde ortaokulu okur. Kalacak yeri yoktur. Öyle zannederim parası da yoktur. Uzun süre camilerin üst katlarında bulunan kadınlar mahallinde halı ve kilimlere sarılarak sabahlamış. Sabah namazını cemaatle imamın arkasında kıldıktan sonra okulun yolunu tutmuş. Bir ara evini, barkını kilitleyip yurtdışına giden Yahudilere ait evlerde kalmış izinsiz. Polisin yakalamasıyla sonrasında nerede kaldı da eğitim ve öğretimine devam edebildi bilmiyorum.

Zorlu ortaokul ve lise hayatının ardından Ankara İlahiyat Fakültesini kazanmış. Bir öğretim üyesi Farsça derslerine giriyor. Ama anlattığı ders çok basit. Bir gün ders çıkışı hocasına, biz bu anlattıklarını biliyoruz. Bize daha ileri seviyesini anlatamaz mısın der. Hocası, kaç kişi var senin durumunda der. Sanırım 6 ya da 8 kişiyiz der. Hoca bunlara pazar günü evinde dersler verir.

Mehmet Azimli sayesinde kendisini 7-8 ay önce evinde ziyaret etmiştim. Bir, bir buçuk saat kadar evinde çay eşliğinde kendisini canlı dinleme imkanım olmuştu. Bazı sorular sorup cevaplarını vermişti.

Misafir edildiğimiz odaya engelli bastonuyla eşinin yardımıyla güç bela gelmişti. Ayakta zor durmasına rağmen hoş geldiniz ile yetinmeyip boynumuza sarılmıştı. Hasta idi zaten. Çünkü beyin kanaması geçirmişti. Otururken kafasını dinlendirmek için ara ara arkaya yaslanıp başını dinlendirmişti. Hasta haliyle bile bizi misafir kabul etmiş, çay yanında ikramını yapmış, sorularımıza cevap vermişti. Başını ve kendisini zor dayamasına rağmen yüzünden gülümseme hiç eksik değildi.

Eşi getirmişti odasından yanımıza hocamızı. Kendisini bu halde görünce Allah uzun ömürler versin demiştim de eşi, ömrün hayırlısını versin demişti yüzüme bakarak.

Mikail Bayram’ı anlatmaya cümlelerim kifayet etmez. Şu var ki eşinin dediği gibi ömrünün hayırlısı bu kadarmış. 84 yaşında iken vefat etti.

Vefat ettiğini de burundan geçirdiğim küçük bir operasyon sonrası hastanede yatarken haberdar oldum ve çok üzüldüm.

Giderken iz bırakarak gitti hem de hoş bir seda. Allah kendisinden razı olsun. Sevenlerinin başı sağ olsun. Anlattığı tarih ve geride bıraktıkları kendisine şahit olsun. 

1 Ağustos 2024 Perşembe

Beni Hiç Şaşırtmayan Pazarcılar

Sebze ve meyveyi ihtiyacımı marketlerden gidersem de zaman zaman pazardan giderdiğim olur.

Bu sefer de rotayı pazara çevirdim. Pazarın içine girmeden biber, fasulye ve domates aldım. Bir de içeriye bakayım istedim. 

Girişin hemen sağında iri iri şeftaliler dikkatimi çekti. Al beni diyordu. Kaç lira dedim 35 dedi. Bir kadın da şeftaliden tadıyordu. Tadı nasıl dedim. İyi dedi. İki kilo ver dedim. Arkadan tartıp verdi.
Alacağım bitmişti. Yine de bir dolaşayım dedim. Diğer taraflarda da şeftali 30-35 arası idi. 30 liralık olanlar da al beni, pişman olmazsın diyordu. Üstelik yarma yazıyordu. Ama almıştım beş fazlasına. 

İlk gördüğünü almamalıydın. Öğrenemedin gitti hala bu pazar alışverişini dedim ise de beş fazla verdim ama öyle zannediyorum aldığım şeftali çok iyidir diye kendi kendimi teselli ettim.

Eve geldim. İçişleri bakanı fasulye ve biberi çok beğendi. Tam aldığım sebzeler beğeni aldı derken şeftalilerden dört tanesi ezikmiş dedi. Haliyle az önceki mutluluğum boğazımda düğümlendi. Hani, nasılmış, bakayım demedim. Yine de düşünmeden edemedim. İri iri şeftalinin iki kilosundan dört tanesi ezik ise geriye sağlam kaç tane olurdu? 

Sabah dolabı açıp bir şey için bir şeyler atıştırayım ki altı dolsun istedim. Bir kapta diğer şeftalilerden ayrılmış dört âdet şeftali gördüm. Sanırım diğer kapta da ya dört ya da beş şeftali vardı.
Önceliğim bu ezik şeftaliler olsun deyip dolaptan çıkardım. Altını üstüne getirdim. Öyle böyle değil, ele alınacak gibi değildi şeftaliler. Tabağın tabanına suları bile akmış. Hasılı tabakta gördüğümüz gibi şeftaliler.

Şaşırdım doğrusu diyeceğim ama hiç şaşırmadım aslında. Çünkü ben bu familyayı iyi tanıyorum. Öne iyi ve iyileri koyan, müşteriyi çektikten sonra arkadan dolduran, doldururken de baksan bile ezik olduğunu fark ettirmeyen tipler bunlar. Çünkü ezik tarafını alta koyarlar, hafifçe alıp poşetin içine koyarlar. Sayıları her geçen gün azalıyor ve yok olmaya doğru gidiyor dediğim bu yetenekli kişiler hala mevcutmuş meğer. Bu işi meslek haline getirenlerin çoğu her müşteriye bir, iki ezik koyarak ezikleri eritirken bu mübarek bir poşete dört tane birden koyarak tüm ezikleri bana doldurmuş. Belki de hep ezik koyacaktı, ben böyle amca bulamam bir daha diye. Demek ki başka eziği yokmuş. Poşeti bağlamadan uzattı. Ben de içine bile bakmadan sepetime koymuştum. Halbuki bu tipler eziği koyduktan sonra bir güzel ağzını bağlardı. Ben bu amcayı ayakta uyuturum düşüncesiyle ağzını bağlamayı gerek görmemiş. 

Öğrenciliğimde de köye giderken Eski Garaj civarında bir seyyardan böyle şeftali almıştım. Kardeş, uzağa gideceğim, varıncaya kadar içinde erimesin, ne olur çok yumuşağını verme, parası önemli değil demiştim de tamam abi deyip doldurmuştu. Ağzını da bir güzel bağlamıştı. Parasını verip poşeti elime aldığımda şeftaliye parmağımın geçip gittiğini görünce, al şeftali senin olsun deyip tablasının üzerine poşeti bırakmıştım. Yok, öyle değil dediğine cevap bile vermemiştim. Ardımdan al paranı diye seslendiyse de para da senin olsun deyip paramı almadan geçip gitmiştim.

Seyyar satıcılarda ve pazarcı esnasında eskiye oranla iyi ve orta ürün verme ön plana çıksa da demek ki huylu huyundan vaz geçmiyor.

Konya pazar ve tablacı esnafının çoğunun sebze ve meyveyi seçtirmemesinden geçtim. Gözümün içine baka baka çürük, çarık ve ezikleri doldurmaları zoruma gidiyor. Bu tür mal satan Konya pazarcısı ve tablacısı bu kafa yapısıyla, gösterdiğinden farklı malı vermeye nasıl devam ediyor, biz ise böyle malı almaya nasıl devam ediyoruz, inanın anlamış değilim. Kendi evine götürmeyeceği ürünü başkasına nasıl veriyor bunlar? Yazık ki yazık. 

Pazarlar eskisi gibi değil. Çoğu insan bundan dolayı marketlere yöneldi. Aynı fiyata seçerek alıyor üstelik. Pazar ve tablacılar müşterilerinin çoğunu marketlere kaptırmasına rağmen böyle giderse ileride sinek avlayacağız diye niye düşünmezler de böyle kendi topuklarına sıkıyorlar?

Bir diğer husus, marketler pazarlarla aynı fiyata hatta pazar fiyatından düşüğe sattığı gibi tek tek seçtiriyor. Marketlerden, seçile seçile sebze ve meyve fire verirken pazarcı esnafı doğru dürüst fire de vermiyor. Çünkü çürük çarık dolduruyor.
Burada tüm pazarcı esnafı ve tablacı böyledir demiyorum. İçlerinde malını dürüst satanlar ve seçtirenler vardır ama sayıları azdır. Çoğunluğu sahtekar, günü kurtarma üzerine ticaret yapıyorlar.

Öyle zannediyorum pazarlarda Konya dışında sebze ve meyve seçtirmeyen bir şehir bilmiyorum. Sebze ve meyve seçtirmeme Konya pazarcısına has. Konyalı tepki vermediği müddetçe de pazarının bu hastalığı ve hastalıklı satışı devam edecek. Aslında bunları adam etmenin bir yolu var: Tüketici ürününü seçtirmeyen pazarcıdan alışveriş yapmayacak. Akşama kadar malı elinde kalan tıpış tıpış malını seçtirecektir. Bunun için tüketicide bilinç gerek.
Ezik şeftaliler yüzünden ben bu esnafa kızdım ve bu yazıyı döşedim ya. Şimdi bir düşüncedir aldı beni. Ya bu adam, bu amca yaşlı. Ağzında doğru dürüst diş yoktur. Şuna dişine göre yumuşaklarından vereyim de afiyetle yesin diye beni düşünmüş olmasın. 

Aman neyse ne. Öyle de olsa yazıyı baştan alıp yazamam. 

Kaldırılan Sosyal Medya Paylaşımları

Hamas lideri İsmail Haniye'nin İran'ın başkenti Tahran'da, Cumhurbaşkanlığı makamına 150 metrelik bir mesafede konakladığı konutta bir hava saldırısı sonucunda öldürülmesinin ardından, 31 Temmuz 2024 tarihli günün sabahında sosyal medyada İsmail Haniye lehine, İsrail aleyhine paylaşımlar birbiri arkasına geldi.

Çoğu paylaşımcı ikinci bir paylaşım daha yaptı. Bu sefer ki paylaşımları "Şöyle bir paylaşım yapmıştım. Gönderin Kaldırıldı" şeklinde.

Çoğunda kaldırma nedeni olarak "Görünüşe göre tehlikeli olarak tanımadığınız kişi ve kuruluşların sembollerini paylaştın, gönderdin, bunları övdün veya rakip ettin. Bu, tehlikeli kişi ve örgütlerle ilgili Topluluk Standartlarımıza aykırı" gerekçesi yazılmış.

Yazılan paylaşımın kaldırılmasını kızıyoruz kızmaya. Niye kaldırıyorlar diye kızalım. Bunu akşam sabah yapalım. 

Peki, bu kızmamızın faydası var mı? Hayır. Kızdığımızla kalıyoruz. Maalesef yok.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.

Kullandığımız sosyal medya platformları Yahudi sermayesi ile kurulmuş, üretilmiş platformlar. Sermayesi ve üretimi Yahudi olmasa bile dünya yüzeyinde hiç kimse Yahudileri karşısına alamıyor. Çünkü baskın güçler. Yaptırımları ağır. Yahudiye rağmen dünyada sermaye olmak, güç olmak ve ayakta kalabilmek mümkün değil.

Tüketici ve üretici olmayan, hep başkasının üretip servis ettiğini kullanan bizler, Yahudi sermayesi ve üretimi ile kurulan bu tür sosyal medya platformlarını kullanarak istediğimiz her şeyi yazalım istiyoruz. İstiyoruz ki bir haksızlık var. Herkes bu haksızlığa karşı çıksın, herkes bizim görüşümüzde olsun ya da bizim görüşümüzde olmasa da biz yazalım, kimse sesini çıkarmasın istiyoruz. Bilelim ki böyle bir dünya yok. Herkes bizim gibi düşünmüyor. Mesela İran'da öldürülen İsmail Haniye bize göre kurtuluş mücadelesi veren bir mücahit iken onlara göre bu aktör bir terörist. Biz öldürülen kimseyi överken onlar yeriyor. Yani bizim mücahitlerle onların mücahitleri farklı. Bizim terörist gördüğümüzü onlar görmüyor.

Şimdi biraz empati yapalım. Bu sosyal medya platformlarını biz kurup herkesin kullanabileceği şekilde dünyaya servis etsek, bu platforma Yahudiler de girse, Haniyye öldürüldüğü için Yahudiler bu platformda göbek atsa, Haniyye aleyhine paylaşımlarda bulunsa, biz bu tür paylaşımlara izin verir miyiz? Herhalde cevabımız izin vermeyiz olur. Hiç kusura bakmayalım da Yahudiler de bunu yapıyor. Terörist gördükleri Haniyye için yazılan övgü dolu sözlere tahammül edemiyorlar ve paylaşımı engelliyorlar.

Sosyal medya hayatın bir parçası olduğu andan itibaren İsmail Haniyye ile ilgili paylaşımlar kaldırıldığı gibi niceleri kaldırıldı. Çünkü platformu kuran, servis eden, sermaye sağlayan onlar. Yani malın sahibi. Kuralları da mal sahibi belirler. O yüzden bırakalım paylaşımlarımızı kaldırıyorlar demeyi, onlara kızmayı ve köpürmeyi.

Düşünelim biz bu durumda ne yapmalıyız sorusunu soralım. Cevap basit aslında. Kendi sosyal medya platformlarımızı kurmak. Kendi platformumuzu kurduğumuz zaman istediğimiz her türlü paylaşımı yapalım. Birilerini överken diğerlerini yerelim. Kim ne diyebilir buna.

Var mıyız böyle bir şeye? Maalesef yokuz. Çünkü biz üretmek için değil, başkasının ürettiğini kullanmak için varız. Böyle bir irade ortaya koyma niyetimiz olsaydı, şimdiye dek kaç tane bu platformlardan kurardık. Ama kurmadık ya da kuramadık veya kurdurmadılar. 

Vakit geç değil, sadece kötü komşu mal sahibi yapar sözünü prensip edineceğiz. Onlar bizim paylaşımları kaldırdı mı? Madem öyle biz de kendi platformumuzu kurduk diyebilmektir.

Hoş, hangi alanda ne ürettik ki kendi sosyal medyamızı kuracağız...