Ana içeriğe atla

Mikail Bayram

İlk defa Celalettin Rumi ile ilgili görüşlerinden dolayı birkaç videosunu izlemiştim. Akıcı, içten, ulaştığı bilgiyi söylemekten geri durmayan bir kişilik izlenimi edinmiştim.

Sonra denk gelen başka videolarını da dinledim. Dinledikçe ilim derya biri var karşımda dedim.

Okuduğunu belleğine yerleştirmiş adeta. Abbasîleri, Selçukluları, İran'ı, bugünkü din anlayışımızda İran'ın etkisini onun videolarını dinleyerek öğrendim. Fil süresini tefsir edişi de ezber bozan türdendi.

Adeta ayaklı kütüphane idi nazarımda. Sadece okuduğunu nakleden değil aynı zamanda yorumunu katan, tespitlerde bulunan ve ezber bozan bir yönü vardı. 

Zerdüşt'ün kim, Avesta'nın ne olduğunu ondan öğrendim. 

Nasrettin Tusi'nin Ahi Evran olduğu tespitini ilk yapan kişi olarak belleğimde yerini aldı. 

Şems'in, Rumi'nin, oğlu Alaeddin'in ve Nasrettin Tusi'nin fikirlerini, mücadele ve bakış açılarını, kimin kimle iş tuttuğunu sayesinde bilgi edindim. 

Öğrencisi değilim ama dinlediğim videoları sayesinde kendimi öğrencisi saysam yanlış olmaz. Çünkü olaylara ve tarihe farklı bakış açısıyla ufkumu açtığını düşünüyorum. 

İsminin önünde sadece Prof. etiketi olan bir akademisyen değildi. Gerçek bir bilim adamı idi. O kadar bilgi birikimine rağmen her konuşmasında, duruşunda ve görünüşünde hep tevazu gördüm.

Osmanlıca, Farsça, Pehlevice ve Arapça yazıp konuştuğu dillerden. Türk lehçelerine hakim. Özellikle Pehlevice'yi bugün çoğu İranlıların bile bildiğini sanmıyorum. 

Bilgi, birikim ve bilim insanı olmanın yanında, onu çoğu akademisyenden ayıran özelliği; bildiğini, görüşünü, ulaştığı bilgiyi aktarmada kınayanın kınamasına aldırmaması. Doğru bildiğini söylemekten kaçınmaması, renk verirsem, farklı görüşümü söylersem dışlanırım endişesini taşımaması. Uğruna dışlanmış ve gerçek değeri verilmemiş ama o duruşunu değiştirmemiştir. 

Aykırı fikir ve duruşundan dolayı hak ettiği değeri sağlığında iken verilmese de sevenleri ve takdir edenleri yanında ayrı bir değere sahip Mikail Bayram.

Ortaçağ, Selçuklu tarihi, kadim dinler uzmanı olan Hoca’nın yazılmış çokça eseri vardır.

Mikail Bayram’ın bu bilgi ve birikimi elde etmesi tesadüfi değil, adeta ömrünü bilim ve bilgiye adamasındandır.

Çocukluğu ve okuması da ilginç. Geldiği noktaya tırnaklarıyla gelmiş. Yine videodan kendi sesiyle dinlemiştim hayatını. Aklımda kaldığı kadarıyla kısaca bahsetmek isterim. Van’ın ilçesi Saray doğumlu sanırım. İlkokulu bitirdikten sonra ilçede ortaokul yok. Babasını güç bela ikna eder. Van’ın başka bir ilçesinde ortaokulu okur. Kalacak yeri yoktur. Öyle zannederim parası da yoktur. Uzun süre camilerin üst katlarında bulunan kadınlar mahallinde halı ve kilimlere sarılarak sabahlamış. Sabah namazını cemaatle imamın arkasında kıldıktan sonra okulun yolunu tutmuş. Bir ara evini, barkını kilitleyip yurtdışına giden Yahudilere ait evlerde kalmış izinsiz. Polisin yakalamasıyla sonrasında nerede kaldı da eğitim ve öğretimine devam edebildi bilmiyorum.

Zorlu ortaokul ve lise hayatının ardından Ankara İlahiyat Fakültesini kazanmış. Bir öğretim üyesi Farsça derslerine giriyor. Ama anlattığı ders çok basit. Bir gün ders çıkışı hocasına, biz bu anlattıklarını biliyoruz. Bize daha ileri seviyesini anlatamaz mısın der. Hocası, kaç kişi var senin durumunda der. Sanırım 6 ya da 8 kişiyiz der. Hoca bunlara pazar günü evinde dersler verir.

Mehmet Azimli sayesinde kendisini 7-8 ay önce evinde ziyaret etmiştim. Bir, bir buçuk saat kadar evinde çay eşliğinde kendisini canlı dinleme imkanım olmuştu. Bazı sorular sorup cevaplarını vermişti.

Misafir edildiğimiz odaya engelli bastonuyla eşinin yardımıyla güç bela gelmişti. Ayakta zor durmasına rağmen hoş geldiniz ile yetinmeyip boynumuza sarılmıştı. Hasta idi zaten. Çünkü beyin kanaması geçirmişti. Otururken kafasını dinlendirmek için ara ara arkaya yaslanıp başını dinlendirmişti. Hasta haliyle bile bizi misafir kabul etmiş, çay yanında ikramını yapmış, sorularımıza cevap vermişti. Başını ve kendisini zor dayamasına rağmen yüzünden gülümseme hiç eksik değildi.

Eşi getirmişti odasından yanımıza hocamızı. Kendisini bu halde görünce Allah uzun ömürler versin demiştim de eşi, ömrün hayırlısını versin demişti yüzüme bakarak.

Mikail Bayram’ı anlatmaya cümlelerim kifayet etmez. Şu var ki eşinin dediği gibi ömrünün hayırlısı bu kadarmış. 84 yaşında iken vefat etti.

Vefat ettiğini de burundan geçirdiğim küçük bir operasyon sonrası hastanede yatarken haberdar oldum ve çok üzüldüm.

Giderken iz bırakarak gitti hem de hoş bir seda. Allah kendisinden razı olsun. Sevenlerinin başı sağ olsun. Anlattığı tarih ve geride bıraktıkları kendisine şahit olsun. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde