1 Ağustos 2024 Perşembe

Beni Hiç Şaşırtmayan Pazarcılar

Sebze ve meyveyi ihtiyacımı marketlerden gidersem de zaman zaman pazardan giderdiğim olur.

Bu sefer de rotayı pazara çevirdim. Pazarın içine girmeden biber, fasulye ve domates aldım. Bir de içeriye bakayım istedim. 

Girişin hemen sağında iri iri şeftaliler dikkatimi çekti. Al beni diyordu. Kaç lira dedim 35 dedi. Bir kadın da şeftaliden tadıyordu. Tadı nasıl dedim. İyi dedi. İki kilo ver dedim. Arkadan tartıp verdi.
Alacağım bitmişti. Yine de bir dolaşayım dedim. Diğer taraflarda da şeftali 30-35 arası idi. 30 liralık olanlar da al beni, pişman olmazsın diyordu. Üstelik yarma yazıyordu. Ama almıştım beş fazlasına. 

İlk gördüğünü almamalıydın. Öğrenemedin gitti hala bu pazar alışverişini dedim ise de beş fazla verdim ama öyle zannediyorum aldığım şeftali çok iyidir diye kendi kendimi teselli ettim.

Eve geldim. İçişleri bakanı fasulye ve biberi çok beğendi. Tam aldığım sebzeler beğeni aldı derken şeftalilerden dört tanesi ezikmiş dedi. Haliyle az önceki mutluluğum boğazımda düğümlendi. Hani, nasılmış, bakayım demedim. Yine de düşünmeden edemedim. İri iri şeftalinin iki kilosundan dört tanesi ezik ise geriye sağlam kaç tane olurdu? 

Sabah dolabı açıp bir şey için bir şeyler atıştırayım ki altı dolsun istedim. Bir kapta diğer şeftalilerden ayrılmış dört âdet şeftali gördüm. Sanırım diğer kapta da ya dört ya da beş şeftali vardı.
Önceliğim bu ezik şeftaliler olsun deyip dolaptan çıkardım. Altını üstüne getirdim. Öyle böyle değil, ele alınacak gibi değildi şeftaliler. Tabağın tabanına suları bile akmış. Hasılı tabakta gördüğümüz gibi şeftaliler.

Şaşırdım doğrusu diyeceğim ama hiç şaşırmadım aslında. Çünkü ben bu familyayı iyi tanıyorum. Öne iyi ve iyileri koyan, müşteriyi çektikten sonra arkadan dolduran, doldururken de baksan bile ezik olduğunu fark ettirmeyen tipler bunlar. Çünkü ezik tarafını alta koyarlar, hafifçe alıp poşetin içine koyarlar. Sayıları her geçen gün azalıyor ve yok olmaya doğru gidiyor dediğim bu yetenekli kişiler hala mevcutmuş meğer. Bu işi meslek haline getirenlerin çoğu her müşteriye bir, iki ezik koyarak ezikleri eritirken bu mübarek bir poşete dört tane birden koyarak tüm ezikleri bana doldurmuş. Belki de hep ezik koyacaktı, ben böyle amca bulamam bir daha diye. Demek ki başka eziği yokmuş. Poşeti bağlamadan uzattı. Ben de içine bile bakmadan sepetime koymuştum. Halbuki bu tipler eziği koyduktan sonra bir güzel ağzını bağlardı. Ben bu amcayı ayakta uyuturum düşüncesiyle ağzını bağlamayı gerek görmemiş. 

Öğrenciliğimde de köye giderken Eski Garaj civarında bir seyyardan böyle şeftali almıştım. Kardeş, uzağa gideceğim, varıncaya kadar içinde erimesin, ne olur çok yumuşağını verme, parası önemli değil demiştim de tamam abi deyip doldurmuştu. Ağzını da bir güzel bağlamıştı. Parasını verip poşeti elime aldığımda şeftaliye parmağımın geçip gittiğini görünce, al şeftali senin olsun deyip tablasının üzerine poşeti bırakmıştım. Yok, öyle değil dediğine cevap bile vermemiştim. Ardımdan al paranı diye seslendiyse de para da senin olsun deyip paramı almadan geçip gitmiştim.

Seyyar satıcılarda ve pazarcı esnasında eskiye oranla iyi ve orta ürün verme ön plana çıksa da demek ki huylu huyundan vaz geçmiyor.

Konya pazar ve tablacı esnafının çoğunun sebze ve meyveyi seçtirmemesinden geçtim. Gözümün içine baka baka çürük, çarık ve ezikleri doldurmaları zoruma gidiyor. Bu tür mal satan Konya pazarcısı ve tablacısı bu kafa yapısıyla, gösterdiğinden farklı malı vermeye nasıl devam ediyor, biz ise böyle malı almaya nasıl devam ediyoruz, inanın anlamış değilim. Kendi evine götürmeyeceği ürünü başkasına nasıl veriyor bunlar? Yazık ki yazık. 

Pazarlar eskisi gibi değil. Çoğu insan bundan dolayı marketlere yöneldi. Aynı fiyata seçerek alıyor üstelik. Pazar ve tablacılar müşterilerinin çoğunu marketlere kaptırmasına rağmen böyle giderse ileride sinek avlayacağız diye niye düşünmezler de böyle kendi topuklarına sıkıyorlar?

Bir diğer husus, marketler pazarlarla aynı fiyata hatta pazar fiyatından düşüğe sattığı gibi tek tek seçtiriyor. Marketlerden, seçile seçile sebze ve meyve fire verirken pazarcı esnafı doğru dürüst fire de vermiyor. Çünkü çürük çarık dolduruyor.
Burada tüm pazarcı esnafı ve tablacı böyledir demiyorum. İçlerinde malını dürüst satanlar ve seçtirenler vardır ama sayıları azdır. Çoğunluğu sahtekar, günü kurtarma üzerine ticaret yapıyorlar.

Öyle zannediyorum pazarlarda Konya dışında sebze ve meyve seçtirmeyen bir şehir bilmiyorum. Sebze ve meyve seçtirmeme Konya pazarcısına has. Konyalı tepki vermediği müddetçe de pazarının bu hastalığı ve hastalıklı satışı devam edecek. Aslında bunları adam etmenin bir yolu var: Tüketici ürününü seçtirmeyen pazarcıdan alışveriş yapmayacak. Akşama kadar malı elinde kalan tıpış tıpış malını seçtirecektir. Bunun için tüketicide bilinç gerek.
Ezik şeftaliler yüzünden ben bu esnafa kızdım ve bu yazıyı döşedim ya. Şimdi bir düşüncedir aldı beni. Ya bu adam, bu amca yaşlı. Ağzında doğru dürüst diş yoktur. Şuna dişine göre yumuşaklarından vereyim de afiyetle yesin diye beni düşünmüş olmasın. 

Aman neyse ne. Öyle de olsa yazıyı baştan alıp yazamam. 

Kaldırılan Sosyal Medya Paylaşımları

Hamas lideri İsmail Haniye'nin İran'ın başkenti Tahran'da, Cumhurbaşkanlığı makamına 150 metrelik bir mesafede konakladığı konutta bir hava saldırısı sonucunda öldürülmesinin ardından, 31 Temmuz 2024 tarihli günün sabahında sosyal medyada İsmail Haniye lehine, İsrail aleyhine paylaşımlar birbiri arkasına geldi.

Çoğu paylaşımcı ikinci bir paylaşım daha yaptı. Bu sefer ki paylaşımları "Şöyle bir paylaşım yapmıştım. Gönderin Kaldırıldı" şeklinde.

Çoğunda kaldırma nedeni olarak "Görünüşe göre tehlikeli olarak tanımadığınız kişi ve kuruluşların sembollerini paylaştın, gönderdin, bunları övdün veya rakip ettin. Bu, tehlikeli kişi ve örgütlerle ilgili Topluluk Standartlarımıza aykırı" gerekçesi yazılmış.

Yazılan paylaşımın kaldırılmasını kızıyoruz kızmaya. Niye kaldırıyorlar diye kızalım. Bunu akşam sabah yapalım. 

Peki, bu kızmamızın faydası var mı? Hayır. Kızdığımızla kalıyoruz. Maalesef yok.

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.

Kullandığımız sosyal medya platformları Yahudi sermayesi ile kurulmuş, üretilmiş platformlar. Sermayesi ve üretimi Yahudi olmasa bile dünya yüzeyinde hiç kimse Yahudileri karşısına alamıyor. Çünkü baskın güçler. Yaptırımları ağır. Yahudiye rağmen dünyada sermaye olmak, güç olmak ve ayakta kalabilmek mümkün değil.

Tüketici ve üretici olmayan, hep başkasının üretip servis ettiğini kullanan bizler, Yahudi sermayesi ve üretimi ile kurulan bu tür sosyal medya platformlarını kullanarak istediğimiz her şeyi yazalım istiyoruz. İstiyoruz ki bir haksızlık var. Herkes bu haksızlığa karşı çıksın, herkes bizim görüşümüzde olsun ya da bizim görüşümüzde olmasa da biz yazalım, kimse sesini çıkarmasın istiyoruz. Bilelim ki böyle bir dünya yok. Herkes bizim gibi düşünmüyor. Mesela İran'da öldürülen İsmail Haniye bize göre kurtuluş mücadelesi veren bir mücahit iken onlara göre bu aktör bir terörist. Biz öldürülen kimseyi överken onlar yeriyor. Yani bizim mücahitlerle onların mücahitleri farklı. Bizim terörist gördüğümüzü onlar görmüyor.

Şimdi biraz empati yapalım. Bu sosyal medya platformlarını biz kurup herkesin kullanabileceği şekilde dünyaya servis etsek, bu platforma Yahudiler de girse, Haniyye öldürüldüğü için Yahudiler bu platformda göbek atsa, Haniyye aleyhine paylaşımlarda bulunsa, biz bu tür paylaşımlara izin verir miyiz? Herhalde cevabımız izin vermeyiz olur. Hiç kusura bakmayalım da Yahudiler de bunu yapıyor. Terörist gördükleri Haniyye için yazılan övgü dolu sözlere tahammül edemiyorlar ve paylaşımı engelliyorlar.

Sosyal medya hayatın bir parçası olduğu andan itibaren İsmail Haniyye ile ilgili paylaşımlar kaldırıldığı gibi niceleri kaldırıldı. Çünkü platformu kuran, servis eden, sermaye sağlayan onlar. Yani malın sahibi. Kuralları da mal sahibi belirler. O yüzden bırakalım paylaşımlarımızı kaldırıyorlar demeyi, onlara kızmayı ve köpürmeyi.

Düşünelim biz bu durumda ne yapmalıyız sorusunu soralım. Cevap basit aslında. Kendi sosyal medya platformlarımızı kurmak. Kendi platformumuzu kurduğumuz zaman istediğimiz her türlü paylaşımı yapalım. Birilerini överken diğerlerini yerelim. Kim ne diyebilir buna.

Var mıyız böyle bir şeye? Maalesef yokuz. Çünkü biz üretmek için değil, başkasının ürettiğini kullanmak için varız. Böyle bir irade ortaya koyma niyetimiz olsaydı, şimdiye dek kaç tane bu platformlardan kurardık. Ama kurmadık ya da kuramadık veya kurdurmadılar. 

Vakit geç değil, sadece kötü komşu mal sahibi yapar sözünü prensip edineceğiz. Onlar bizim paylaşımları kaldırdı mı? Madem öyle biz de kendi platformumuzu kurduk diyebilmektir.

Hoş, hangi alanda ne ürettik ki kendi sosyal medyamızı kuracağız...

31 Temmuz 2024 Çarşamba

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (2)

Önceki yazımda bahsetmiştim. Diğer amirlerden farkını ortaya koyacak, kedinin ayağını ilk gün ayıracaktı. Çünkü bu memur ve amir takımı kendi haline bırakılacak bir kesim değildi. 

Mülakatlarda elene elene yapacağı hizmeti sekteye uğrayan çiçeği burnundaki amir gecikmeyi telafi etmek için hızlı giriş yapacaktı. 

Önce bir karşılama töreni yapıldı kendisine. Emrindeki amirlerin yüzüne tek tek bakarak hafızasına aldı. Yukarı çıkın dedi onlara. 

Onlar çıktı. O ise başka bir merdivenden çıktı makamına.

Makamının önünde bekleşen amirleri huzuruna aldı. Onları tek tek süzdü. Bir tanesini karşılamada görmemişti. Ona sen kimsin dedi. Ben falan dairenin amiriyim dedi. İyi de az önce karşılamaya niye gelmedin dedi. Yetişemedim efendim dedi. Olur mu öyle şey. Bir daha olmasın dedi ve korumasına dönerek bunu not al dedi. Öyle ya koskoca mülki amir gelmiş. Amirin yaptığına bak. Zamanında yetişecek efendim. Kısaca ilk günden kara listeye birini almıştı. Haydi bundan sonra biri geç kalsın da göreyim. 

Muhtarları toplamış bir gün toplantı odasına. Öyle ya onların da amiriydi. Verdiği saatte tüm muhtarlar sıra sıra girmişler içeriye. Aradan bir dakika geçer. Geciken bir muhtar huzura gelir. Geç geldin, almıyorum seni toplantıya. Çık dışarı der. Seçilmiş amir kuzu kuzu odayı terk eder. Diğer seçilmişler de hiçbir şey olmamış gibi oturup toplantı yaparlar. Öyle ya onlara dokunmayan yılan bin yaşasın. Amir haklı mı burada? Haklı elbet. Muhtar dediğin zamanında toplantıya gelmeli. Mülki amir değil, o beklemeli mülk amiri. Kimse eski köye âdet getirmesin.

Sabah erken saatte alt katında olan bir amiri çağırtır. Bir, üç dakika geçer amir gelmez. Ardı arkasına zile basar. Nerede bu diye. Ama amir yerinde yokmuş. Amir ilçenin öğleye kadar süren semt pazarına kadar gitmiş. Amacı da bir şeyler alarak yerli üreticiye destek olmak.

Her neyse de mesai saatleri içinde pazara gidilir miydi? Küplere biner. Çağırtır pazardan hemen.

Girer huzura. Nasıl gidersin, niçin gidersin, kimden izin aldın gibi ahiret sorularına muhatap olur. Yerli üreticiye destek dese de mülki amir kaçın kurrası. Yutmaz bunları. Hemen savunmanı ver der. Öyle ya yerel üreticiye destek diye makam mesai saatleri içerisinde terk edilir mi?

Neye uğradığını şaşıran amir savunmasını yazmak için kendi makamına giderken geri çağırtır. Seni bu defalık affediyorum der. Gördünüz değil mi merhameti. Tam idamlık adamı bu merhamet böyle ipten alır. Mülki amir de olsa zira o da bir kalp taşıyor.

Bu uyarıdan sonra bu amir mesai saatleri içerisinde hiç makam odasından çıkmadı. Sigarası bitse sahi dairesinin karşısındaki bakkala giderek sigara bile alamadı. Böylelerinin hakkında ancak böyle biri gelirdi. Siz buna dinsizin hakkından imansız gelir deyin.

Belki güvenliği açısından belki de kullarını denetleme amacıyla farklı merdivenler kullanıyor zaman zaman. Yangın merdiveninden giderken bir amir ve memuru mesai saatleri içerisinde sigara içerlerken görmez mi? Merhamet ve tolerans nereye kadardı böyle? Tahammülün de bir sınırı vardı. Onlara başlarım sizin sigaranıza demez mi? Öyle ya zıkkım içsinler.

İstihbaratı güçlü idi. Belki bu sayede belki de gören gözü, işiten kulağı sayesinde, balkonda içilen sigaranın izmaritinin söndürülmeden kül tablasına atıldığından haberdar idi. Haber gönderir o izmariti söndürün ve kül tabelasını boşaltın diye. İyi de ikinci katın bir köşesinde makamı olan bir mülki amir, birinci katın öbür ucundaki balkonda dumanı çıkan izmaritten ve kül tablası boşaltılmamış kül tablasından nasıl haberi olurdu? Buna ancak şapka çıkarılır. Diyarı Dicle dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Sayfam yine bitti. Ama mülki amirin yaptıkları ve yapacakları hala bitmedi. Biz en iyisi diğer yazımızda da yapılanlara devam edelim ki bu mülki amirin yaptıkları sonraki mülki amirler in kulağına küpe olsun.

Not: Yazılanların hayal mahsulü olduğunu söylememe gerek yok sanırım. İyi bir senaryo yazarı olduğumu bilin yeter. Çünkü senaryo yazmak benim işim.