Ana içeriğe atla

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (2)

Önceki yazımda bahsetmiştim. Diğer amirlerden farkını ortaya koyacak, kedinin ayağını ilk gün ayıracaktı. Çünkü bu memur ve amir takımı kendi haline bırakılacak bir kesim değildi. 

Mülakatlarda elene elene yapacağı hizmeti sekteye uğrayan çiçeği burnundaki amir gecikmeyi telafi etmek için hızlı giriş yapacaktı. 

Önce bir karşılama töreni yapıldı kendisine. Emrindeki amirlerin yüzüne tek tek bakarak hafızasına aldı. Yukarı çıkın dedi onlara. 

Onlar çıktı. O ise başka bir merdivenden çıktı makamına.

Makamının önünde bekleşen amirleri huzuruna aldı. Onları tek tek süzdü. Bir tanesini karşılamada görmemişti. Ona sen kimsin dedi. Ben falan dairenin amiriyim dedi. İyi de az önce karşılamaya niye gelmedin dedi. Yetişemedim efendim dedi. Olur mu öyle şey. Bir daha olmasın dedi ve korumasına dönerek bunu not al dedi. Öyle ya koskoca mülki amir gelmiş. Amirin yaptığına bak. Zamanında yetişecek efendim. Kısaca ilk günden kara listeye birini almıştı. Haydi bundan sonra biri geç kalsın da göreyim. 

Muhtarları toplamış bir gün toplantı odasına. Öyle ya onların da amiriydi. Verdiği saatte tüm muhtarlar sıra sıra girmişler içeriye. Aradan bir dakika geçer. Geciken bir muhtar huzura gelir. Geç geldin, almıyorum seni toplantıya. Çık dışarı der. Seçilmiş amir kuzu kuzu odayı terk eder. Diğer seçilmişler de hiçbir şey olmamış gibi oturup toplantı yaparlar. Öyle ya onlara dokunmayan yılan bin yaşasın. Amir haklı mı burada? Haklı elbet. Muhtar dediğin zamanında toplantıya gelmeli. Mülki amir değil, o beklemeli mülk amiri. Kimse eski köye âdet getirmesin.

Sabah erken saatte alt katında olan bir amiri çağırtır. Bir, üç dakika geçer amir gelmez. Ardı arkasına zile basar. Nerede bu diye. Ama amir yerinde yokmuş. Amir ilçenin öğleye kadar süren semt pazarına kadar gitmiş. Amacı da bir şeyler alarak yerli üreticiye destek olmak.

Her neyse de mesai saatleri içinde pazara gidilir miydi? Küplere biner. Çağırtır pazardan hemen.

Girer huzura. Nasıl gidersin, niçin gidersin, kimden izin aldın gibi ahiret sorularına muhatap olur. Yerli üreticiye destek dese de mülki amir kaçın kurrası. Yutmaz bunları. Hemen savunmanı ver der. Öyle ya yerel üreticiye destek diye makam mesai saatleri içerisinde terk edilir mi?

Neye uğradığını şaşıran amir savunmasını yazmak için kendi makamına giderken geri çağırtır. Seni bu defalık affediyorum der. Gördünüz değil mi merhameti. Tam idamlık adamı bu merhamet böyle ipten alır. Mülki amir de olsa zira o da bir kalp taşıyor.

Bu uyarıdan sonra bu amir mesai saatleri içerisinde hiç makam odasından çıkmadı. Sigarası bitse sahi dairesinin karşısındaki bakkala giderek sigara bile alamadı. Böylelerinin hakkında ancak böyle biri gelirdi. Siz buna dinsizin hakkından imansız gelir deyin.

Belki güvenliği açısından belki de kullarını denetleme amacıyla farklı merdivenler kullanıyor zaman zaman. Yangın merdiveninden giderken bir amir ve memuru mesai saatleri içerisinde sigara içerlerken görmez mi? Merhamet ve tolerans nereye kadardı böyle? Tahammülün de bir sınırı vardı. Onlara başlarım sizin sigaranıza demez mi? Öyle ya zıkkım içsinler.

İstihbaratı güçlü idi. Belki bu sayede belki de gören gözü, işiten kulağı sayesinde, balkonda içilen sigaranın izmaritinin söndürülmeden kül tablasına atıldığından haberdar idi. Haber gönderir o izmariti söndürün ve kül tabelasını boşaltın diye. İyi de ikinci katın bir köşesinde makamı olan bir mülki amir, birinci katın öbür ucundaki balkonda dumanı çıkan izmaritten ve kül tablası boşaltılmamış kül tablasından nasıl haberi olurdu? Buna ancak şapka çıkarılır. Diyarı Dicle dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Sayfam yine bitti. Ama mülki amirin yaptıkları ve yapacakları hala bitmedi. Biz en iyisi diğer yazımızda da yapılanlara devam edelim ki bu mülki amirin yaptıkları sonraki mülki amirler in kulağına küpe olsun.

Not: Yazılanların hayal mahsulü olduğunu söylememe gerek yok sanırım. İyi bir senaryo yazarı olduğumu bilin yeter. Çünkü senaryo yazmak benim işim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde