Ana içeriğe atla

İsmail Haniye, İsrail ve İran

Bir saldırıyla üç çocuk ve dört torununu öldürmüştü İsrail. Belli ki esas hedef İsmail Haniye idi. 

Ama İsrail, ona önce evlat ve torun acısını tatsın. Sonra kendisini kaldırırız mesajı vermişti. 

Bunu bilmek için bir istihbarî bilgiye sahip olmaya gerek yoktu. Zira tüm olup bitenler dünyanın gözü önünde göstere göstere geliyordu. 

Esas hedefin kendisi olduğunu öyle zannediyorum İsmail Haniye de biliyordu. Öldürmek için her yolu mubah gören İsrail'i de iyi tanıyordu. Nereye gidip gitmeyeceğine ne yiyip ne içeceğine, hangi ülkenin güvenli olup olmayacağına dikkat etmesi gerekirdi. 

En azından kendisini törene davet eden İran, Haniye’yi güvenlikli bir yerde misafir etmesi ve her türlü tehlikeye karşı güvenlik tedbirlerini almalıydı.

Ülkesine bir tören için davet ettiği Haniye’ye, "Gelme. Ben senin güvenliğini sağlayamam" diyebilirdi. Madem bunu yapmadı. Pekala hava saldırılarına karşın daha güvenlikli bir yerde ağırlayabilirdi misafirini.

Tüm bunlar yapılmamış belli ki.

Geriye, İsrail'e operasyon yapma kalmıştı. İsrail için istihbarata gerek yoktu zaten. Çünkü gölge gibi takip ediyordu öldüreceği kişileri. Öldüreceği kişinin şurada, burada olması da önemli değildi. Zira her yerde operasyon yapabilirdi. Bunun için güç, kuvvet, teknoloji, imkan ve küresel destek vardı. 

Nihayet Haniye’nin misafir edildiği ve İran Devrim Muhafızları Ordusunun koruması altındaki  konuta, gece 02.00'de düzenlediği hava saldırısı ile Haniye’yi öldürdü. Mekanı cennet olsun. 

Suikastın yapıldığı ülke İran. Suikast ülkenin başkenti Tahran'da yapıldı. İran ile İsrail sınır komşusu bile değil.

Belli ki İsrail adım adım izlemiş Haniye’yi. Kalacağı yerin koordinatlarını belirleyerek düzenlediği hava saldırısı ile hedefine ulaşmış. 

Belli ki İran’ın hava saldırılarını bertaraf edecek savunma sistemi yok. Varsa da gece uykuya dalmışlar.

Bu menfur cinayette İsrail'e söyleyecek bir şey bulamıyorum. Çünkü hedefine ulaşmak için her yolu deneyen ve yaptıklarından dolayı dünyadan gelen ve gelecek tepkilere kulaklarını tıkayan bir İsrail var karşımızda. 

Belli ki İsrail yıllarca ne yapacağının hazırlığını yapmış. 7 Ekimden beri Gazze'de taş üstünde taş bırakmadan bir insanlık dramını gerçekleştiriyor. Hakkında soykırım uyguluyor şikayeti üzerine açılan davayı bile iplemiyor. Gazze'yle de yetinmiyor. Kah Suriye'ye kah Lübnan'a kah Irak'a kah İran'a kah Yemen'e nokta atış operasyonlar yapıyor.

Başka ülkeye saldırı o ülkenin bağımsızlığına halel getirirmiş, bu yaptığı diplomatik teamüllere aykırıymış. Tüm bunlar İsrail için vız gelir.

Aslında İsrail’in tek anladığı güçtür. İsrail'in bu orantısız saldırılarına ve maruz bıraktığı katliamlara karşı, karşısında hamaset, slogan ve ürünlerine boykot dışında bir güç yok. 

Burada İran’ı sorgulamak lazım. Koruyamayacağın bir kişiyi ülkene niçin davet ediyorsun? Sınırın bile olmayan İsrail gelip başkentinde nokta atış operasyon yapıyorsa, bu ülke ne için var? Başkenti bile güvenlikli olmayan ve İsrail için yolgeçen hanı olan bu ülkenin bu bölgede varlık sebebi nedir? Ülkesinde cereyan eden menfur cinayet İran’ın acziyetini mi ortaya koyuyor yoksa burada bir Acem oyunu mu var? Bu ülkenin Ortadoğu’da ki rolü, tıpkı İsrail gibi bir çıban başı rolünü üstlenmek midir?

Hasılı İran, olmayan karizmasını bir kez daha çizdirmiştir. Bu görüntüsüyle Filistin’in hamisi falan olamaz. Boşu boşuna devletim diye geçinmesin.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde