Ana içeriğe atla

Çiçeği Burnunda Bir Amirin Serüveni (1)

Vergi denetmeni olarak görev yapıyordu. İşi iyiydi ama en büyük hayali bir ilçeye mülkü amir olmaktı.

Bunun için sınavlara girmesi gerekiyordu. 

Sıkı bir hazırlık yaparak sınavlara girdi. Yüksek puan almasına rağmen girmeye hak kazandığı iki mülakatta yeterli puanı alamamıştı. Çünkü mülakatlar "adam gibi" yapılmaya başlanmıştı. 

Ama pes etmek yoktu. Üçüncüsüne girdi mülakatın. Bu sefer olmuştu.

Allah var, hakkıyla kazanmıştı mülki amirlik sınavını.

Torpille girdi diye düşünenlere aldığı yüksek puanları göstermeye hazırdı. (Nitekim görev yaparken kendisinin bölgesel torpille geldiğini ima eden birine,  tüm ilçe müdürlerinin yanında, benim torpille geldiğimi ima ediyorsun. Aldığım puanları gösterebilirim demişti de herkes küçük dilini yuta yazmıştı).

Sonunda bileğinin hakkıyla mülki amir olabildi ve küçük bir ilçeye mülki amir olarak atandı.

İlçe küçüktü ama kendisi ilçenin koca mülki amiriydi. Merkezdeki mülki amirlerle aynı haklara sahipti.

Bugün küçük ilçede başlamıştı ama bu görevde olduğu müddetçe ileride büyük ilçelerde de görev yapacaktı. Çünkü sırayla idi bu.

Üstelik küçük ilçede pişmeliydi ki büyük denizde boğulmasın.

Gerçi bu küçük yerde pişmeden büyük yerde de yapardı bu görevi. Çünkü anasından mükemmel doğmuştu. Ama gel gör ki kıdem aranıyor bu işlerde. 

Madem ki bu göreve hakkıyla atandı. Hakkını vermeliydi bu görevin. Çünkü az beklememişti memlekete hizmet etmek için. 

Çok hızlı girişti yeni işine. Çünkü ilçe ondan hizmet bekliyordu.

Bir de emsallerinden farklı giriş yapmalıydı ki amiri, memuru kaçacak delik aramalıydı ve ne oluyoruz demeliydi. Siz buna kedinin bacağını ilk gece ayırma deyin. Değilse hakkından gelinmezdi memur takımının.

Bir diğer husus her yaptığı konuşulmalıydı, gündem olmalıydı. Öyle şeyler yapmalıydı ki gıyabında konuşulmalıydı. Kimin ne konuştuğunu bilmese de en azından konuşulacağını bilmesi, kişinin kendisinin ne olduğunu bilmesi kadar önemliydi.

Ayrıca kendisi salt mülki amir koltuğunda oturacak biri değildi. Macera, serüven, hareket, gerilim, kaos vs. hepsi olmalıydı. Çünkü kimi ne kadar rahatsız ve huzursuz ederse, huzuru yerine gelecekti.

Başkasının huzursuzluğuyla huzur bulması az şey değildi. Değerdi mutluluk için. Çünkü o da herkes gibi mutlu ve huzurlu olma hakkına sahipti. 

Diğer yazımızda da görevine hızlı başlayan mülki amirin hizmetlerine bir göz atalım.

Not: Yazı hayal ürünüdür. Gerçekle alakası yoktur. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde