27 Temmuz 2024 Cumartesi

Düğün Davetiyeniz Yanınızda mı? *

Bir camide görev yapar. Cemaati nezdinde hatırı sayılır bir itibarı var. Ünü cami cemaati dışına da taşmıştır. Aynı zamanda bir cemaatin de ileri gelenlerindendir.

Sevilip sayılan birisi de olduğu için düğünlere de davet etmişler kendisini. Her birine de gidebildiği kadar gitmiştir. Özel sofralarda ağır misafir olarak ağırlanmıştır.

Gel zaman git zaman bu hocamız da düğün yapacaktır. Çünkü mahdumu evlilik çağına gelmiştir.

Büyük bir titizlikle davet listesini hazırlar. Kimleri çağırıp çağırmayacağı kararını verir. Hazırladığı düğün davetiyelerini de sevenlerine ulaştırır.

Düğün günü düğün salonundaki yerini alır. Davete icabet edenlere hoş geldin demesi gerekir. Çünkü usul böyledir. Hem kız babası hem de oğlanın babası girişin uygun bir yerinde durur. Salona girenleri karşılarlar. Yemeğini yiyip gidenlere de güle güle derler.

Düğün sahibi hoca, kimsenin yapmadığı bir şeye imza atar. Tam salonun kapısında durur. Selam verip hayırlı olsun dedikten sonra salona girmeye kalkanlardan düğün davetiyesini göstermesini ister. İşte burada deyip gösterenleri kapıdan içeri alır. Gösteremeyenleri içeri almaz. Davetiye evde kaldı deseler de nafile. Davetiyeyi gösteremediniz deyip nazikçe geri gönderir.

Bana bu anekdotu anlatan arkadaş da hocanın davetlilerinden. Bu arkadaş da düğüne icabet edenlerden. Ama yanında kartı yok. Üstelik yanında davetli olmayan başkaları da var.

Yolda bu arkadaşı tanıyan biri, S... Abi, davetiyen yanında değilse geri dön. Hocamız almıyor uyarısını yapar.

Altında arabası yok. Evi ta nerede. Evden davetiyeyi alıp gelmesi de mümkün değil. Hocayı tanıyor nasılsa. Hoca da kendisini. Geri dönmek olmaz. Madem buraya kadar geldi. Şansını denemeliydi.

Selamün aleyküm K.... hocam, hayırlı olsun der. Aleyküm selam S...., davetiyenizi görebilir miyim der. Hocam, bana davetiye verdiniz. Davetiye evde. Soracağınızı bilmediğim için getirmedim. Peki. Ya bu yanındakiler kim diye sorar. Yanımdakiler düğün için İstanbul'dan gelen misafirler deyince içeri girmelerine izin verir. 

Düğün sahibinin düğününe gelen misafirlere davetiye sorması, öyle zannediyorum, garibinize gitmiştir. Gitmesi de normal. Çünkü böylesini daha önce görmemiş olabilirsiniz. Hoş, ben de görmedim. Demek ki hoca düğünlere gide gide davetsiz misafirlerden haberdar olduğu için işi baştan sıkı tutmuş olmalı.

Hocanın bu yaptığı garibimize gitse de başka şehirleri bilmem ama Konya’daki salon düğünlerine, davetlilerin yanında bir de davetsiz misafirlerin geldiği de bir gerçektir. Düğün yapanlar daha iyi bilir, misafirleri karşılarken tanımadığı simaları da görür. Düğün sahibi hayırlı olsun diye elini sıkanı bu kimdi diye düşüne dursun, davetsiz misafir oturduğu bir masada karnını güzelce doyurup çıkar.

İkinci düğünde dünürle beraber misafirleri karşılarken selam vermeden içeri giren biri vardı. Selam vermemesi, hayırlı olsun dememesi, bizimle tokalaşmaması garibime  gitmişti. O geçip gittikten sonra dünüre, bu sizden mi demiştim de değil demişti. O zaman bizden de değil deyip gülüşmüştük.

Dersine girdiğim bir sınıf düğün yaptığımı duyunca, Hocam bizi niye çağırmadınız. Haberimiz olsaydı, aramızda para toplar, bir çeyrek alır gelir, takımızı takar, yemeğimizi de yerdik dediler. (O zamanlar da çeyrek ucuzdu. Şimdi olsa takamazlar). Aynı öğrenciler, biz hafta sonu düğün salonlarının olduğu yerlere gider, salona geçer, karnımızı doyururuz dediler.

Hasılı Konya düğün sektöründe davetsiz misafir eksik olmaz. Az veya çok her düğün sahibi bunu tadar. Sadece düğününde kart soran K.... hocadan davetsiz misafir nasibini bulamamıştır diyeceğim ama “İstanbul’dan sizi düğüne gelen misafirler” diyen S....’in yanında, İstanbul’dan gelen misafir harici Konya’dan bu yemeğe katılan davetsiz misafirler de olmuş. S.... kendisi anlatmıştı bir konuşmasında.

Hatta şu da anlatılır düğünler vasıtasıyla. Bir sofrada birbirini tanıyan, tanımayanlar oturur. Birbirlerine kız evinden misin yoksa oğlan evinde mi diye sorarlar. Böyle bir yemekli sofrada yine sormuşlar masadakilere. Biz kız evindeniz demişler. Halbuki yedikleri yemek sünnet düğünü imiş. Bu anekdot genelde her düğünde anlatılır ve gülünür.

*29.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

26 Temmuz 2024 Cuma

Kadınla Yatıp Kalkan Bir Profil *

"Üniversitelerin çevresindeki yapılar fuhuş yapılarına dönüyor".

"Anne, babalar, kız ve erkek gençler, sakın ola ki kendi şehriniz dışında bir üniversitede okutmayın ve okumayın. Nefsinize güvenmeyin. Etkilenirsiniz. Bir bakarsınız kendinizi aklınıza gelmeyen hatalar içinde buluverirsiniz. Tedbiri en baştan alın. Aç kurtların sizi ziyan etmek için beklediği başka şehirlere hiç gitmeyin".

"Çocuklarınızı ırz düşmanlarına kurban vermeyin".

"Bu milletin iffetli kızları, ailenizden bağımsız hiçbir erkekle görüşmeyin. Bu erkeklerin % 90'ı sizinle evlenmeyecek".

"Olayın faili anlatıyor: Kampüs yolunda bana el eden, biri başörtülü iki kızı arabama aldım. İli gün sonra biri beni aradı. Tarif ettiği yerde onu aldım. Bu, başörtülü olanıydı. İstediğiniz yere gidebiliriz dedi. Otele gittik". 

“Çocuklarınızı üniversite için başka şehirlere göndermeyin. Engel olamıyorsanız, onunla o şehre siz de yerleşin. Çoğunun, ne giydiklerinden be yiyip ne içtiklerinden, kimlerle düşüp kalktıklarından haberiniz olmuyor. Çocuklarınızı dizinizin dibinden ayırmayın”.

Yukarıdaki sözler, ihtisasını tarih alanında yapmış, halen bir devlet üniversitesinde tarih profesörü olarak görev yapmakta olan bir tarihçinin değişik zamanlarda yaptığı ve yazdığı cümlelerden bazılarıdır.

Bu profili zaman zaman TV ekranlarında görürsünüz. Sosyal medyayı da iyi kullanıyor. Her cümlesi ilginç ve garip olan bu akademisyeni bu ve benzer görüşlerine dolayı eleştirenden çok, savunan sevenleri fazla.

Yukarıda alıntı yaptığım görüşlerinden hareketle siz bu akademisyeni nasıl buldunuz bilmiyorum ama bana göre yaşını, başını almış biri olmasına rağmen daha ergenliğini tamamlayamamış bir genç imajını veriyor.

Ortaya attığı fikirler ve savundukları, bir bilim adamına yakışmayan türden iddialar ve bilimsel araştırmalardan uzak. Birkaç örnekten hareketle tüm üniversite çevresini, özellikle farklı şehirlerde okuyan gençleri töhmet altında bırakıyor.

Bu kişiyi dinleyen de sanır ki üniversiteler ve çevresi ve kendi şehri dışında üniversite okuyan gençlerin çoğu, belden aşağı bir pisliğin içinde.

Son paylaşımlarında temiz kalmış olanları da söylemekle beraber belli ki bu profil tarih alanından ziyade toplumu irdelemeyi meslek edinmiş. Anne, baba ve gençleri uyarmayı kendine misyon edinmiş.

Bu yazdıklarından hareketle bu profili çok ve aşırı korumacı gördüğümü söylemeliyim. Bu aşırı korumacılık sonucunda vardığı sonuç ve alınmasını istediği tedbir, başlarına kötülük gelmesin diye anne babaların çocuklarını dizlerinin dibinden ayırmaması sonucuna varıyor.

Nasıl bir korumacılık nasıl bir kafa yapısına sahipse bu profil, yatıp kalkıp adeta kadınla yatıyor, kadınla kalkıyor. Öyle bir hava oluşturuyor ki adeta okutmayın, evden çıkarmayın, dizinizin dibinden ayırmayın demeye getiriyor.

Bu psikolojideki bir insanın ileride, işe gittiğiniz zaman evdeki çocuğunuzun başına bir şey gelmesin diye kapının önüne bir güvenlik koyun noktasına varırsa hiç şaşırmam.

Merak ettiğim, bu profil bu kafa yapısı ile üniversitede nasıl görev yapıyor, bu görevde nasıl durduruluyor. Hiç anlamış değilim.

Bu akademisyen ve takipçileri bilsinler ki fuhuş insanlık tarihi kadar eskidir. Bu yollu olan bir şekil bu yollara tevessül eder. Unutmayalım ki bozulsun diye gönderirsin, en kötü yerde bir insan düzelir gelir. Düzelsin diye gönderdiğin, en iyi yerde bozulur gelir.

Tedbir alınsın elbet ama aşırı korumacılık ve vesvese kadar kötü sonuç doğuran bir şey yoktur. Çünkü bu yol, çocuklarımıza yapılacak ve onlara özgüven vermeyecek bir yoldur.

Hasılı bu profesör kendi alanıyla adından söz ettirmeli. Böyle konuşmaya devam edecekse susmalı. Ki susacağı yok. Bu durumda etkili ve yetkili birileri buna bir şey söylemeli. En azından sus, Allah rızası için konuşma demeli.

*31.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

SFT

Nedir SFT? Bilir misiniz? Görmedi iseniz, başınıza gelmedi ise nereden bileceksiniz? Bu durumda hiç kusura bakmayın da çok cahil kalmışsınız.

Daha da cahil kalmak istemiyorsanız, o zaman karşınızda görmüş, geçirmiş, hakkalyakin başına gelmiş bir alim var. Lütfen iyi dinleyin de başınıza geldiğinde apışıp kalmayın. Bu iyiliğimi de unutmayın. Çünkü bana bu iyiliği yapan olmadığı için acemiliğimin kurbanı oldum.

Göğüs hastalıklarına gittim. Sırtımı dinledi doktor. Sorun yok gözüküyor amca. İyisin. Var mı şikayetin dedi. Sırtüstü yatarken doğrulduğumda sağ omuzun yanından aşağı doğru zaman zaman bir yanma olur dedim. O zaman bir kan tahlili, EKG, röntgen bir de SFT yaptıralım dedi. 

Almıştım başıma belayı. Halbuki muayene olup gidecektim bir güzel. Neyime gerekse bunlar. Üstelik ne güzel iyisin iyisin demişti. İyiliğim, Mülayim Sert gibi mi yoksa Mülayim Ters gibi mi bilmiyorum. Bildiğim, bana göre de bende bir şey yok. O zaman hastaneyi ve göğüs bölümünü niye meşgul ettin demeyin. Burun ameliyatı için göğüsün görüşü gerekiyormuş. 

Önce SFT'den başlayalım dedi bana mihmandarlık yapan oğlum. Bu arada SFT SFT nedir bu demeyin. Az sabır efendim. SFT= Solunum Fonksiyon Testi'nin kısaltması imiş efendim. 

Tam sıra beklerken bu test de zor dedi oğlan. İçime düştü bir kurt. Öyle ya bugüne kadar hangi zorluğun üstesinden gelmiştim de bu zor testi başaracaktım. 

Kapısı açık SFT odasının önünde beklemeye koyuldum. Birinde kız çocuğu, diğerinde oğlan çocuğu aynı testi yapıyordu. Bakalım hangisi boşalacak derken hanım kızın odası boşaldı. Sıradaki ses tonuyla kendimi içeride buldum. Elimdeki barkodu aldı. Beni bir sandalyeye oturttu. Ardından kimliğimi istedi. İlaveten kilo ve boy bilgimi aldı. Önündeki kutudan mavi bir plastik uzattı. Bunu burnundan nefes alamayacak şekilde şöyle burnuna takacaksın dedi. Alıp taktım. Adı neyse artık. Ben onun adını çamaşır mandalı koydum bile. Çünkü nasıl ki düşmesin diye çamaşıra bu mandal takılıyorsa, burundan nefes almamam için de bu alet gerekliymiş. 

Burnu mandallama işi bittikten sonra kızımız, amca şu önüne koyduğum aletin üzerindeki boruyu ağzına alacaksın. Ben derin nefes al deyince alacaksın. Aldığın bu nefesi tutacaksın. Ben sana nefesi ver dediğimde vereceksin. Tamam mı dedi tamam dedim. Boruyu ağzıma aldım. Az sonra nefes al komutuyla nefesimi aldım. Şimdi nefesi ver komutuyla nefesimi borunun içine boşalttım. Tüm nefesi verdikten sonra nefesi tut demez mi. İyi de bende nefes kalmamıştı ki. 

Kızımız baştan aldı. Anlatacağım şekilde önce nefesi alacaksın, komutuyla nefesi vereceksin, nefesi tut dediğimde tutacaksın dedi. Tamam mı amca dedi. Tamam kızım dedim. 

Tekrarladık testi dediği gibi. Olmadı amca dedi. Boru ağzımda iken nefes almayı ve vermeyi becermiştim ama nefesi tutmayı beceremedim. Akacak kan damarda durmadığı gibi ağzım açık nefesi nasıl tutacaktım. Haliyle olmadı. 

Üç mü, dört mü denedik. Her deneyişimde kızımız ne yaptın amca, niye nefesini tutmadın dedi. Beceremeyince beceriksizliğine insan güler mi? Mandal kıskacındaki tıkalı burunla hafifçe gülümsedim. Bazen ağlanacak haline insan güler ya da sinirinden patlama noktasına gelince güler ya benimki de öyle oldu. Kızımız gülmeme hayret etti yine de. Gülünecek bir durum yok amca dedi. Biliyorum ama gel de sen onu o anda bana anlat. Kızımızın o gergin anını görünce bir an için kendimi Müge Anlı'nın programında ve karşısında sandım. Yazık senin bu yaşına der mi diye içimden geçirmedim değil. 

Son bir deneme de olmadı. Sonunda kızımız pes etti. Halbuki benim için sorun yoktu. Nefes alıp verecektim. Ama burası deneme tahtası değildi. Sonunda amca olmadı, burnundakini ve önündeki boruyu çöpe atalım dedi. Atıp çıktım.

At mı devemi varsın SFT de olmasın deyip diğer tahlilleri yaptırdım. Ama SFT ve beceriksizliğim hiç aklımdan çıkmadı. Haliyle gerildim. Bu gerilme başıma ağrı olarak döndü.

Oğlan da SFT için bir kağıt vermediler mi deyince beceremedim ki versinler dedim. Olsa iyi olurdu dedi.

Son tahlili de yaptırdıktan sonra şansımı bir daha deneyeyim. Gideyim SFT’ye. Oradaki görevlilere bir daha deneyelim mi diyeyim dedim.

Gittim tekrar. Niyetim kız çocuğuna görünmeden erkek görevliye girmekti. Baktım sıra bekleyen de yok. Erkeğin odasına yönelmiştim ki kızımız kapıda belirdi. Ona, hanım efendi, sabah bu testi becerememiştim. Mümkünse bir kez daha deneyebilir miyiz dedim. Olur amca dedi. Erkek mesai arkadaşına, amcaya yardımcı olur musun dedi.

Oturdum sandalyeye. Aynı işlemler. İlk iki denemem yine olmadı. Tüm nefesi boşalttım. Üçüncü denemem nihayet oldu. Nefesimi tutabilmiştim bu sefer. Başardığımı genç söyleyince anladım. Bir sevinç bir sevinç. Nasıl sevinmem. Ne de olsa sabahtan beri kedi olalı bir fare tutabilmiştim. Artık test sonucunu çıktı olarak alabilecektim. Öyle ya azmin elinden ne kurtulabilirdi. Demek ki çok beceriksizlikten bir beceri çıkabiliyormuş. Yeter ki pes etmemek lazım.

SFT sonucunu elime alınca tüm yorgunluğum gitti. Hemen fotoğraflayıp oğlana gönderdim. Hem sonucu almama hem de sonucun iyi olmasına oğlan sevindi, ben sevindim. Kısaca tüm aile sevindik.

Şimdi gelelim size. Öyle zannediyorum SFT’nin ne olduğunu öğrendiniz. Aynı zamanda ne menem bir test olduğunu da.

Siz siz olun SFT testi olmayın. Olacaksanız da bu teste girmeden önce biraz egzersiz yapın. Gerekirse profesyonel destek alın. Görevlinin yanına öyle gidin.

Bu arada muayene, test, tahlil ve SFT derken çarşıya geldiğim zaman adım sayara bakınca günlük yürümemi de hastane içinde fazlasıyla kat ettiğimi gördüm. 10.800 adım atmışım. Kısa günün kârı benim için. Ama en iyi kârım SFT testini geçmekti.