17 Temmuz 2024 Çarşamba

9. Hisse Sahip Bir Profil(1)

Beş duyu organımız var. Bunlar görme, işitme, dokunma, tatma ve koklama. Daha başka fonksiyonlarımız da vardır ama bu beş duyu organı kabul edilmiş.

Bir de "Benim altıncı hissim kuvvetli" diyenler var. Bu hissin olup olmadığı bilim insanları arasında tartışma konusu. Bazıları bu hissi kabul ederken bazıları kabul etmiyor.

Bilim, 6.his var mı diye tartışa dursun. Teşehhüt miktarı tanıdığım biri 9.hissinden bahsetti. Benim 9.hissim kuvvetli dedi. 6. değil miydi bu dedim. Öyle de bende 9.su var, ben kendimi bilirim, 9. his dedi.

Şaka mı yapıyor diye yüzüne baktım. Hiç şaka yapar hali yoktu. Ne söylediğinden ve ne dediğinden emin idi. Üstelemedim. 

Var ki kendisinde böyle bir meziyet söylüyor. Bakma ki ben, kendisinde ve kendimde böyle bir meziyet görmediğime. 

Şu var ki benim görmemem onda bu yeteneğin olmadığı anlamına gelmiyor. 

Böyle bir kabiliyet yoksa bile insanın kendini övmesi, dev aynasında görmesi, mükemmel bilmesi kadar doğal bir şey olamaz. Zira insan kendini övmezse çatlar ölürmüş dedikleri böyle bir şey olsa gerek.

Severim üstelik kendisini bulunmaz Hint kumaşı ve mükemmel gören kişileri. Ne de olsa mezardakiler gibi vazgeçilmezler.

Bu kısacık görüşmemizde, insan sarrafı olduğunu da söyledi hem de kaç kez. Belki 9.his dediği de böyle bir şey olmalı. Kaç kişi böyle bir hisse sahip olduğunu kabul ediyor bilmem ama belli ki kendini buna inandırmış.

Bu nasıl bir ruh hali inanın bilmiyorum. İnşallah tanımı konmamış bir hastalık hali değildir.

Bir teşehhüt miktarı bulunduğum bu ortamda onlarca kişiyle oturdum kalktım, muhabbet ettim. Kimseyi kırmadım dökmedim. Her birinden pozitif enerji aldığım gibi kalpten kalbe yol var dendiği gibi pozitif enerji de bıraktığımı düşünüyorum. Aldığım dönütler de bunu gösteriyor.

Gel gör ki başlarda her görüşmemizde başınıza da bela oldum dediğimde "Estağfurullah, keşke herkes sizin gibi olsa" demişliği var. Hatta kendisinin sorduğu bir soruya verdiğim ince cevabı başka bir ortamda söyleyerek "Ne kadar esprili" demiş.

Hal hatır dışında bir hukukum olmamasına rağmen "dili sivri", "sert ve kırıcı" dedi iki defa. Her defasında da dilimin uzun olduğunu iki diş doktoru söyledi ama sivriliğinden haberim yok dedim.

Nereden böyle bir kanıya varmış anlayamadım. Ne yemek yedim ne su içtim ne kimsin ne necisin dedim ne yük oldum halbuki.

Yazılarımı takip ediyormuş durumdan. Acaba yazılarımda mı sorun var diyeceğim. Dokundurmaya dokundururum ama yazı üslubuma özellikle dikkat ederim.

Bu arada yazılarım adrese teslim yazılardır. Yalnız ne ismine yer veririm ne cismine. Asla kişiselleştirmem. Çünkü benim derdim kişileri hedef almak değil, yaptıklarını eleştirmektir. Olur ya dışarıdan böyle görünüyorsun. Belki kendini düzeltmek istersindir amacım. Yani yarası olan gocunacak. Bu yönüyle kastediliyorsa dilim sivridir ya da sivri dilliyim. Ama müsaade edin de bunu eşim, dostum söylesin. Daha dünkü tanıdığım ne ki. Ayrıca bu kadar samimiyet ve laubalilik nereden? (Devam edecek?) 

16 Temmuz 2024 Salı

Sebzeler Niye Telef Edilir ki?

Bugünlerde kamyon kamyon sebzenin yol kenarlarına, çukur ve sote yerlere döküldüğü görüntüleri sosyal medyada paylaşılıyor.

Hem boşaltılıyor hem de videoya alınıyor.

Bu videoya çekme işini döken mi yaptırıyor yoksa yoldan gelip geçen mi yapıyor? Burası muamma.

Çünkü benim bildiğim bu sebzeyi döken kaçak göçek bu işi yapar. Bu işi yaparken de birinin videoya aldığını görürse bundan hoşnut olmaz, çekilen videoyu almaya kalkar.

Belli ki herkes görsün diye çekim yapılıp paylaşılıyor.

Belki de tepki olarak yapılıyor.

Belki de algı oluşturuluyor.

Genelde de Antalya'dan bu görüntüler.

Görüntüyü sosyal medyada paylaşanlar da bu sebzeleri dökenlere; vicdansız, Allah korkusu yok. Fiyatları  yükseltmeye çalışıyor türünden şeyler yazarak veryansın ediyor.

Dün Antalyalı bir çiftçi ile karşılaştım. Bu işin aslı astarını sordum. Üretici mi döküyor bunu? Bu dökülen sebzelerin aslı var mı dedim.

Aslı var dedi.

Yalnız çiftçi ve üretici dökmez dedi.

Kim döküyor dedim.

Sebze ve meyve sektörünü elinde bulunduran, piyasada fiyatları ayarlayanlar döktürüyor dedi.

İyi de niye dedim.

Fiyatın düşmesini istemiyor. Belli bir yerde tutmak istiyor dedi.

Ürün elde fazla olursa, fiyatlar düşerse alım gücü zayıf olan da alır, sürümden kazanır. Bu durumda niye döker dedim.

Fiyatları esas yükselten nakliye girdi fiyatları dedi. Ürünü yerinden hesaplı alması yetmiyor. Herkesi düşündüren nakliye fiyatları dedi. Fiyat düşerse götürdüğü ürünün nakliyesi kurtarmaz dedi.

Bir de şunu ekledi. Eskiden fiyatlar düştüğünde Adese marketler bu ürünleri uygun fiyata satardı. Şimdikiler bunu yapmıyor dedi.

Belli ki sebze ve meyve sektörü belki de pek az kişinin elinde. Fiyatları istediği gibi ayarlıyor.

Sebep her ne olursa olsun, nimeti böyle dökmek olmuyor.

Sebze ve meyve sektörünü elinde bulunduranlar para kazanmayacakları ile girmezler.

Valilikler ve belediyeler bu işe el atabilir. Uygun fiyata yerinden getirtip uygun fiyata halka bir şekil ulaştırabilirler.

15 Temmuz 2024 Pazartesi

Üzüntüye Gark Oldum 15 Temmuzda

15 Temmuz günü kahvaltı için bir eve misafir gittim. 2. kata çıkmak için asansöre ihtiyaç hissetmedim. Merdiven varsa kaç kat olursa olsun, benim asansörüm merdivenlerdir. 

Verdim kendimi merdivene. Kıvrılıp çıkarken son anda koridor penceresinin açık olduğunu gördüm. 

Belli ki serinlik gelsin diye pencere açılmış. Yalnız pencere arkaya iyice yaslanmamış.

Bereket fark ettim de 15 Temmuzun 8. seneyi devriyesinde kafayı çerçeveye vurup gazi olmadım. Şayet kafayı vursaydım kafa kırma garantiliydi. Kırılan ve damarda durmayacak akacak kan önemli değil de kahvaltı da güme gidecekti. Çünkü soluğu hastane acilinde alacaktım. 15 Temmuz gazisi olduğuma da kimse inanmayacaktı. Hatta sakarlığına yan, koca pencereyi görmedin mi, kör müsün mübarek diyeceklerdi.

Sabah sabah sakar ve kör demeyin. Suç benim mi a dostlar. O pencereyi serinlik gelsin diye açıp çerçeveyi arkaya yaslamayan hırsızın hiç mi suçu yok?

Hemen pencerenin çerçevesini arkaya yasladım. Verilmiş sadakam varmış, bir kahvaltı sabah sabah bana neye mal olacaktı deyip kaldığım yerden merdivenleri çıkmaya başladım.

Tam merdiven bitiminde ayakkabı ve terlikler öylesine çıkarılmış kapısı açık bir daire gözüme ilişti.

Dedim ev sahibi geldiğimizi gördü. Daha biz zile basmadan bizi karşılamak için kapıyı açtı. Nasıl önemli bir misafirim ki ev sahibi bizi dört gözle bekliyor deyip hiç olmadığı kadar kendimi değerli hissettim. 

Bu arada 2. kata ne ara çıktım. Bir kahvaltı için bu ne hız Ramazan dedim.

Dedim ama dediğimle kaldım. Çünkü bizi kapıda karşılayan ev sahibi yoktu. O değilden gözüm evim koridoruna ilişti. İçeridekilerle göz göze geldim. Kimi uzanmış yatıyor kimi oturuyor.

Bu ne lan böyle? Kahvaltıya böyle misafir mi beklenir diyeceğim ama içeridekilerin hiçbirini gözüm ısırmadı. Zira hepsi yabancıydı bana. Bir an için beni kahvaltıya çağıran başkalarını da mı çağırdı diye düşündüm.

Dedim burası daha 1.kat. Ben çıkacağım daha 2. kata. Hemen kafamı çevirip ayaklarımı üst katın merdivenlerine kırdım.

İyi de bu kapıdan ne giren vardı ne de çıkan. Bu kapı ardına kadar niye açıktı o zaman? İlginç ve garip geldi ama şimdi bunun sırası değildi. Zira kahvaltı beni bekliyordu. Kahvaltı da gecikmeye gelmezdi.

2.kata çıkarken bu katın koridor penceresi de açıktı. Ama bu açıklık nizami idi. Kafamı vurmak istesem de es geçerdi. Zira pencere arkasına kadar yaslanmıştı.

2.katın basamaklarını da tamamlayınca ev sahibi kapıyı açmış, kapıda bizi bekliyordu.

Hemen bir hoş geldin faslından sonra balkondaki masaya hazırlanmış mükellef kahvaltı sofrasına buyur edildik. Böyle kahvaltı menüsü görmeye pek alışık olmadığımdan yumuldum masaya. Abbas’ın kör gazı gidi götürdüm mideye bir bir. Esinti eşliğinde bir balkon sefası yaparak bir güzel kahvaltımı yaptım.

Kahvaltı sonrası evin salonunda keyif çayı içiyoruz. Ev sahibi alt komşunun kapısının açık olup olmadığını sordu. Açık dedik. Hep öyle kapıyı açık tutarlar, o şekil otururlar dedi.

Merdivenleri çıkarken garip bulduğum kapının açıklığı meğerse bu dairenin doğal hali imiş. Evin güney ve kuzey cephelerindeki pencereler yeterli gelmemiş olmalı ki koridor pencerelerini de açmışlar, koridora açılan kapıyı da.

Aynı dairenin bir üstü idi bizim kahvaltıya gittiğimiz ev. Kapı kapalı oturduğumuz, üstüne çay içtiğimiz halde evin doğal serinliği iyiydi. Demek ki alt komşular için bu serinlik yeter değildi. Hoş yeterli olmasa da gelip geçenin içeriyi göreceği şekilde kapı açık oturmanın herhalde örf ve âdet, görgü ve nezaket kurallarında yeri olmasa gerek.

Kim bunlar, yeni mi taşındılar buraya? Böyle bir siteye hiç yakışmamış, yönetici de mi bunlara bir şey demiyor dedim.

Bunlar arsa sahiplerindenmiş. İki üç aile imiş. Birkaç bloka dağıtılmış. Site adabı, yönetici uyarısı vız gelir dedi.

Öyle ya sitenin mülkü onların ise o mülkün üzerine koca koca kaç katlı binalar yapılsa da o sitenin altı da üstü de onlarındı nasılsa. Mülk onların ise siteyi de istediği şekilde kullanırlardı. Koca mal sahibi kendini siteye ve görgü kurallarına göre değil, site sakinleri ve görgü kuralları bunlara uymalıydı. Mal ve mülk sahibi olmak böyle bir şeydi demek ki.

Oturdukları bu daireyi almaya çoğumuzun gücü yetmez. Buna rağmen site bile kendilerini değiştirmemiş. Gıpta ettim bu mülk sahiplerini.

Bu zenginlik içinde önceki sere serpe oturuşlarını niye değiştirsinler değil mi?

Babama da kızdım tabi. Şöyle buralardan küçük bir arsa bırakıp gitseydi, müteahhide verip bir kuruş para vermeden böyle bir daireye konsaydım, yine bir kuruş masraf etmeden, klima taktırıp vantilatör almadan doğal yoldan püfür püfür içinde otursaydım daha ne isterdim Allah’tan.

Bahtıma yandım bir kere daha sabah sabah. Mükellef kahvaltı da kursağımda kaldı. Seneyi devriyesinde 15 Temmuza da sevinemedim.