Ana içeriğe atla

Üzüntüye Gark Oldum 15 Temmuzda

15 Temmuz günü kahvaltı için bir eve misafir gittim. 2. kata çıkmak için asansöre ihtiyaç hissetmedim. Merdiven varsa kaç kat olursa olsun, benim asansörüm merdivenlerdir. 

Verdim kendimi merdivene. Kıvrılıp çıkarken son anda koridor penceresinin açık olduğunu gördüm. 

Belli ki serinlik gelsin diye pencere açılmış. Yalnız pencere arkaya iyice yaslanmamış.

Bereket fark ettim de 15 Temmuzun 8. seneyi devriyesinde kafayı çerçeveye vurup gazi olmadım. Şayet kafayı vursaydım kafa kırma garantiliydi. Kırılan ve damarda durmayacak akacak kan önemli değil de kahvaltı da güme gidecekti. Çünkü soluğu hastane acilinde alacaktım. 15 Temmuz gazisi olduğuma da kimse inanmayacaktı. Hatta sakarlığına yan, koca pencereyi görmedin mi, kör müsün mübarek diyeceklerdi.

Sabah sabah sakar ve kör demeyin. Suç benim mi a dostlar. O pencereyi serinlik gelsin diye açıp çerçeveyi arkaya yaslamayan hırsızın hiç mi suçu yok?

Hemen pencerenin çerçevesini arkaya yasladım. Verilmiş sadakam varmış, bir kahvaltı sabah sabah bana neye mal olacaktı deyip kaldığım yerden merdivenleri çıkmaya başladım.

Tam merdiven bitiminde ayakkabı ve terlikler öylesine çıkarılmış kapısı açık bir daire gözüme ilişti.

Dedim ev sahibi geldiğimizi gördü. Daha biz zile basmadan bizi karşılamak için kapıyı açtı. Nasıl önemli bir misafirim ki ev sahibi bizi dört gözle bekliyor deyip hiç olmadığı kadar kendimi değerli hissettim. 

Bu arada 2. kata ne ara çıktım. Bir kahvaltı için bu ne hız Ramazan dedim.

Dedim ama dediğimle kaldım. Çünkü bizi kapıda karşılayan ev sahibi yoktu. O değilden gözüm evim koridoruna ilişti. İçeridekilerle göz göze geldim. Kimi uzanmış yatıyor kimi oturuyor.

Bu ne lan böyle? Kahvaltıya böyle misafir mi beklenir diyeceğim ama içeridekilerin hiçbirini gözüm ısırmadı. Zira hepsi yabancıydı bana. Bir an için beni kahvaltıya çağıran başkalarını da mı çağırdı diye düşündüm.

Dedim burası daha 1.kat. Ben çıkacağım daha 2. kata. Hemen kafamı çevirip ayaklarımı üst katın merdivenlerine kırdım.

İyi de bu kapıdan ne giren vardı ne de çıkan. Bu kapı ardına kadar niye açıktı o zaman? İlginç ve garip geldi ama şimdi bunun sırası değildi. Zira kahvaltı beni bekliyordu. Kahvaltı da gecikmeye gelmezdi.

2.kata çıkarken bu katın koridor penceresi de açıktı. Ama bu açıklık nizami idi. Kafamı vurmak istesem de es geçerdi. Zira pencere arkasına kadar yaslanmıştı.

2.katın basamaklarını da tamamlayınca ev sahibi kapıyı açmış, kapıda bizi bekliyordu.

Hemen bir hoş geldin faslından sonra balkondaki masaya hazırlanmış mükellef kahvaltı sofrasına buyur edildik. Böyle kahvaltı menüsü görmeye pek alışık olmadığımdan yumuldum masaya. Abbas’ın kör gazı gidi götürdüm mideye bir bir. Esinti eşliğinde bir balkon sefası yaparak bir güzel kahvaltımı yaptım.

Kahvaltı sonrası evin salonunda keyif çayı içiyoruz. Ev sahibi alt komşunun kapısının açık olup olmadığını sordu. Açık dedik. Hep öyle kapıyı açık tutarlar, o şekil otururlar dedi.

Merdivenleri çıkarken garip bulduğum kapının açıklığı meğerse bu dairenin doğal hali imiş. Evin güney ve kuzey cephelerindeki pencereler yeterli gelmemiş olmalı ki koridor pencerelerini de açmışlar, koridora açılan kapıyı da.

Aynı dairenin bir üstü idi bizim kahvaltıya gittiğimiz ev. Kapı kapalı oturduğumuz, üstüne çay içtiğimiz halde evin doğal serinliği iyiydi. Demek ki alt komşular için bu serinlik yeter değildi. Hoş yeterli olmasa da gelip geçenin içeriyi göreceği şekilde kapı açık oturmanın herhalde örf ve âdet, görgü ve nezaket kurallarında yeri olmasa gerek.

Kim bunlar, yeni mi taşındılar buraya? Böyle bir siteye hiç yakışmamış, yönetici de mi bunlara bir şey demiyor dedim.

Bunlar arsa sahiplerindenmiş. İki üç aile imiş. Birkaç bloka dağıtılmış. Site adabı, yönetici uyarısı vız gelir dedi.

Öyle ya sitenin mülkü onların ise o mülkün üzerine koca koca kaç katlı binalar yapılsa da o sitenin altı da üstü de onlarındı nasılsa. Mülk onların ise siteyi de istediği şekilde kullanırlardı. Koca mal sahibi kendini siteye ve görgü kurallarına göre değil, site sakinleri ve görgü kuralları bunlara uymalıydı. Mal ve mülk sahibi olmak böyle bir şeydi demek ki.

Oturdukları bu daireyi almaya çoğumuzun gücü yetmez. Buna rağmen site bile kendilerini değiştirmemiş. Gıpta ettim bu mülk sahiplerini.

Bu zenginlik içinde önceki sere serpe oturuşlarını niye değiştirsinler değil mi?

Babama da kızdım tabi. Şöyle buralardan küçük bir arsa bırakıp gitseydi, müteahhide verip bir kuruş para vermeden böyle bir daireye konsaydım, yine bir kuruş masraf etmeden, klima taktırıp vantilatör almadan doğal yoldan püfür püfür içinde otursaydım daha ne isterdim Allah’tan.

Bahtıma yandım bir kere daha sabah sabah. Mükellef kahvaltı da kursağımda kaldı. Seneyi devriyesinde 15 Temmuza da sevinemedim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde